Gözümüzle Gördüklerimize Bile İnanmıyoruz
Fransız Dergisi Charlie Hebdo’ya saldırı, gerçekten de 11 Eylül saldırısına denk bir etki yarattı. Türkiye’deki bir gazetenin dergideki bazı karikatürleri yayınlaması, Türkiye’deki tartışmaları da alevlendirdi ve siyasal polemik konusu haline getirdi.
Fransız Dergisi Charlie Hebdo’ya saldırı, gerçekten de
11 Eylül saldırısına denk bir etki yarattı. Türkiye’deki bir
gazetenin dergideki bazı karikatürleri yayınlaması, Türkiye’deki
tartışmaları da alevlendirdi ve siyasal polemik konusu haline
getirdi.
Önce katliama bakalım: Bana ters gelen bir şeyler var. Bir kere, nüfus cüzdanını unutan bir katil, nasıl oldu da, canlı yayın eşliğinde katliam gerçekleştirildi. İkincisi, hani polisin yalvardığı kareler var ya, oraya çok dikkatli bakın. Kurşun sanki beton zemine çarpıp toz kaldırıyor gibi. En önemlisi de üçüncüsü. Daracık bir sokakta iki teröristi polis arabası sıkıştırıyor. Sonra sanki talimat almış gibi polis arabası yolu açıyor. Teröristler kurşun sıkıyor gibi. Polisler, bu tür durumlar için yetiştirilen profesyoneller. Birkaç dakika oyalasalar ve hatta araba ile sokağın başını kapatıp kaçsalar bile, iki terörist o sokakta sıkışıp canlı ele geçirilebilecek ve cinayetleri olanca çıplaklığı ile aydınlatmak mümkün olacak. Biliyorsunuz, gene canlı yayın eşliğinde öldürüldüler. Market baskınından da söz edildi ama kadına Türkiye’de rastlandı. Velhasıl katliam muamma olarak kaldı.
Bu yönüyle değil de kamuoyu başka yönleriyle meşgul edildi.
Din, fanatizm, fikir özgürlüğü gibi. Belki de sadece katliam
tartışılmış olsaydı, kamuoyunun daha sağlıklı bilgilenmesi mümkün
olurdu.
Ben katliamın bir proje olduğuna inanıyorum. Müslümanlıkla,
Yahudilikle, Hristiyanlıkla, fanatizmle, fikir özgürlüğü ile
ilgisinin bulunmadığını düşünüyorum.
İddialara bakalım:
“Müslümanlar cihatçılar ve ılımlılar olarak iki kampa ayrıldı. Cihatçılar terörist, ılımlılar iyi. Dolayısıyla, cihat duygusu olduğu sürece Müslüman terörizmi son bulmaz”. “İslamiyetin hoşgörüsü yok. Kutsala dokunulduğunda şiddete yöneliyorlar. Müslümanların fikir özgürlüğüne saygısı olmadığı gibi, medeniyetten uzak barbarca yaşıyorlar. Bir arada bile olamıyorlar. Müslümanları en fazla katledenler gene Müslümanlar”. “İslamiyetin kutsalına kimse dil uzatamaz. Haddini bilmeli. Müslümanları provake edip şiddete maruz kalıyorlar”. “Din ve özellikle İslamiyet hasım üretmek ve husumet yaratmak için kullanılmaya çok elverişli. Haç, sekülarize edilerek simgesel hale getirildi ama İslamiyet katılığını koruyor. Bu yüzden de Müslüman ile Hristiyanı bir arada barındırmak mümkün değil”.
Birkaç iddia veya argüman daha sıralamak mümkün ama
anlaşıldığı kadarıyla tartışmalar, aşağı yukarı bu çerçevede sürüp
gitmektedir. Ben bu iddiaların hiç birisine katılmıyorum. Çünkü
katliamın açıklanamayan mesnedi ve gizlenen senaryosu olmalı.
Gerekçelerim şunlar:
Birincisi, Avrupa dünyasının din eksenli bir politikaya itibar edeceğine ihtimal vermiyorum. Din onlara göre ortalama insanlar için geçerli. Ülkeler ve hükümetler için değil. Diplomatik, siyasal ve özellikle ekonomik ilişkilerde, din ve inanca asla yer yoktur. Faktörlerden birisi bile değildir. Ama sokaktaki ortalama insanı, din ve inanç eksenine, sicime dizer gibi dizebilirsiniz. Onları kategorize eder, algılarını organize eder, ortamlarını önceden programlayarak, vaaz ettiğiniz konuların lehinde veya aleyhindeki muhtemel tepkilerini önceden takdir edip, onların zihninde rıza imal edebilirsiniz.
İkincisi ekonomiktir. Avrupa’nın ciddi bir ekonomik kriz
içinde olduğunu biliyoruz. Bu kriz konjonktürel değil, yapısal.
Krizin nedenlerinden birisi doyuma ulaşmışlık ama asıl neden
tüketim eğiliminin azalması. Ekonomik büyüme çok düşük, bazı
yerlerde geriye gidiş var. Bununla birlikte müthiş bir göç alıyor.
Göçmen ve yabancı sorunu önce İngiltere’de başlamıştı. Sonra
ahtapot gibi tüm Avrupa’yı sardı. Yerli çalışabilir nüfusun
tenezzül etmediği işlerde göçmenler ve yabancılar çalışıyor.
Balkanlardaki ülkelerin AB üyeliği, Sovyetlerin dağılması, Kuzey
Afrika ve Ortadoğudaki kargaşa, Avrupa’yı inanılmaz cazip hale
getirdi. Ücretler yüksek, insan hakları ve yaşam kalitesi oldukça
tatminkar. Avrupa’nın da bu niteliksiz işgücüne ihtiyacı var.
Bununla birlikte yeni kuşaklar, yani Avrupa’da doğup büyüyen ve
seçkin okullarda okuyan göçmen ya da yabancı çocukları, ebeveynleri
gibi her şeye razı olmuyorlar. Daha fazla eşitlik, adalet, hak ve
refahtan daha fazla pay istiyorlar. Yönetimler bu taleplerden çok
muzdarip. Ellerine hiç koz yok. Yani iç ve dış kamuoyuna şöyle bir
argüman sunabilseler çok rahatlayacaklar: “Göçmenler ve
yabancılar. Bilhassa Müslüman işgücü bizlerle denk olamaz. Bize
hizmet için buradalar. Onlar barbar ve aşağılanmaya müstehak. Zül
ve zelil bir yaşama mahkumiyet onların hadlerini bilmeleri için
şart”. Fransa’daki katliam, böyle bir argümana, oldukça
güçlü bir mesnet teşkil ediyor.
Üçüncü olarak siyasal ve pek çok sosyo kültürel faktör söz
konusu ama burada hepsini ele almak mümkün değil. Hatırlarsanız,
kısa bir süre önce roman bir bebeğin cenazesi sorun olmuştu.
Yani göçmenler ve yabancılar asimile olmuyorlar. Tam tersine
yaşadıkları yerleri kültürel olarak istila ediyorlar. İbaretlerine
engel olunamıyor. Yaşam tarzları ile düzeni, disiplini, huzuru
bozuyorlar. Kurumları işlemez hale getiriyorlar ve kuralları
sürekli ihlal ediyorlar. Ama kamuoyu baskısı oluşturdukları için de
haklarından gelinemiyor. Çalışıyorlar, kazanıyorlar ve tasarruf
eğilimleri yüksek olduğu için de hızla zenginleşiyorlar. Nüfusları
geometrik artıyor ve artık yerli halka yönelik olarak hemen her
bakımdan ciddi bir tehdit arz ediyorlar. Bu tehdidi bertaraf
etmenin yegane haklı ve meşru gerekçesi kamu güvenliği olabilir.
Yabancı ve göçmenlerin terörizme ve suça yatkınlığına dair
kanaatler inşa edilebilirse, onlara yönelik her türlü girişim
mazur, meşru ve haklı hale gelebilecektir. Sanıyorum Charlie Hebdo
katliamı, siyasal ve sosyo kültürel alandaki pek çok kamu güvenliği
önlemi açısından da son derece ikna edici bir mesnet anlamı
taşımaktadır.
https://twitter.com/cengizanik15
https://twitter.com/cengizanik15