BIST 9.645
DOLAR 32,52
EURO 34,85
ALTIN 2.432,60

Gençlere değer vermek /korumak kim(ler)in görevi?..

Gençliğin elden gitmemesi için, ortak değerlerin öğretilmesi gerek…

GÜNÜN TÜRKÜSÜ, Zara’dan…Asker yolu beklerim/Yozgat (Kaynak:Nedim Akdağ, Derleyen,notaya alan: Nida Tüfekçi) Afrin Harekatına katılan ve  terörle mücadele eden  TSK Mensuplarımıza ve ailelerine gönderiyoruz…
GÜNCEL/ETİKLİK: “Etiklik” sadece üniversitelere has değil, “tüm makam sahiplerinin” de “etik olması” gerekiyor. Çankırı Valisi Hamdi B. Aktaş'ın, eşini İl Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı ataması etik olmamıştı. İlgili haber basına düşünce, eşi görevinden istifa etti... Ve, önce düşünemediği gerçekler ve idealler eşinin açıklamalarıyla  ortaya çıktı!; "Devletimiz için canımızı ortaya koymuş insanlarız" , " yeterki hükümetimize bir zarar gelmesin", "Okulda huzursuzluk olmaması için bir okulun huzurunu düşünürken tüm milletimizin huzurunu kaçıracak değilim”, “Ülkemin çıkarları varken ben en son haber olması  gereken kişiyim.”
Atama basına düşmeseydi;   “devlet,hükümet,huzur,itibar” söylemleri  ne olacaktı?... Bu tür atamalar sık sık karşımıza çıkıyor. Bir iş yaparken öngörüde bulunmak/sonunu düşünmek  lazım.  Devlete güveni, zaafa uğratmayalım… Lütfen!...
Gençlik…

MEB ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, eğitim amaçlı diyerek, 20-25 yıllığına   bazı dernek/vakıflarla protokol imzalıyor ve kaynak aktarılıyor, görev alanlara ücretleri ödeniyor.  Hiçbir STK, babasının hayrına  bu işleri yapmıyor. İsmi açıklanan ve toplumca bilinmeyen  bu STK’lar toplumda eleştiri de alıyor. Oysa; dernek ve vakıflara gerek yok, ülkemizde üniversiteler varken, o gücü kullanmayıp, farklı cemaatlere bağlı şekilde yapılana kuruluşlara yer açmak    yanlış olsa gerek. Kanunlarımıza göre; genel eğitim MEB’in ve YÖK’ün, dini eğitim DİB’in asli görevi. MEB okullardaki  eğitimcileriyle, YÖK 55 İlahiyat Fak./İslami İlimler Fak.  ile,  DİB 100.00 camideki   görevlileriyle her projeyi yürütecek güçtedir. 

İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz’da, Pendik Haseki Dini Yüksek İhtisas Merkezi'ndeki 'Yol Ahlakı' konulu konferanstaki konuşmasında konuya değinmiş; "Denetlenebilir olmak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en büyük avantajıdır. Bugün Türkiye’de İslam adına faaliyet gösteren pek çok cemaat ve tarikatın şeffaf ve denetlenebilir olmaması gerçekten bir problemdir. Osmanlı döneminde devlet bu tip tarikat yapılarını denetlemeyi gündemine almıştır. Çünkü onlardan çok çekmiştir. 1402 yılında Ankara Savaşı'ndan sonra Şeyh Bedreddin vakası Osmanlı’nın başına 10-15 yıllık bir sıkıntı meydana getirmiştir. Şeyhliği şahlığa çevirmek isteyen bu zat, Osmanlı’ya bir fetret dönemi yaşatmıştır. Osmanlı, bunun farkındadır. Bu yüzden meşihat makamının içerisinde birimler kurarak, tarikatları kontrol etmek istemiştir. Diyanet’in algısı da budur."

Unutulmamalı ki; "kontrolsüz güç, güç değildir!é ve gençleri korumak, standart bilgilerle donatmak gereklidir. Sonradan ah- vah dememek  için; olaylara kurumsal bakan bir kişi olarak,  yöneticilere hatırlatmak  istedik.

Hilal Öztürk’ün   (Karar/22.12.2017) haberine göre; TÜBİTAK desteğiyle “İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilgi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi” tarafından, “Diğeri ile Karşılaşmada Ötekileştirme/meyi Anlamak: Türkiye’de Gençlerle Empati ve Eşitliği Tartışmak” adlı proje (2015-2017) yapılmış. 2.5 yıllık araştırma   kitap haline de  getirilmiş. Sonuçlara bakalım;

1/ Gençlere bir dizi kimlik sayılıp bu kimliklerden ne sıklıkla ‘biz’ diye bahsettikleri soruldu. Birinci sırayı aileleri (yüzde 94), ikinci sırayı Türkler (yüzde 76) aldı. Hemşehriler yüzde 57 oranında belirtilmişken, diğer oranlara sahip kimlikler eğitimli insanlar (yüzde 69), Atatürkçüler/Kemalistler (yüzde 52), laikler ve modern insanlar (yüzde 49) olarak sıralandı. Dindarlar (yüzde 45) ve muhafazakârlar (yüzde 36) oranlarında ortaya çıktı.

2/  Gençlerin yüzde 90’ı “kızlarının diğer gruptan birisiyle evlenmesini” kabul etmeyeceğini söylerken, yüzde 84’ü çocuklarının karşı tarafın çocuklarıyla da arkadaşlık etmesini istemiyor. Yine yüzde 84’lük bir kesim diğer grup üyeleriyle iş yapmayacağını belirtiyor. Bu rakamlar gençler arasında ‘sosyal mesafe’nin çok yüksek olduğunu gösterdi.

3/ Gençlerin yüzde 22’si mahallede bu grubun mensuplarıyla karşılaştığını söylerken, okulda karşılaşanların oranı yüzde 19 oldu. Yüzde 11’lik bir kesim, diğer grup mensuplarıyla çarşıda/pazarda karşılaşıp sohbet ettiğini belirtirken, yakın arkadaş olduğunu söyleyenlerin oranı da yüzde 11’de kaldı. Bu gruptan birisine misafirliğe gidenlerin oranıysa yüzde 10.

Araştırma ekibinden Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci Karar’a yaptığı değerlendirmede; gençlerin diğer gruba dair sahip oldukları ötekileştirme algılarının, sosyalizasyon süreçlerinden etkileniyor. Büyüme süreçlerinde dindar bir sosyalizasyondan geçen gençlerin ötekileştirme algılarının daha düşük, başka bir deyişle diğer grup hakkında daha olumlu algılara sahip.  Dini değerler beraber yaşama açısından olumlu bir katkı sunuyor. Ayrıca sanat da ötekileştirme algıları azaltıyor. Temas da ötekileştirme tutumları azaltıyor. Bu noktalar üzerinde düşünmeli ve bu farklı boyutları tartışmalıyız” dedi.

Bu araştırmayla aynı tarihlerde, 3-10 Aralık 2016’da Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği, Infacto RW araştırma şirketine benzer bir çalışma yaptırmıştı. Bin 24 kişiyle 16 ilde yüz yüze görüşmeyle gerçekleştirilen çalışmada, katılımcıların yüzde 83’ü, kızının uzak hissettiği parti taraftarlarından biriyle evlenmesini, yüzde 78’i o partinin taraftarlarından biriyle iş yapmayı, yüzde 76’sı komşu olmayı, yüzde 73’ü çocuklarının arkadaşlık etmesini istemiyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin araştırması ise gençler arasındaki ötekileşme oranlarının toplumdaki genel kutuplaşmaya göre daha yüksek olduğunu ortaya koydu.

Gençlerin doğru bilinçlenmesinde, iletişim araçlarına da önemli görevler düşüyor. Mankenlerin, yorumcuların, popüler isimlerin; erotik resimleri, kaçamakları, restoranlardaki resimleri, yurt dışı kaçamakları, gezileri, bilinçli  frikik vermeleri v.b. basında –maalesef- birinci haber olarak yer alıyor ve gençlere kötü örnek oluyor.  Ve, bu kişilerin “büyük aşk” yaşadıkları belirtilerek, adeta “sevgiyle/aşkla”  alay ediliyor. Bilinen bir kuraldır; “bir kere aldatan, her zaman aldatır.” Popülerlerin; günlük, haftalık aşkları! artık usandırıyor. Her yeni/genç isim de, bu yolda yürümeye çalışıyor.  Merak ediliyor, bu isimleri taşıyan/gezdiren ve  iş insanları olduğu söylenenler; nereden para kazanıyor ve ne vergi veriyorlar? Bu değirmenin suyu nereden geliyor? Vergi kanunlarından mı yararlanılıyor? Kurumlarına harcama gösterip vergiden mi düşülüyor?  Memleket bu kadar sıkıntıdayken, taşeron işçiler kadro peşinde koştururken, çalışanlar vergi dilimlerinden sızlanırken, bankalar şubelerini ve personelini azaltırken…%99’u Müslüman denilen  ülkemizde, bu  nasıl oluyor???

“YALOVA'da hizmete giren 'hapishane' konseptli kafeye gençler yoğun ilgi gösteriyor. Kafede garsonlar gardiyan ve mahkûm kıyafetleriyle hizmet veriyor. İçerisinde hücrenin de olduğu kafeye gelen müşteriler, mahkûm kıyafetleri giyerek istediği bölümde fotoğraf da çektirebiliyor. Rüstempaşa Mahallesi Barış Sokak'ta yaklaşık 1 ay önce hizmet vermeye başlayan 4 katlı, 'hapishane' konseptli Haft Coffee'ye, gençler ilgi gösteriyor. Kafede garsonlar gardiyan ve mahkûm kıyafetleriyle hizmet veriyor. İçerisinde hücrenin de olduğu kafeye gelen müşteriler, 'mahkûm' kıyafetleri giyerek istediği bölümde fotoğraf da çektirebiliyor.”(Basından)

SONUÇ: Gençleri daha ciddiye almak, her kademede “sosyolojik araştırmalar” yapmak, onları suçlamak yerine “çözüm odaklı yaklaşarak” kazanma yoluna gitmek, ötekileşmeye giden yolu kapatmak, millet olma vasfının olmazı; bayrak, vatan,demokrasi,hukuk, din, birlik-beraberlik v.b. ortak değerlerin özümsenmesi için çalışmak, her   büyüğün görevi olmalıdır.

MEVLEVİLİK, NEDİR?..

Hz. Mevlana’nın 22. Kuşak torunu olan,  Esin Çelebi Bayru, Başkan vekilliğini yaptığı Uluslararası Mevlana Vakfı’nda 6.01.2018’de  Mevlevilik üzerine bir söyleşi gerçekleştirmiş ve şunları söylemiş;
“Mevlevihaneler Hz. Mevlana’nın düşüncelerinin anlatıldığı, dini ve edebi bilgiler yanında Arapça, Farsça, Osmanlı Türkçesi öğreten birer filoloji, müzik eğitimi veren birer konservatuar ve güzel sanatların çeşitli dallarında birer akademi gibi sanat eğitimi veren okullar olmuşlardır. 1001 günlük ilk eğitim süresini düşünürsek yaklaşık 3 yıl sürmektedir. Bu okullarda on sekiz görev olurdu ve nefsi terbiye etmek mühimdi. Mesela talebe, alışverişe gönderildiğinde, zaman kullanımı, para kullanımı ve benzeri becerilerin takibi yapılırdı. Mevlevihaneler edep öğretilen yerlerdi. Giyecekleri biz hanımlar hazırlardık, Hizmet tennuresi, nefti, kahve veya bordo olurdu ve tennurenin etekliği sahan kapağı kadar açılırdı ve yerden en az iki karış kısa olurdu. Mevlevilik’te kadınların da yeri vardır. Hanımlar, meydan-ı şerife çıkmamışlardır. Bu kısım, erkek yatılı okulunun yani Mevlevihane’nin tören alanıdır dolayısıyla hanımlar mahfilinde kadınlar sema ederlerdi. Kadınların, Arakiye giydiklerinin ve bilgi paylaşımında bulunduklarının bilindiğini ancak meydan-ı şerife çıktıklarına dair bir kayıt yok. Şu an yapılan semanın örfe uygun değil, şimdiki semazenleri beğenmiyorum, çünkü semazenler sıkı bir eğitimden geçmiyor. Ben, kardeşim Faruk Hemdem Çelebi ile birlikte, ortasında “kabara” isimli küt başlı çivinin çakılı olduğu bir tahtada eğitim gördüm. Çivili tahtaya okunmuş tuz serpiştirilerek ve çiviye sol ayak konulan bu ders çıplak ayakla yapılırdı. Sema, abdestli bir derstir. Şimdikilerde bu yok, mest ile öğrendikleri için zıplayarak dönüyorlar.  Din adamları kendi dinlerini ve diğerlerini iyi bilmelidirler. Bütün dinlerin amaçların, tek Allah’a yönelmektir. Benzerlikler, bizi  bir olmaya götürür. Ne yazık ki bugünkü İslamiyet; Arapların âdeti-örfü ile karışmıştır. Biz dinimizi daha çok öğrenip sahip çıkmalıyız.”