BIST 9.716
DOLAR 32,55
EURO 34,82
ALTIN 2.430,69

Müzik kurumlarında “lisansın” değeri var mı?!.

Konservatuarlar, eğitim, bilim, müzikoloji, etiklik, kurumsallaşmak, müzikte lisans, korolar,kültür

 

Geçen yazımda konservatuarlara alan dışı yönetici atamasını, daha  öncede YÖK’nun müzik bölümü kurma için 3 öğretim üyesi şartı olduğunu ve bunların lisansının müzik olmasını istediğini yazmıştım. Bir çok destekleyen mesajlar aldım. 

Ama, maalesef sadece farklı kurumlarda değil, bir kurum içinde bile birbirine zıt kararlar/uygulamalar devam ediyor.  Bugün de konunun devamı olarak, müzikte  lisans eğitiminin önemi üzerinde durmak istiyoruz.

Ana konumuz, şahıslarla ilgili olmayıp, “bilimin önceliği” ve kurumlar arası “anlayış/uygulama” birliğidir…

1/ Akademik alanda, kişilerin “lisans eğitimi” önemseniyor. Ama; başka hiçbir alanda olmayan “müzikte” oluyor…Müzik alanında nedense lisansı müzik olmayıp, yüksek lisansını/doktorasını/sanatta yeterliğini müzik alanında yapanların, idareci arkadaşların desteği ile lisansların önüne geçtiği, önünü kapattığı görülüyor. Örneğin, son 5 yıldır  İTÜ Miam* da yüksek lisans/doktora yapanlar konservatuara eğitmen olmaya başladılar. Buradaki konumuz, bu gençlerin başarılı/başarısız olmaları değildir “etiklik” tir…

Sayıları 35 e ulaştı diye sevindiğimiz! konservatuarlardaki  sorular şunlardır;

Bu durumda Konservatuarlar “özellikle Müzikoloji Bölümleri** - bölümleri lisans mezunları ne yapacaktır?

Konservatuarda 4 sene okumanın karşılığında 1 -2 yıl –yüksek-ders görenlerin önlerine geçmeleri karşısında öğrencilerin/mezunların düşünceleri merak edilmekte midir?

Lisansı müzik olmayanlar daha başarılı ise, lisans eğitiminde bir sorun yok mudur?

Ortada müthiş kitaplar, araştırmalar v.b. olmadığı halde “unvan alma”, “müzikoloji alanına” yöneliş, kontenjan  artışı, mezun verme nedendir?

Ünvan almak için, çalgı çalma(uygulama) ve şarkı söylemeden(şan), bestelemeden  kaçma v.b.  nedendir?

Bölümler kendi mezunlarını dışlarsa bunun anlamı ve sonucu nedir?

Hangi kurumlarda müzikoloji kadroları vardır? Kimler atanmıştır?

Mezunların yabancı dilden mağdur olmamaları için bir gayret var mıdır?

 

2/ Aynı durum devlet koroları/toplulukları/orkestraları içinde geçerlidir. İncelediğinizde  idari görevlerin hemen hemen tamamı, alanı(lisansı-san.yet.) başka olan ama müzikle uğraşmış, “başarılı olmuş kişilerden” oluşmaktadır.

Eğer, “müzik” bilim dalı olmuş, lisans, yüksek lisans ve doktora/sanatta yeterlik yapmak önem kazanmış ise, mutlaka bu kurumlara alınacak sanatçılar kadar, Şef, Şef Yard., Müdür v.b. görevlerde de konservatuar mezunlarının bir adım önde olması doğru olmaz mı?…

Bu görüşün, şu anda görev yapan kişilerle ilgisi de yoktur, tamamiyle, “bilimsel/sanatsal  ve etik  bir yaklaşımdır.” Ayrıca koro/topluluk müdürlerinin memur kadrosundan olup olmaması da tartışılmalıdır….

Kısaca; ülkemizde her alanda, “bilim/sanat” önde olacaksa, yönetmeliklerinde ona göre düzenlenmesi gerekmez mi?.. (lütfen daha önceki ilgi yazılarıma bakınız)

Unutmayalım ki; “Kültür, bir milletin yaşama biçimidir bütünüyle. Maddî ve manevî aklınıza gelen bütün unsurları onun içerisine katın, onların oluşturduğu bir yaşama biçimi vardır; o kültürdür. Maddî ve manevî unsurlar derken, dil, din, mimarî, aynı vatana sahip olmak, aynı devletin bayrağı altında yaşamak, geçmiş zamanlardan beri ortak bir tarihi paylaşmak, ortak ülküleri benimsemek, aynı heyecanları taşımak, aynı musikiye sahip olmak, aynı yemeklere, aynı damak zevkine sahip olmak, ortak inançlar… Bütün bu ortaklıklar, bir milleti millet yapan unsurların toplamıdır ve millî kültürü meydana getirirler. Bu yapıya sahip olan topluluğa da millet denir.” ***

Ne demek istediğimi anlatan güzel bir alıntı;

“Mustafa İnan ölümünden dört yıl sonra bilim hizmet ödülü alıyordu. Ödülün üstünde “İTÜ’nde 1944’lerde başlayıp, 1967’de vefatına kadar tatbiki mekanik dalındaki bilimsel çalışmaları, eşsiz hocalığı ve çok sayıda genç araştırıcı ve bilim adamı yetiştirmek sureti ile modern anlamda bir ekol kurmuş olmasını dikkate alarak 1971 Yılı Hizmet Ödülü’nün verilmesini kararlaştırmıştır” yazıyordu. “Ekol kurmuş ne demek? diye yavaşça sordu esmer delikanlı.”Anlatması uzun sürer. Gerçekten merak ediyorsan sonra konuşuruz” Cumhurbaşkanı kürsüye yaklaştı, bu sırada; merhum Mustafa Hoca’nın eşi Jale İnan’a ödülü verirken, “Bunu Mustafa İnanın kendisine vermek isterdim.” Dedi. “Size vermekte biraz olsun teselli buluyorum.”......”Mustafa İnan doktorasını yaparak İsviçre’den döndüğü zaman Yüksek Mühendis Mektebi’nde Teknik Mekanik ve Mukavemet muallim muavinliğine tayin edilmişti. Aynı yıl, yani 1944 de Yüksek Mühendis Mektebi’nin Istanbul Teknik Üniversitesi olması üzerine doçentliğe getirildi. Aslında Mustafa İnanın doçentliği, bir bakıma çok eskiydi. Daha öğrencilik yıllarında, üçüncü sınıfta olduğu sırada Mustafa’yı çok seven Matematik profesörü Kerim Erim, onu “doçentim” diye tanıtıyordu öğretmen arkadaşlarına. Sonunda Mustafa İnan gerçekten doçent oldu; ama şartları görünüşte pek değişmedi;asistanlarıyla birlikte oturduğu küçük “Mekanik Odası’nda çalışmaya başladı. Oysa İsviçre’de doktora yaparken şartlar ne kadar başkaydı. Zürich Teknik Üniversitesi’nin geniş laboratuvarlarında yıllarca deney yaparak geliştirmişti doktorasını. Burada laboratuvar filan yoktu, herkese bir oda bile yoktu. Adı değişmişti, ama mühendis mektebiydi henüz burası. Oysa Mustafa İnan yeni bir hava getirmek istiyordu; mektebin Teknik Üniversite olmasını istiyordu, kürsüler kurulsun, araştırmalar yapılsın istiyordu. Öğretim üyeleri de araştırma işine alışmalıydı. O zamanlar Mustafa belki “ekol”un ne olduğunu pek iyi bilmiyordu;ama belki de ilk “ekol”ünü küçük mekanik odasında asistanlarıyla birlikte kurdu.....Bir yandan da üniversitede ilk seminerleri düzenlemeye başladı. Ve üniversitede ilk doktora yaptıran hoca oldu sonra. Hayatının sonuna kadar büyük bir titizlikle yürüttüğü uygulamalı mekanik seminerlerinde yalnız öğrencilere, asistanlara değil, hocalara bile bir şeyler öğretti.”****

Yazımızı anlamlı bir şiirle bitirelim;

CEHÂLETTEN SOYLU CAMBAZ

 

ŞU ÖMRÜMDE GÖRMEDİM HİÇ

SENİN GİBİ LAF ANLAMAZ

BİR GÜN ÖYLE,BİR GÜN BÖYLE

CEHÂLETTEN SOYLU CAMBAZ

 

NE YERSEN YE ,SANA HEP AZ

KARNIN DOYSA GÖZÜN DOYMAZ

BOŞ KONUŞUR ,PEK DÜZENBAZ

CEHÂLETTEN SOYLU CAMBAZ

 

HERCÂİ BİR MENEKŞESİN

BOŞ TENEKE SENİN SESİN

BİR GÜN İPTEN DÜŞECEKSİN

CEHÂLETTEN SOYLU CAMBAZ

 

SAZI DÜŞMEZ HİÇ ELİNDEN

AKORT TUTMAZ BİR TELİNDEN

YILAN KORKAR O DİLİNDEN

CEHÂLETTEN SOYLU CAMBAZ

 

BİNBİR TÜRLÜ BAKIYORSUN

BOL KESEDEN ATIYORSUN

BOŞA CAKA SATIYORSUN

CEHALETTEN SOYLU CAMBAZ

 

FATOŞ KOÇARSLAN / 18 OCAK 2008

 

*MİAM batı müziği alanında yüksek lisans ve doktora eğitimi veren bir birim/merkezdir. Prof.Dr. Sn. Gülsün Sağlamer’in  Rektörlüğü zamanında, Sn. Erol Üçer’in maddi katkılarıyla “ Prof. Dr. Sn. Cihat Aşkın ve Sn. Kamran İnce “Eşbaşkanlığında” “Batı müziğindeki açığı/boşluğu doldurmak amacı ile kurulduğu” belirtilmiştir. Ancak, “bu güne kadar ne gibi bir boşluğu doldurduğu”  bilinmemektedir. Bilinen, burada eğitim alan –çoğunlukla lisansı alan dışı olan- başarılı gençlerin, TMDK da yoğun olarak görevlendirildikleri, bu arkadaşların –mezun oldukları lisans giriş puanları da çok yüksek olduğu için- yabancı dil sorunları olmadığı için   kadroya alındıkları ve TMDK mezunlarının önünü kapadıklarıdır.

**Popüler kültürün ve gündemin etkisiyle olsa gerek, İTÜ TMDK Müzikoloji Bölümü’nce çıkartılan Porte dergisi yeni sayısında “etnomüzikolojiyle ilişkili disiplinlerarası çalışmalarda toplumsal cinsiyet” odaklı çalışmalara yer verecekmiş. (Bkz: ) Demek ki; müziğin ana sorunları çözülmüş, yayınlar göğe ermiş,  müzik tarihi v..b.yazılmış, sıra “cinsiyet” aşamasına gelmiş……Bu arada  mesleği sanat/müzik olmayanlar, alanımıza yararlı  eserler /kitaplar yayınlamaya devam ediyorlar. (Güftelerin dili, Dr. Mesut Ersönmez, B Yayın –Sanat,2013, Radyoculuk  Geleneğimiz ve Türk Musikisi, Tamer Kütükçü, Ötüken Neş. 2012, Halk kültürü ve etnoğrafya sözlüğü, Ahmet Şenol,Ankara ,72 tasarım ltd.şti.)

Bu konuyu teklif edenlerin, onaylayanların ne düşündüğünü bilmiyoruz, ancak konunun müzikle direkt ilgisi olmadığını, konservatuara ve müziğe bir getirisi olmayacağını söylemek istiyoruz. Müzik insanları popüler gündemi takip ederler/araştırırlar ama, akademik çalışmalarda   alan birlikteliği olması şarttır. Ayrıca, dergi özel olur, okurlara ulaşmak, tirajını artırmak için istediği güncel konuyu seçebilir. Buna kimse söz söyleyemez. Fakat, devlet resmi kurumlarının maddi desteği ile (İTÜ) yayınlanıyorsa dikkatli, sorumlu ve etik olmak şarttır.  Ayrıca bu konuda  çok yayın olduğu gibi; ''Cam Tavanın Ötesindeki Kadın Akademisyenler: Kazanımlar, Engeller, Fırsatlar'' başlığıyla düzenlenen 3. Avrupalı Kadın Rektörler Toplantısı’nda(2012), Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumuda (2010), Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Dizisi’nde (2012), Sabancı Üniversitesi Sabancı Üniversitesi AT Gender Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Panellerinde (2012), Doğu Akdeniz Üniversitesi-Kadın Araştırmaları ve Eğitimi Merkezi 4. Uluslararası Kadın/Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Konferansı’nda(2012), Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve. Uygulama Merkezi (Koç-Kam) Çalıştay Raporu’nda (2010) ve “üniversiteler ilgili birimlerinde” son yıllarda yoğun olarak çalışmalar yapılmaktadır.

Bakalım, müzik insanları dostlarımız, bu konuda, ne gibi yeni!,farklı! bilgileri!/yazıları/araştırmaları! okuyucuya aktaracak!... Yine, “künyede” yer alınacak, “unvan dosyalarına koymak” için “ben yaptım, oldu” denilecek ve  “bir kaç kişi” okuyacaksa o  başka…

 ***Kösoğlu, Nevzat; Türk Olmak, ya da Olmamak, Ötüken, İstanbul, 2005, s.8 vd.

**** Atay, Oğuz; Bir Bilim Adamının Romanı; İletişim yay. 57, Oğuz Atayın Bütün Eserleri 5, 24. Baskı, 2005,  İstanbul, sf:14-19