BIST 9.693
DOLAR 32,50
EURO 34,73
ALTIN 2.501,04

İçeriden biz, dışarıdan siz, hadi bakalım; yıkın yıkabilirseniz

İleride, “2015’i nasıl bilirdiniz” diye sorduklarında, benim kanaatime göre “iyi bilirdik” demeye kimsenin dili varmayacak.

İleride, “2015’i nasıl bilirdiniz” diye sorduklarında, benim kanaatime göre “iyi bilirdik” demeye kimsenin dili varmayacak.

Arka arkaya iki seçim atlattık. İktidar boşluğunun ve istikrarsızlığın nelere mal olacağını çok kısa süre içinde gördük. Terör ve vahşet kanımızı dondurdu. Burnumuzun dibinde, neredeyse üçüncü dünya harbi patlak verecek ve yüreğimiz ağzımızda. Avrupa’daki “iflas” söylentilerine bile kulak asmayan Türkiye ekonomisi, FED’in ilan ettiği minik rakamlar yüzünden deprem geçirdi. Daha bir sürü sinir bozucu olay yaşandı 2015’de.

Benim en fazla hazmedemediğim, vergilerimizle kursağını dolduran bir sözde “vekil”in, dünyanın en büyük silah tedarikçisi, biyolojik ve kimyasal silah imalatçısı olan ve en çok da terör örgütlerine bu silahları satan bir ülkenin televizyonuna çıkıp, “Türkiye’nin sattığı sarin gazı ile IŞİD, Suriye’de katliam yaptı” demesi. Nasıl bir pişkinliktir ki, partisi de bu mel’aneti meşrulaştırmaya çalışıyor. Tam burada Doğu Perinçek’i bile, hayırla yad etmek icap etti: Demiş ki Perinçek rivayetlere göre, partisinin kongresinde “aramızda ajanlar var” diyen partililere; “sakin olun, çoğunluğu ele geçirmedikleri sürece sorun yok”.

Bu kadar çok sayıda, “yemek yediği tabağa pisleyen” insanı besleyen başka bir ülke var mıdır bilmiyorum ama, inşallah bizleri itlaf edecek çoğunluğa bu hainler hiçbir zaman ulaşamaz.

Belgeselin Tadı

Allah gani gani rahmet eylesin M. Ali Birand’ın (artık onun gibi profesyonellerin nesli tükendi); “Demirkırat”, “12 Eylül”, “Özallı Yıllar”, “28 Şubat” belgesellerini yeniden izledim. Bilim insanı bir arkadaşım dersinde bu belgeselleri öğrencilerine izlettiriyor. Hepimizin hafızası nisyan ile malül. Genç arkadaşlarımız ise ne olup bittiğini hiç bilmiyorlar. Bence sosyal bilimlerle ilgili üniversitelerde okuyan öğrenciler bu belgeselleri muhakkak izlemeli. Merhum Süha Arın’ın tabiriyle, bilgisel değil hem belgesel izlemenin tadını hazzedeceklerdir hem de zihinleri pırıl pırıl aydınlanacaktır.

Ben, “sağcılık-solculuk” kamplaşması yüzünden birbirinin ümüğünü sıkan insanlarla birlikte büyüdüm. O yıllarda hepimiz, vatana ve millete hizmet etme duygumuzu tatmin ediyorduk. Kardeşimizin gırtlağındaki parmaklarımızla vatana ve millete nasıl bir hizmet sunduğumuzu hiç düşünemedik. Üniversite yıllarımızda, laiklerle anti-laiklerin tükürükleri arasında kaldık. Deneyimliydik ama zaman zaman birbirimizin yüzüne tükürdüğümüz de oldu. Bugünlerde de, Türk-Kürt, Alevi-Sünni gibi hasımlıklar moda. Eski kamplar tümüyle lağvedilmiş değil ama yeni nesil, yeni bir takım AYKIRI-DURUŞ arayışları içinde. Bazı gençler; “apaçi-kezban” gibi yaftalarla, ‘öteki’ ve ‘beriki’ üreterek kendisini kimlikleme çabasında. Bazı gençler, pop-rock-metal’lerle, dövme-piercing’lerle AYKIRI-DURUŞ’un kendisine sağlayacağı prestijin hazzına talip.

HDP’nin Neması

Genç kitlelerin kimlik arayışlarından siyasal arenada en çok nemalanan siyasi parti HDP. Mesele, Kürt Sorunundan çok uzak. Kendisinin bile farkında olduğunu sanmıyorum ama, HDP imaen, genç kitlelere, AYKIRI bir PROLETER AHLAK hazzı vaat ediyor. Devrimci, İslamcı, ülkücü siyasal kimliklere karşı, ezberbozan bir alternatif siyasal - ideolojik kimlik sunuyor. Genç kitlelerin en çok rağbet ettikleri; mağdurun, mazlumun, dışlanmış olanın ve hatta eziyet çekenin, işkence görenin yanında olma duygusunu istismar etmeye çalışıyor. Gençlerin, AYKIRI DURUŞ sergileyerek kendilerini anlamlı ve değerli kılma arzularına hitap ediyor. Bu PROLETER AHLAK; genç kitlelerin muhakeme güçlerine pranga vuruyor. Tıpkı bizim kuşağın, içi boş sloganlara kendilerini şuursuzca teslim etmesi gibi, kaybedenin yanında yer alma erdemine duyulan tamahkarlık, gençlerimizin gözlerine perde çekiyor. Bu narkotik etki de doğal olarak, onların kuru bir yaprak gibi savrulmalarına neden oluyor. Kendilerini ikaz eden veya eleştiren her iletiye peşinen tepki veriyorlar. PROLETER AHLAK ile meşrulaştırıp sindirdikleri, onların bu AYKIRI DURUŞ’larını sorgulayan her girişim, onlarda, inanılmaz bir direnç yaratıyor. 70’li yılların ergenleri olan bizler, bu halet-i ruhiyeyi, daha şamil bir biçimde ve ziyadesiyle yaşamıştık. Kor gibi zihinsel haritamıza nakşedilmiş olan yol işaretlerini, bin bir tahribat ve badireden sonra fark ettiğimizde, “atı alan” çoktan “Üskadar’ı geçmiş”ti. Vatan ve millet romantizmi ile yollara düşen sağcılar ile solcular, en büyük hasarı, vatanlarına ve milletlerine vermişti.

Kurtuluş Yolu Yok

Elbette şer odakları, her zaman, bu durumdan akıl almaz menfaatler sağladı ama bunun en temeldeki nedeni, özellikle büyük kentlerde, modernitenin yaydığı bir virüs. YALNIZLIK DUYGUSU adını koyacağımız bu virüsün telkin ettiği temkinlilik ve tedirginlik, genç insanlarımızı puslu serüvenlere sürüklüyor. Terk edilmişlik, dışlanmışlık, kimsesizlik, umursanmamışlık gibi semptomlar halinde kendini belli eden ve ANLAM YOKSUN’luğu ‘FOBY’si yaratan bu yalnızlık duygusu, ergen yaşlardaki ve ergenlik sonrası dönemlerdeki gençlerimizi kasıp kavuruyor. Onlara daha sahici anlam çerçeveleri sunamadığımız sürece de, canımızdan birer parça olan gençlerimizin oradan oraya savrulmalarını yaşlı gözlerle izlemeye mahkumuz.

Daha travmatik bir ortamda olduğumuz için midir bilmiyorum ama bizim kuşağımız okuyordu. Sağcılık adına veya solculuk adına tek yönlü de olsa, okurduk. Ben bile, Georges Politzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri isimli kitabını, eğitim gördüğüm imam-hatip lisesinin son sınıfında okumuştum. Marksist ya da materyalist olmamıştım ama, o güne kadar özenle süslemiş olduğum zihinsel kalıplarımın nasıl un ufak olduğunu bugün gibi hatırlıyorum.

Biz, iki kelime güzel söz bulabilmek için, saatlerce volta atardık. Duvarlar, sıralar, hatta tuvalet kapıları, bizim methiyeler düzdüğümüz yazı tahtalarımızdı. Aşkımızı da yazardık, ideolojimizi de. İkisini de severdik. Bazen ikisini aynı anda, bir arada bulurduk, bazen de ikisine ayrı ayrı rastlar, birbirinden gizleyerek severdik.

Burası Cinnet Köşesi

Ne yazık ki, bugünün gençlerinin okumaya vakti yok. “Selam” yazmaya bile zaman ayıramıyorlar ve “slm”ile geçiştiriyorlar. Her aradıklarını, üstelik de birkaç cümle veya paragraf halinde, hap gibi, “Google” denilen CİNNET KÖŞE’sinde bulabiliyorlar. Zihinsel bir çaba veya muhakeme için zaman harcamaktan kurtuluyorlar. Ne birbirleri ile konuşmaya, tartışmaya, değerlendirmeye ve yorumlamaya ihtiyaçları var. Ne araştırmaya, soruşturmaya, sorgulamaya ve aradıklarını bizzat arayıp bulmaya tahammülleri var. Ne bulduklarını kendilerince okumaya zamanları var ve ne de bulduklarını kendilerince yeniden yazmaya. Kısacası, bugünün gençlerinin DÜŞÜNMEYE zamanları da yok, mecalleri de.

Bence, genç kitlelerin nefes alıp verdikleri bu NARKOTİK ATMOSFER üçüncü dünya harbi kadar önemli.