BIST 9.434
DOLAR 32,60
EURO 34,81
ALTIN 2.502,28

Ulusal bilinç aşılama katliamları

Ankara katliamı, HDP sempatizanı olan olmayan pek çok kesimi HDP konseptinde buluşturdu ve onun mesajlarına pek çok seçmenin duyarlı hale gelmesine vesile oldu.

Türkiye, 10 Ekim 2015 tarihinde, Cumhuriyet tarihinin en kanlı katliamını yaşadı. Bazı siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinin organizasyonuyla, Ankara, Sıhhiye Meydanı’nda, gerçekleştirilmek istenen “Emek, Barış, Demokrasi” isimli mitinge katılmak isteyenlerin, Tarihi tren garı önünde toplandıkları esnada, canlı bombalar patladı ve 100’ün üzerinde insanımız katledildi.

Çok tartışıldı. HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş, “devlet halkını bombaladı” dedi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, “hepimizi, bütün Türkiye’yi hedef alan provakatif bir terör katliamıdır, sağduyu ile davranma zamanıdır” dedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Teröre karşı ne gerekiyorsa yapalım. Biz, amasız – fakatsız her şeye hazırız” dedi. Gerçekten de Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’nin ilk defa bu kadar vahim boyutta canı yanmıştı.

Rivayet muhtelif: Malum cahiller güruhu, her gün, televizyon programlarına çıkıp saatlerce ahkam kesti ama dişe dokunur bir analiz çıkmadı. Sonunda katliam, beklendiği gibi, IŞID denilen terör örgütüne ihale edildi. Ama bu katliamın, uluslararası istihbarat örgütlerinin, son derece profesyonelce tasarladıkları bir operasyon olduğu inancı kamuoyuna hakimdi.

Kamuoyu haksız değildir. Orta doğudaki 100 yıllık sınırların değiştirileceği, yıllardır ve hatta birkaç on yıldır konuşulmaktadır. Ancak sınır değişikliklerinin birinci şartı, askeri işgal veya istiladır ki, ABD müdahaleleri bu neticeyi hasıl etmedi. Geriye ikinci ama son bir yol kalmaktadır:

İç savaş. İç savaş; bazı bölünmeleri, kargaşayı, huzursuzlukları, katliamları gündeme getirdiğinde; hem dünya kamuoyunu ikna etmek kolaylaşmakta hem de doğrudan müdahaleler için optimum şartlar oluşturulmaktadır ki, can güvenliği ortadan kalkan insanlar, bizzat, can düşmanlarını yardıma çağırır hale gelmektedir.

Hiç kuşku yok ki, Diyarbakır’da bir siyasi partinin mitingi esnasında patlayan bomba ile Suruç ve Ankara katliamlarını, sınır değiştirme senaryolarından bağımsız anlayamayız. Şu kesindir: Terör örgütleri, fiilen profesyonel destek almadan ve çok ciddi finansal kaynaklara sahip olmadan asla ayakta kalamazlar. Nitekim uluslararası arenada güç gösterisinde bulunmak isteyen her ülkenin, günümüzde, adeta kadrolu terör örgütü bulunmaktadır. Pek çok diplomatik gerekçenin, kozun, mazaretin ve hatta yaptırımın, mecburiyetin temin ve tesis aracı, tam da, bu amaca hizmet etsin diye teşekkül ettirilmiş taşeron terör örgütleridir. Bölgemizdeki PKK ve türevleri ile IŞID, El kaide ve bunların kollarının hepsinin muhakkak hamileri veya sahipleri bulunmaktadır. Bugün buna itiraz eden hiçbir ülke de yoktur. Sadece, iyi terörist - kötü terörist etiketi kullanılmaktadır. Nitekim ABD; PKK’yı terörist örgüt olarak yaftalamış olduğu halde, onun bir kolu olan PYD veya benzerleri ile birlikte çalıştığını açıkça, resmi ağızdan deklare etmektedir. Bütün dünyanın gözleri önünde, bu terörist örgütlere, silah ve mühimmat yardımı yapmaktadır. Demek ki terör örgütlerinin bir grup çapulcu, eşkıya veya özgürlük savaşçısı, gerilla olmadığını öncelikle kabul etmek gerekmektedir. Bu örgütlerin hepsinin tasmaları, resmi kimlikli bazı efendilerin elinde bulunmaktadır. Müteakip bütün analizlerin çıkış noktası da, ayyuka çıkmış bu realitedir.

Bölgemizde, bağımsız bir Kürt devleti kurma çabalarının öteden beri sürdürüldüğünü biliyoruz. Bu devletin büyük Kürdistan, yani Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarını kapsayan bir coğrafya üzerinde tasarlandığı da defalarca dile getirildi. Irak ve Suriye’de; yüzyılın en yoğun kargaşa ve en trajik katliamları pahasına, İran ve Türkiye’nin son derece keskin muhalefetine rağmen, neden böyle bir Büyük Kürdistan projesi tasarlanmıştır. “Herkese devlet dağıtıyoruz. Kürtlere de bir kıyak geçelim” diye düşünülmediğine göre, daha rasyonel başka bir takım nedenler olmalı.

Elbette, süper güçler kendileri için bölgede peyk bir ülke arayışı içindedir. 1920’lerin ve 1950’lerin Türkiyesi, tehditlerden kendisini kurtaracak güçte değildi. Malen zayıf, üretim gücü ise yok denecek düzeydeydi. Halk ise çok kolay manipüle edilebilecek kıvamdaydı. Ama artık Türkiye, ekonomik açıdan oldukça caydırıcı bir ülke ve belirli düzeyde teknoloji, üretim ve rekabet gücüne sahiptir. En önemlisi de halkını uyarıp aydınlatabilecek entelektüel kadroları var ve üstelik sokaktaki insan da kolaylıkla manipüle edilemiyor. İran ise en az 35 yıldır Batı yörüngesinde değildi. Bölgeye yeni birtakım sınırlar getirilecekse, muhakkak, yeni devletçikler olmalıdır. Bu devlet, 1920’li ve 1950’li yılların Türkiyesi gibi, kendini tehdit altında hissetmeli ve İsrail kadar yalnız olmalı. Ama İsrail’den farklı olarak, kesinlikle müslüman bir ülke olmalıdır. Bu şartlar hasıl edildiğinde, peyk ülke için koşullar oluşturulmuş olacaktır ve buna en uygun topluluk özelliğini şu anda Kürtler arz etmektedir.  Ayrıca İsrail’in Güney ve Kuzey sınırları belirli bir düzeyde güven altında olmalı ki, İsrail’in hırçınlıkları önlenebilsin. Güney’de, Mısır, belirli ölçüde İsrail için güven telkin ediyor ama Müslüman Kardeşler hala ciddi bir potansiyel tehlike olmayı sürdürüyor. Dinci, İslamcı ve hatta dindar kadrolar, IŞID gibi oluşumlarla peşinen bertaraf edilmiş olduğu için, kurulacak büyük Kürdistan’ın sembolik bir islami görüntüsü olacaktır. Böylece hem İsrail için uzun vadeli doğal ve sosyal bir güvenlik alanı tesis edilmiş olmaktadır hem de modern batıya siyasal, diplomatik ve bilhassa sosyo-kültürel entegrasyonun önündeki engeller kalkmış olacaktır. Hatta Avrupa Birliği’ne Müslüman bir ülke üye olacaksa şayet, böyle bir ülke olmalıdır. Bütün bu koşullar oluşturulduğu takdirde, Batı dünyasının güvenebileceği, ileri karakol işlevi görecek, Müslüman bir devletin kurulabilmesi için de bazı çabaların harcanması kaçınılmazdır, üstelik İsrail için sadık bir müttefik olacaksa.

Senaryo kusursuz gibi görünmektedir. Sorun şu ki, Kürt halkı farklı siyasal birlikler içinde, rahat ve huzur içinde yaşamaktadır. Özellikle Türkiye’deki Kürtleri, mevcut siyasi birliklerinden koparmak neredeyse imkansızdır. Dahası, Türkiye Kürtleri, diğer tüm Kürt topluluklar açısından rol model özelliği taşımaktadır ama Türkiye Kürtleri, kahir bir çoğunlukla, Türkiye Cumhuriyetinden ayrılarak, bağımsız bir devlet çatısına transfer olmaya asla razı değildir. Yani, bölücü duygular taşımamaktadır. Çünkü, zaman içinde hem siyasal ve ekonomik hem de bilhassa sosyo - kültürel olarak Anadolu’daki insanlarla kaynaşmış durumdadır. Üstelik de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bünyesinde; üst düzey bürokrat, milletvekili, bakan, hatta başbakan ve cumhurbaşkanı olma imkanları vardır. Kısacası Türkiye Kürtleri, kendi siyasi birlikleri olan Türkiye Cumhuriyeti devleti bünyesinden ayrılmayı asla düşünmemektedir.

Bu durumda, Büyük Kürdistan devleti kurma projesine iki unsur eklemlemek zorunlu hale gelmektedir.

Birinci etapta, etkileyici ve sürükleyici bir siyasal lider imal etmek ki, Selahaddin Demirtaş, buna çok uygun bir prodüksiyon. Asıl önemli ikinci etapta, Kürt halkının zihninde ulusal bilinç inşa etmek.

Demirtaş, kendisine yüklenen görevlerin tam adamı olduğunu, önce cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gösterdi. 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde ise kitleleri sürükleyebilecek, karizmatik bir siyasal lider olduğunu kanıtladı. Birinci etap tamamlanmıştı. Bu etabın tamamlandığını,  Demirtaş’ın verdiği iki mesaj sayesinde anladık. Kuzey Irak’taki terör yuvalarına yönelik operasyonlar için dedi ki, “operasyonlar, Kürdistan’ın toprak bütünlüğünü hedef almaktadır.” Uluslararası düzeyde, kendisine görev tevdi edenlere mesajı netti. Diğer mesajını daha önce vermişti:

“Çanakkale sizin için ne ise, Kobani de bizim için odur.”

İkinci etap ile ilgili değerlendirmeler, muhtemelen, Türkiye’de herkes kurban kesme ve kurban eti dağıtma telaşı içinde iken yapıldı. Artık ulusal bilincin inşası için adımların atılması gerekiyordu. İlk adım küresel bir travma yaratmalıydı; tıpkı Ankara’daki Türkiye Cumhuriyeti Başkentindeki katliam gibi. Zira önceden bir iki deneme yapılmış ve çok başarılı sonuçlar alınmıştı. Nitekim, Ankara katliamından sonra, öyle bir geri dönüş olmuştu ki, artık Türkiye’nin her yerinde HDP’nin deklare ettiği “inadına barış” pankartları elden ele dolaşıyordu. Oysa aynı sloganı HDP, kendi seçim sloganı olarak deklare ettiğinde, PKK’nın türevlerine sırtını dayadığını açıkça ilan ettiğinden olsa gerek, çok fazla ciddiye alınmamıştı. Ama Ankara katliamı, HDP sempatizanı olan olmayan pek çok kesimi HDP konseptinde buluşturdu ve onun mesajlarına pek çok seçmenin duyarlı hale gelmesine vesile oldu.     

SONUÇ

İnsanlık tarihi boyunca topluluk bilinci ya da hamaset, her zaman bir medyatik inşa ürünü olmuştur. Kollektif bilinç aracılığı ile toplumsal bütünler, birliktelikler oluşturulmuştur. Sözgelimi Asena miti böyle bir amaca hizmet etmiştir. Jeanne d’arc ise örneğin, o güne kadar var olmayan bir ulus inşa etmiştir ki, birkaç asır sonra, bu şekilde inşa edilen ulusal bütünlük, pek çok ulus-devletin menşei olmuştur. Dolayısıyla travmatik bazı olaylar, belirli bir takım ulusal bilinçlerin inşa edilmesi için, bulunmaz bir fırsat olarak, bizzat yaratılır.

Bu olayı tezgahlayan operatörlerin hayal ettiği gibi, öncesindeki birkaç katliamla birlikte, Ankara Katliamı da, özellikle “Jön Kürtler”e, “Türkiye Cumhuriyeti devleti bize yaşama hakkı bile tanımıyor” duygusunu telkin etmektedir. “Bu devlet, tıpkı Suriye devleti gibi, halkını bombalıyorsa, bu halkın bu devletten kopup, kendisine yeni bir devlet kurmaktan başka çaresi kalmamıştır” duygusunu, ulusal bir bilince dönüştürmek için, korkarım ki operatörler, başka iğrenç operasyonlar da tasarlıyor olmalı. Bu yolla, ulusal bilinç tesis edilebildiği düzeyde, Türkiye’deki Kürtlere de, ayrı bir ulus-devlet oluşturma bilinci aşılanmış olacak, onları harekete geçirmek kolaylaşacaktır.

Türkiye bu oyunu bozmaya mecburdur. Ulus-devlet olmanın sancılarını Türkiye Cumhuriyeti 90 yıldır çekmektedir. Bunu da en iyi Kürt kimlikli vatandaşlar bilmektedir. Bugün hala arayış içindeyiz. Kürt halkını bu maceraya yöneltmek, onları tüyler ürpertici bir trajediye sürüklemek anlamına gelmektedir. İsrail, Büyük İsrail uğruna çok cinayetler işledi ve hiçbir zaman huzur yüzü görmedi. Yunanlılar bir ara “Megali idea” rüyasına kendilerini kaptırdılar, çok fazla canları yandı. Biz, Kızıl elma uğruna, 90 bin genç yiğidimizi, Sarıkamış’ta, diri diri dondurduk. Kürt halkı bugüne kadar çok acılar çekti. Saddam’ın soykırım’ı nasıl unutulabilir? Dolayısıyla hep birlikte oturup düşünmeye mecburuz. İnci eleyip sık dokumak zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti devleti de kurulurken, “kurucu unsur Türklerdir” lafını, gerçekten de Türk olan “kara bıyıklı”lar için kullanmadılar.

Tren kaçmadan önce, aklımıza mukayyet olmak zorundayız. Aklımıza ihtiyacımızın en fazla olduğu bir şafak sökümündeyiz. Güneşin kimin için doğacağını anlayabilmek için, son birkaç saniyemiz var.