Kalbi temizlemek
Evine götürdüğün market poşetine; her zaman, ekmek, peynir, zeytin, domates doldurmamalı. Evine götürdüğün poşetin içinde, bazen bilgi de olmalı, iyilik de. Ki yediklerimizle, hem karnımız hem de kalbimiz doysun.
Yoğun ve yorucu bir günün ardından, her klasik Türk
erkeği gibi eve gitmeden, yapılacak bazı işler vardır,
bilirsiniz.
Tahmin ettiğiniz gibi, alışveriş için mahalle marketindeyim, manav
reyonunda.
Manav reyonunun iş bilen tezgahtarları, yine yeşilliğine, elmasına,
ayvasına, narına, mandalina ve portakalına öylesine bir dizayn
oluşturmuş ki görenin seyrederken kendinden geçmemesi elde
değil.
Rengârenk meyveler, sebzeler, bir terzi hassasiyetiyle ilmek ilmek
örülmüş... Manav
reyonundaki işlerimin sonuna geldiğimde, yaşlı bir kadın sesi
kulağıma çaldı.
- Evladım burası ne kadar?
Sese doğru döndüm.
70-75 yaşlarında, yüzünde soylu çile çizgileri ile altın yüzlü bir
teyze ve yanında mavi gözlü, saçları lüleli, 7-8 yaşlarında
sempatik bir kız çocuğu.
Tezgâhtar gıcırdayan bir sesle:
- Bir lira teyze.
Yaşlı kadın mahbup bir ses tonuyla;
- Peki 50 kuruş olmaz mı?
Tezgâhtar şefine dönerek,
- Şefim, 50 kuruş olmaz mı?
Şef, “Eh hadi neyse olsun” havasında:
- Peki olsun abicim, 50 kuruş...
Neyin 50 kuruş olduğunu merak ettim...
Manav reyonunun tenha bir köşesinde, bir kasa ve kasının içerisinde
satılması mümkün olmayan, atılmak için ayrılmış portakal,
mandalina, ayva, havuç vs var.
Yaşlı kadın ve çocuk, kasanın başına eğildiler ve oradan, ezilmiş,
pörsümüş, çürümeye yüz tutmuş meyvelerden seçmeye başladılar.
(Hani şu; bir tas çorbaya 100 liranın verildiği ultra
lüks mekanların, halk düşmanı, kendini bilmez, onur yoksunu, Hitler
ruhlu, tayfasının; “Akşam pazarından çürümüş atılacak yiyeceklerle
beslenen.”diye aşağıladıkları, hak etmediklerini yemek yerine,
çürük yemeyi tercih eden onurlu insanlar gibi…)
Baktım, hallerinden pek memnun
görünüyorlardı…
50 kuruşa belki bir haftalık meyvelerini oradan
çıkaracaklardı...
Bu arada, onlara doğru, temiz giyimli bir bey yaklaştı. Adam, belli
ki olan biteni tamamen fark etmişti ve yanlarına eğilerek
sordu:
-Teyzeciğim ne alıyorsunuz buradan?
- Evladım, çocuklara biraz meyve
alıyorum. Torun bu. Buradan geçerken istedi…
- Peki teyze, gel, sen istediğin ne varsa al, benim hediyem
olsun.
- Çok teşekkür ederim oğlum ama kesinlikle kabul edemem böyle bir
şeyi. Allah razı olsun.
- Olur mu teyze, kabul etmeyecek bir şey yok. Sizin bir oğlunuzun,
evinize gelirken hediye alması gibi düşünün.
- Yok evladım, ben böyle bir şeyi kabul edemem. Sağ olasın.
Adam, hızla elini cebine attı. Marketin o tenha, kimsenin olmadığı
köşesinde, cebinden bir miktar para çıkarıp, parayı almak istemeyen
yaşlı kadına değil, olan biteni şaşkın gözlerle seyreden mavi gözlü
çocuğun kabanın cebine koydu.
Arkasına bakmadan, hızla marketin içerisine girdi, kalabalığa
karıştı…
O anda, yaşlı kadının yüzüne baktım…
Yüzünde, tarif edilmez bir memnuniyet vardı.
Dudakları kıpırdıyordu…
Çocuğun yüzündeki gülümseme ise görülmeye değerdi…
Öyle her gün çikolata ile beslenen soluk benizli obez çocukların,
çikolata hediyesi geldiğindeki "Amaan yine mi çikolata" der gibi
yüz ifadesi ya da odası pahalı oyuncaklarla dolu bir çocuğun, bir
oyuncağı daha olduğundaki mızmız kabulü değildi bu…
İçten ve razı…
Ne ki hikaye burada bitmedi…
O yaşlı kadın ve sempatik torunu reyondaki her bir meyveden, azar
azar aldılar…
Mutlu, razı ve minnettar...
Belki verene, belki Verdirene!
Ama asıl beni etkileyen olay, bundan sonra oldu…
Marketin bir reyonunda, kadına yardımda bulunan adamla, yan yana
geldik…
Bu anı kaçırmamam lazımdı…
- Sizi gördüm, tebrik ederim. Sizden öğrenecek çok şeyimiz var,
dedim.
- Estağfurullah beyefendi. Kim olsa öyle yapardı. Yaşlı kadın, kimi
kimsesi yok demek ki… Torunun da canı çekmiş yavrucak. Napsın?
- Hayır, herkes yapmazdı. Sadece bunun yapmanın değerini bilen
birileri yapar, dedim.
Adam, derin bir nefes aldı, düşünceli bir
gülümsemeyle;
- Derler ki “Bir derdin varsa, derdi olan birine derman olmalı. Bir
de her şeyden önce kalbi temizlemeliymiş…
Beklenmeden gelen böyle “ağır”
sözler karşısında şaşkınlıkla;
- Nasıl olacak ki, diye sordum.
-
Kalp, iki şeyle temizlenirmiş: Birincisi iyilik yapmak… İkincisi
ise… dedi, tam o sırada bir müşteri, ona bir reyonun yerini sordu
ve konuşmamız orada kesildi be bitti.
Adam, akşam kalabalığında kayboldu.
Bense bir taraftan, “İkincisi neydi acaba?” diye düşünürken, diğer
taraftan aklımdan şu düşünceler geçti:
Evine götürdüğün market poşetine; her zaman, ekmek, peynir, zeytin,
domates doldurmamalı.
Evine götürdüğün poşetin içinde, bazen bilgi
de olmalı, iyilik de.
Ki yediklerimizle, hem
karnımız hem de kalbimiz doysun.