BIST 9.693
DOLAR 32,50
EURO 34,69
ALTIN 2.499,53

Organik hoşafta boğulan özgüvenlerimiz

Oysa hiç de zor değil bir “aferin” ile taltif etmek, “bravo” diyerek takdir etmek.

Geçtiğimiz haftalarda bir televizyon kanalının düzenlediği yarışmada başörtülü genç bir bayan hazırladığı “organik hoşaf” projesi ile finale kaldı. Yarışma televizyonda yayınlanıp halkın ve medyanın haberdar olmasıyla birlikte adeta bir linç olayına şahit olduk.

Yarışmacı bayan hakkında alay edici, dalga geçen şeyler yazıldı, söylendi. Sosyal medya bu konuyu diline pelesenk eyledi, yarışmacının fikri ve aklıyla alay eden paylaşımlar yapıldı.

Sonradan olayın o kadar basit olmadığı, organik hoşafın hiç de alay edilecek bir yönü olmadığı tam aksine projenin bir altyapısı olduğu ortaya çıktı ama artık olan olmuştu. Söylenen sözler, yazılan yazılar bir linç vakası olarak tarihteki yerini aldı.

Ben bu yazımda olayın ne kadar ilmi olduğundan, yarışmacı bayanın başörtülü olup olmamasından bahsetmeyeceğim. Çok daha acı ve elim bir olaya dikkatleri çekmek istiyorum.  

Maalesef toplum olarak olaylar karşısında çok yüzeysel davranıyoruz. Ya çok önyargılı davranıyor veya çok duygusal yaklaşıyoruz. Genellikle de sonuçları çok kırıcı ve üzücü oluyor ve hatta telafisi imkânsız oluyor…

Zannederim hiç sorulmadı ama ben şöyle bir soru sormak istiyorum:

Bütün yazılıp çizilenlerden, hakaretvari sözlerden o genç kız psikolojik olarak nasıl etkilendi?

Büyük bir özgüvenle çıktığı yarışma sonucunda özgüveni hâlâ yerinde mi?

Özgüven katili bir toplum olduk

El çizgilerinden karakter ve yetenek analizi yapan bir dostumun yaşadığı bir olay aslında temas etmek istediğim konuyu bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor.

Arkadaşım, karakter analizi yaptığı kişiye şunu söyler: “Sizde aslında büyük bir ticari yetenek varmış ama maalesef özgüveniniz olmadığı için bu yeteneğinizi kullanamamışsınız.”

Bunu söylediğinde muhatabı şu cevabı verir: “Ben özgüvensiz olmayayım da kim olsun. Evet, bende bir ticari yetenek vardı, hatta bu yeteneğim çocuk yaşlarımda da kendisini gösteriyordu. Bir gün babama dedim ki: ‘Baba, buradan bir tarla alalım, buralar ilerde çok değerlenecek.’ Bunu söylememle birlikte babamdan şaplağı yemem bir oldu. ‘Bacak kadar boyunla bana akıl mı veriyorsun kerata.’ Aynı şekilde ağabeylerim de beni hiç kaale almazlar hep küçümserlerdi. Ben de bir müddet sonra vazgeçtim. Ben özgüvensiz olmayayım da kim özgüvensiz olsun”

Evet, başta anne-babalar olmak üzere adeta birer özgüven katili topluma dönüştük.

Birisi farklı bir şey yapmaya görsün hemen başlıyoruz aşağılamaya, dalga geçmeye. Veya “Sen küçüksün, yapamazsın” “Senin aklın yetmez böyle şeylere” diyerek küçümsüyoruz çocuklarımızı.

Bu sadece çocuklarımız için geçerli değil. Bizden olmayan, farklı düşünen kişileri de değişik saiklerle linç ediyoruz.

Bundan yaklaşık 10 yıl önce kansere çare bulduğunu söyleyen Ziya Özel’e de değişik gerekçelerle toplum olarak linç kampanyasında bulunmuştuk. O da gitti projesini başka bir ülkede gerçekleştirdi.

Toplum olarak sürekli girişimci yokluğundan şikâyet ediyoruz. Oysaki ihtiyacımız olan girişimcileri daha çocuk yaşta kendi ellerimizle katlediyoruz.

Kendince çok güzel resim yapan çocuğun resmini küçümsüyor, sesinin güzel olduğunu düşünerek şarkı söylemeye çalışan küçüğü susturuyoruz. Sesini kestiğimiz, resmini beğenmediğimiz çocuğun ruhunda yol açtığımız depremlerin farkına bile varmıyoruz.

Oysa hiç de zor değil bir “aferin” ile taltif etmek, “bravo” diyerek takdir etmek. Bu basit işlemi yaparak topluma nice güzel değerleri kazandırmış olacağız.

Gelin toplum olarak bir seferberlik başlatalım.

Bizden olmasa da, aklımıza yatmasa da “üreten” insanları anlamaya, takdir etmeye çalışalım.

Evet, eleştirelim, kendi fikrimizi söyleyelim ama “özgüven katilliği” yapmayalım. Unutmayalım ki bugün yaptığımız hatalar ileride sonuçları daha ağır olarak bize geri dönecektir.

SOSYAL MEDYADA TAKİP İÇİN: