BIST 9.693
DOLAR 32,58
EURO 34,80
ALTIN 2.513,75
HABER /  MEDYA

Ertuğrul Özkök'ten AK Parti bombası yüzde 60 oy alır

Ertuğrul Özkök, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Hürriyet arasındaki gerilim için "...küs değilim ki barışayım. Erdoğan’a küs olsam bile Cumhurbaşkanına küs olamam. Ülkemin Cumhurbaşkanı o." diyor.

Abone ol

İNTERNET HABER - ÖZEL İÇERİK

Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök 20 yıl yaptığı Genel Yayın Yönetmenliği'nden 2009 yılında ayrıldı. Ancak hala medyanın en çok konuşulan, yazdıkları en çok tartışılan isimlerinden biri.

"Yeniden Hürriyet'in başına geçecek" diyen de var, "28 Şubat'ta yaptıkları için hesap verecek" yazan da... Aydın Doğan ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında yaşanan gerilimlerin kaynağı olarak onu gören de var, gerilimi onun çözebileceğini düşünen de...

Medyanın, her zamankinden daha çok Türkiye'nin gündeminde olduğu şu günlerde, tecrübeli ekran yüzü Hande Aydemir, İnternet Haber adına Hürriyet yazarını ziyaret etti.

Uzun bir sohbet ile medyayı, Türkiye'yi, AK Parti'yi, Erdoğan'ı, patronu Aydın Doğan'ı, işsiz gazetecileri, el konulan gazeteleri, hükümete yakın medya ile gerilimlerini, yazmak istediği kitapları, birgün Hürriyet kapanırsa yapacaklarını konuştular... Kısaca pek çok konuda Hande Aydemir sordu, dikkat çeken yorumları ile Özkök yanıtladı.

İşte Özkök röportajının ikinci bölümü:

GAZETELERE KAYYIM
ATANMASI ANAYASA SUÇU

HA- Zaman gazetesine kayyım atandı. Daha önce de Kanaltürk, Bugün televizyonu ve Bugün gazetesi’ne kayyım atanmıştı… Ardından bu gazete ve kanallar kapandı.

EÖ- Ben o meselelere sadece Anayasa acısından bakıyorum… Anayasa çok açık bir biçimde basın organlarının kitle iletişim araçlarının müsadere edilemeyeceğini yazıyor. Çok açık bir ifadeyle yazıyor. Bu gazetelere el konulması için hukuki bir takım şeyler buluyorlar falan. Hukuk öyle bir şeydir ki istediğin herkesi içeri atabilirsin. Ama gerçek hukuktan bahsediyorsak, gerçek hukuk kanunlarda yazılanlardır. Gazetelere ve televizyonlara el konulmasının bir anayasa suçu olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bırakın basın özgürlüklerini, Zaman gazetesinin geçmişte yaptıklarının filan tartışmanın manası yok. Ama Basın yayın organlarına el konulması çok acık bir anayasa suçudur. Ayrıca bu Türkiye’de özel mülkiyetin tehlikeye girmesi, tapunun delinmesi anlamına gelir. Süleyman Demirel, siyasi hayatının önemli bri bölümünü tapuyu deldirmem sloganı ile sürdürdü…. Ecevit “toprak işleyenin su kullananındır” diye ortaya çıktığı zaman, ona karşı tapuyu deldirmem dedi. Tapu, Serbest Pazar ekonomilerinde, ekonominin en temel direklerinden biridir. Onunla oynamaya başladığınız zaman o sistemin can damarlarından birini kapatmış olursunuz. Çok tehlikeli işler yapılıyor o konuda. Bu iki bakımdan bakıyorum ben olaya.

12 EYLÜL DÖNEMİNDE DAHA
ÖZGÜRDÜ GAZETECİLER

HA- Bundan 20 yıl önce de sorsalardı bu soruyu böyle mi yanıt verirdiniz?

EÖ- Ben 12 Eylül döneminde öğretim üyesiydim. Sadece oradan aldığım Asistanlık maaşım vardı. Karım çalışmıyordu. Çocuğum okula başlamıştı. Aldığım para da ayın onbeşinde bitiyordu. İşten atılsaydım evimin kirasını ödeyemeyecek durumdaydım. Ben böyle bir dönemde, rahmetli Bülent Ecevit ile beraber Arayış dergisinde çalıştım. Kendi imzam ile yazılar yazdım. Binanın kapısında bir resmi askeri araç, bir resmi polis aracı, bir sivil polis aracı duruyordu. O dönemde ne fakültemin Dekanı Emel Doğramacı, ne de benim çalıştığım İşletme Bölümü başındaki hocam Profesör Gülay Coşkun bana hiçbir zaman baskıyı yansıtmadılar. Ben orada, yazı yazmaya devam ettim. Beni fakülteden atmadılar. İki cesur kadındı onlar. O dönemde gazeteciler işinden atılmadı. Bir iki isim vardır belki ama, 12 Eylül Askeri rejiminde gazeteciler yazmaya devam ettiler. Gazeteler kapandı ama 1 haftalık kapandı. Milliyet’i kapattılar 1 hafta… Hürriyet’i kapattılar… Ama 1 hafta sonra tekrar yayına devam ettiler. Karşılaştırın arşivlerden, o dönemde Avrupa Konseyi’nden ya da Avrupa Birliği’nden basın özgürlüğü konusunda Türkiye’ye yapılan uyarılar bugünkünden daha azdı. Bunlar gerçekler.

50 YILDIR CHP’Lİ BAYKAL,
AKP’Lİ OLABİLİR Mİ HİÇ?

HA- Ahmet Hakan dedi ki “Deniz Baykal artık AK Partili olacak.” Baykal ise “özür istiyorum çünkü ben CHP’li öleceğim” diye yanıt verdi. Ahmet Hakan niye böyle bir şey demiş olabilir? Deniz Baykal AK Partili olabilir mi?

EÖ- Yok canım Ahmet’e de dedim, hadi gel iddiaya girelim diye. Deniz Baykal neden AKP’ye geçsin. Şu anda çok sağduyulu laflar söylüyor. “Bir ajandası var Deniz Baykal’ın” diyebilirsiniz. Siyasetçinin bir ajandası olabilir. Bunda garipsenecek bir şey yok. Deniz Baykal’ı ben asistanlığından tanıyorum. Ben öğrenciydim Siyasal Bilgiler Basın Yayın’da, o da Nermin Abadan’ın asistandı. O dönemden beri CHP’li. 1965’den bahsediyorum. Kaç yıl geçmiş. 50 yıldır CHP’li adam. Arada Özalcı olmuş, oradan oraya gitmiş bir adam değil. Keşke Deniz Baykal kalibresindeki adamlar AKP’de olsa…. Siyasi donanımı olan biri Baykal.

AK PARTİ FABRİKA AYARLARINA
DÖNSE OYU % 60 OLUR

HA- AK Parti’ye geçenler de var ama CHP’den…

EÖ- Vardır tabi. Ertuğrul Günay geçti. Ben sevindim, ama çok eleştirdiler. Keşke kabul etse AKP, açsa kapılarını böyle insanlar gelse. AKP de Türkiye’de de herkesin daha rahat oy verebileceği, benim çevremdeki insanlarında rahatlıkla oy verebileceği bir parti olsa….Neticede vatandaş olarak önümüzde 4 tane parti var: AKP, CHP, MHP, HDP. Bunlardan 2 tanesi daha büyük ve merkezi parti. Vatandaş olarak elimde özgürce seçim imkanı olsun isterim. Bundan memnun değilsem, buna vereyim; bu başaramazsa tekrar buna vereyim. Batıda bir sürü insan böyle davranıyor. Seçmen bazen Sosyal Demokrat Parti’ye oy veriyor, bazen Hristiyan Demokrat Partiye. O parti gidip bu parti gelirse hayatını, hayat tarzını tehdit altında hissetmiyor seçmen. Ama maalesef bizimki gibi ilkel demokrasilerde böyle değil. Bir parti gidip diğer bir parti geldiğinde ‘eyvaahhhhhhhhh. Biz ayvayı yedik şimdi… Bizi kim bilir ne yapacaklar!..’ korkusu başlıyor. Muhalif gazete diye susturuyorsun. Normal demokraside bunlar olmaz. Bunların olmaması, insanlara özgürce tercih ve seçilme hakkı verir. AK Parti bu baskıları uygulamasa, normal demokrat bir parti olarak gitse, söylemi daha yumuşak olsa iddia ediyorum bugün oyu yüzde 60’ın üzerindedir.

HA- Sert mi gidiyorlar?

EÖ- Sert değil, maalesef yok edici gidiyorlar… AKP liberalleşse, gerçek manada 2002’deki fabrika ayarlarına dönse bugün oyu %60’tır.

KILIÇDAROĞLU, HEM TÜRKİYE
HEM CHP İÇİN ŞANSTIR

HA-Kemal Kılıçdaroğlu’nu nasıl buluyorsunuz?

EÖ- Beğeniyorum. Hem de çok beğeniyorum… Kılıçdaroğlu, bu son seçim kampanyasında Türkiye’de bugüne kadar gördüğüm en seviyeli, en yapıcı, en güzel kampanyalardan birini yaptı. Kılıçdaroğlu CHP için şanstır.

BARIŞMAMIZ İÇİN AKİL İNSAN
DEĞİL MAKUL İNSAN LAZIM

HA-Deniz Baykal tekrar geri döner mi?

EÖ- Sanmıyorum artık. Deniz Bey artık bence görüşlerini bilge bir insan olarak Türkiye’ye anlatması gereken biri. Şu anda onu yapıyor. Çok başarılı. Onu yapmaya devam etsin. CHP içinde onun onursal bir yeri var. Bu makamın ona verdiği görevleri bence çok daha özgürce yapmaya başladı. Fikirlerini özgürce söylüyor. Baykal’ı tanıdığımdan beri ilk defa bu kadar yapıcı ve faydalı bilgelikte görüyorum. Hiç gocunmadan Ahmet Hakan onu yazmış, başkası şunu demiş, ben şunu yazmışım, o bunu yazmış… Bunlara hiç takılmadan bildiği yolda bilgece lafları söylemeye devam etsin. Çok önemli şeyler söylüyor. Barışmamız lazım bizim. Barışmamız için de barıştırıcı insanların olması lazım…

HA: Yani akil insanlara mı?

Akil insan lafını çok kolay harcadık. Bence akil insan edğil, makul insane ihtiyacımız var.

BEN ÖFKEMİ BASTIRIP MAKUL
İNSAN OLMAYA ÇALIŞIYORUM

HA-Kim olacak peki bu insanlar? Yazılarınızda bir ton değişikimlği var. Makul insan mı olmak istiyorsunuz?

EÖ- Artık olmaya çalışıyorum. Kendi yazı tarzımı ona göre değiştirdim. Eskisine göre daha az öfkeli bir haldeyim. Daha barıştırıcı bir yola girdim. Kavga sevdiğim bir şey değildi. Ama artık barıştırıcı, daha makul olmaya çalışıyorum. Çünkü -geçtiğimiz dönem, hala da devam ediyor bu dönem- maalesef Türkiye’deki bütün yazarları Emin Çölaşan olmaya doğru çekiyor. Aynı yere vuracaksın devamlı. Emin Çölaşan’ı eleştirmek için söylemiyorum bunu. Bu bir tarzdır. Ama ben o değilim ve o olmak istemiyorum. Fark ettim ki ben de o tarafa doğru gidiyorum. Bu bir özeleştiri değil. Bir gerçeği gördüm. İnsanlar kendilerine bakarlar, bir istikamete doğru ilerlerken, karanlıkta bir bakarsın yanlış yolda gidiyorsun. Hep oradan gitmeye devam mı edeceksin. Pusulana bakar, yolunu düzeltirsin. Türk basınının en kaliteli yazarlarını bile Emin Çölaşanlaşma tehlikesi bekliyor.

HA-Yılmaz Özdil?

EÖ- Yılmaz ve Bekir Coşkun başka yazarlar. Yılmaz’ı hayranlıkla izliyorum… Kadınlar gününde yazdığı yazı müthiş zekiceydi. Mizah da var. Bir ülkenin medyasına, ender gelebilecek bir insan. Allah vergisi bir şey var, hiç birimizde olmayan. Eleştirdiğim yazıları vardır, onun da benim yazılarımda eleştirdikleri vardır mutlaka, ama bütün yazı kariyeri boyunca, çok zeki yazılar yazan insan. Ben Onun da Bekir’in de Hürriyet’ten ayrılmasına üzüldüm. Onun da zekasının, aynı mizah aynı ve çarpıcılıkla, keskinliğinden kaybetmeden daha da yapıcı bir yere geleceğine inanıyorum. Ama kendine ait özgür bir kafası vardır. CHP’lilik, MHP’lilik hiçbir şey umurunda değil. Kendi bildiği yolda gidiyor. İktidar gazetecisi değildir. Ama muhalefet gazetecisi de değildir. Muhalefet yapmıyor. Hoşuma giden, genç kalmaya çalışan yanıma seslenen, güzel kaotik ve anarşik bir tarafı var Yılmaz’ın. Anarşist anlamında değil, yapıcı anlamında anarşik bir yanı var. O da benim hoşuma gidiyor.

HÜRRİYET BENİM EVİM
NEDEN BIRAKAYIM?

HA-Yapıcı olabilmek için, barışı sağlamak için, size deseler ki ‘Hürriyet’i bırak, madem barışı savunuyorsun, gel Sabah’ta ya da Star’da yaz.’ Ne dersiniz?

EÖ- Eğer bu ülkeye barışın gelmesi benim Hürriyet’ten ayrılmama bağlıysa ne ben burada bir dakika dururum, ne de Aydın Bey ve Vuslat Hanım beni tutar. Ama iş barıştırıcı bir şey yapmaksa, Hürriyet bunun için en iyi platform. Hürriyet bir muhalefet gazetesi değil ki, geniş halka seslenen bir popüler gazete. Kaliteli bir popüler gazete. Dünyada örneği çok az olan hibrit bir gazete. En entelektüel yazarlarla en popüler konuların yan yana olduğu, az ülkede örneği görünen bir gazete. Çok iyi bir showroom Hürriyet. Mesela Bild gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann, bana hep onu derdi: ‘Hürriyet az örneği görülen, hibrit bir gazete’ derdi. O yüzden de Türkiye’nin en büyük reklam taşıyan gazetesi Hürriyet. Çünkü sonuç alıyor ilan veren.

HA: Hürriyet’te yazmak nasıl bir duygu?

EÖ: Hürriyet’te yazmak bizim hepimizin değerini arttırıyor. Ne Ahmet Hakan, ne ben, ne Mehmet Yılmaz, ne Ayşe Arman, Kanat Atkaya, Fatih Çekirge, ne başkası… Biz bu yazıları Hürriyet’te yazmasak biz olamayız. Bu gerçeği kabul etmemiz lazım. Bizleri iyi taşıyan bir platform çünkü. Hürriyet’ten ayrılmak istemem, burası benim evim. Hürriyet beni kovmadığı sürece ben Hürriyet’ten gitmem.

HA-Tekrar Genel Yayın Yönetmeni olmayı düşünür müsünüz?

EÖ- Bak hayatta en emin olduğum şeylerden biri bu. Asla…20 yıl yaptım yeter artık. Genç insanlar yapsın. Artık genç değilim. 60’lı yaşlarımın sonuna geldim… Yapacağım daha güzel şeyler var. Geziyorum Rolling Stones konserine gidiyorum Havana’ya… Genel Yayın Yönetmeni olsam gidemezdim. Kafama esen yere gidiyorum…Benim için genel yayın yönetmenliği dönemi bird aha açılmamak üzere kapandı.

HA- Size ihtiyaç olduğu söylenirse?

EÖ- Niye söylensin. Hürriyet hala açık ara en iyi gazete. Başında Sedat Ergin gibi birinci sınıf, kaliteli bir gazeteci var. Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı gerçek bir yayıncı. Hürriyet’in gündeminde böyle bir şey yok. Dolayısıyla bu soruya cevap vermek bile abes.

ERTUĞRUL ÖZKÖK’ÜN İNANÇ ATLASI”
ADLI BİR KİTAP YAZACAĞIM

HA-Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz? Bir bakıyoruz Türkiye’desiniz bir bakıyoruz Paris’te... Gezmeyi de seviyorsunuz herhalde?

EÖ- Gezmeyi sevmiyorum. “Being there” dugusunu seviyorum. Yani önemli bir anda orada olmak. Mesela sırf bunun için Rolling Stones’un Havana’daki konserine gideceğim. Tarihi bir an.

Berlin’de duvarlar yıkılırken, orada olmak isterdim. O başka bir duygu. Ben Dünyayı kendime göre yorumluyorum. Mesele bir inanç kitabı için çalışıyorum. Yazıyorum diyorum ama palavra. Başlayacağım diye hava atıyorum herkese, bir türlü başlayamadım hala. Ertuğrul Özkök’ün İnanç Atlası’nı yazmak istiyorum. Ama bu bir din kitabı olmayacak. Benim yaratan ile ilişkim çerçevesinde gezdiğim yerler… Buda’nın ilk meditasyon yaptığı mağaraya gittim… Mekke’ye gittim… Vatikan’ın altındaki mezarlara inip Saint Peter’in kemiklerini gördüm… Bhutan’a gittim… Yemen’e gittim. En derin taraflarına. Etiyopya’ya gittim, 4. yüzyıldan kalma dağların dibindeki kiliseleri gezdim. Şimdi Machu Picchu’ya gideceğim. Latin Amerika inanç sistemini göreceğim. Oradan Darwin’in yolunu izlemek için Galapagos’a gideceğim. O da inancın anti tarafında olan bir şey. Böyle bir atlas yapacağım kendime.

HER İNANÇTAN BEĞENDİĞİM ŞEYLERİ ALIP
KENDİME BİR İNANÇ PUZZLE’I KURMAK İSTİYORUM

HA-Her dinden kendinize ait parçaları mı alıyorsunuz?

EÖ- Evet Ben ona inanıyorum zaten. Jacques Attali’nin 7-8 yıl önce ortaya attığı bir teori vardı: Geleceğin inançları, ‘Lego inançlar’ olacak diyor. Aynı zamanda ‘Ego inançlar’ olacak diyor. İnsanlar tüm dinlerden hoşlarına giden tarafları alacak ve kendilerine oradan bir iman imal edecekler diyor. Ben bunu yapmaya başladım kendi kendime.

CENAZE TÖRENİM KİLİSEDE YAPILSIN
DEDİM KIYAMET KOPTU

HA: Bunun için mi “Cenaze törenim klisede yapılsın” dediniz.

O cümle İslamın cenaze törenleri konusundaki hoyratlığına yönelik ciddi bir eleştiriydi. Evet öyle dedim. Dikkat edin, İslamı iyi bilen insanlardan hiç birn tepki gelmedi. Sadece nefret yemini etmiş bazı yeni köşeyazarları abuk sabuk laflar ettiler.

HA: Büyük bir tepkiden korkmadınız mı?

Bakın ben bu ülkede ikutsal kitapları en iyi okuyan insanlardan biriyim. İnanan insanları rencide edecek bir şey söylemem. Ağzımdan çıkan cümleyi bilirim. Cumhurbaşkanı bunu bir kere seçim meydanında kullandı. Bir sohbette bana “Kardeşim sen nasıl kilisede cenaze töreni istersin” deseydi, ben de ona şunu derdim? “Sayın Cumhurbaşkanı, Fehmi Koru, İngiltere’de okudukları sırada eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le klisede namaz kıldıklarını yazdı. Klisede namaz kılınabiliyor da, üstelik kılan insan bu ülkede Cumhurbaşkanı bile seçilebiliyorsa, cenaze töreni niye yapılamayacak?”

HA: Yine de riskli bir laf değil mi?

EÖ: Hiç değil. Çünkü ben inançları, kutsal kitapları çok okudum. Eski Ahit’ten Kuran’a kadar her şeyi çok iyi okudum. Müslümanlığın hiçbir kutsal kitabında gömme adetleri ile ilgili belirleyici bir şey yok. Ben bir şey söylediğim zaman laba rubaya söylemiyorum. Kimse gelip bana laf etmesin. Ben Müslümanların cenaze törenlerinin çok hoyrat, çok saygısız olduğunu düşünüyorum. Bu benim sorunum değil. Maalesef cenazeye saygımız yok. Kılık kıyafetlere dikkat edilmiyor. Yakınlarını Gömerke öteki insanların mezarının üstüne basarak yapılıyor. Biz en okumuş insanlar, Ufuk Güldemir’in cenazesinde mezarların üstüne çıktık. Yan tarafa bir başka cenaze geldi. Rica ettiler, müsaade edin biz de gömelim cenazemizi diye. Düşünün Türkiye’nin en okumuşları. ABD’de cenaze törenlerinin nasıl olduğunu görüyor musunuz? Şehitlere nasıl cenaze töreni düzenlendiğini? Geçen gün Sezen Aksu’nun annesinin cenazesinde, tabutu gördüğüm zaman teşekkür ettim İzmir Belediye Başkanı’na. İlk defa cilalanmış, insana saygılı bir tabut gördüm ben. İslam deyince hangi cenaze töreninden bahsedeceğiz? Vahabilerinkinden mi? Aile bile gitmiyor onlarda. Mezar taşı bile yok. Şiilerin mi? Tabut açık gömüyorlar. Hangisi İslami bunların? Biz de kendimize özgü bir cenaze töreni yaptık. Müslümanlık bütün dinleri tanıyan bir dindir diyorsunuz, sonra ben cenaze törenim orada yapılsın deyince, ‘vay efendim…’ Hangisi doğru bunların. Biri gelsin anlatsın ben de kendimi bileyim. Ben şunu söylüyorum: Bunu kabul edecek bir imam varsa, gelsin, duasını yapsınlar, sonra beni yine camiye götürsünler, ama geride kalanlarla, arkadaşlarımla, vedalaşmam bir kilisede olsun. Ya da camide, böyle banklar kurularak, insanlar oturarak, doğru düzgün yapılsın bu iş. Cenaze başında yapılan konuşmalar da çok hoyrat… Bir insan için daha güzeli, kısa bir konuşma yapılmasıdır. Bıraksınlar batıdaki gibi bir tanıdığı anlatsın öleni, 3 dakikada. Her defasında bir kağıt… Oradan kötü bir mikrofon ile metalik bir sesle yapılan bir konuşma. Bu beni üzüyor. Bugüne kadar hiçbir cenazeye kravatsız gitmedim ben. Karımın emri var. Koyu renk takım elbise. Eskiden başka renk kravat takıyordum. Bir gün Güneri Civaoğlu uyardı beni, ‘Cenazelerde bu takılmaz’ dedi. Civaoğlu’nun söylediği her şeyi yaparım. Hemen kalktım değiştirdim kravatımı.

HA-Güneri Civaoğlu ile aranız nasıl?

EÖ- Süper…

NEDEN SAVAŞTIĞIMIZI BİLİYORUM
AMA ANLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKİYORUM

HA-Güneydoğu’yu verin gitsin diyen bir kesim var. O kesimin içinde misiniz?

EÖ- Verin gitsin diyince veriliyor mu? Bu kadar kolay mı bu ülkede?

HA-Ya da verildi mi acaba? Gitti mi?

EÖ- Tamam da Kürtler gitmek istiyor mu? Hep konuşuyoruz böyle. Siyasetimize son 13 yıldır kahve köşesi dili, siyasetin baskın dili ve oranın mantığı günlük mantığımız haline geldiği için herkes konuşuyor tabi. ‘Ver gitsin!’ Ver gitsin denilen bölgede yaşayan insanların cebinde Türkiye Cumhuriyeti Kimliği ve ‘Vatandaşlık Kimlik numarası var, bunu unutmayalım bir kere. Biz ülkenin sahibiyiz onlar da burada misafir değil. Onlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı. Oy veriyorlar, TBMM’de temsil ediliyorlar. Dolayısıyla tek taraflı bir ‘Ver Gitsin’ olmaz. Bu bir prosesin sonucu. Ama tabi ki artık hepimiz şu soruyu soruyoruz: Araya öyle çok kan girdi ki, o kadar kötü olaylar yaşandı ki bundan sonra birlikte yaşamamız mümkün mü artık? Ben hala mümkün diyorum. O bölgeye bakıyorum. Şehirler dolu kahvehanelerde insanlar var, hastanelerine insanlar gidiyor, uçaklar insanları taşıyor. Orası Türkiye’nin bir parçası hala. Ama o bölgenin kaderi sadece bizim elimizde değil artık.

PKK ARTIK KÜRT
İŞİD’İ HALİNE GELDİ

HA-Kimin elinde?

EÖ- Bilmiyoruz! Kimin elinde olduğunu bilmiyoruz artık! Demirel’in çok önemli bir lafı var. Diyor ki, “barışmayı bilmeyenler savaşmamalı…” Geçmişte böyle şeyler yaşandı. Köyler taşındı. Sonra? Çözüm Süreci başladı, gayet güzel gidiyordu. Sonra neden bozuldu hiç birimiz bilmiyoruz. Birincisinde niye savaştığımızı anlıyorduk. Şimdi neden savaştığımızı anlamıyorum. Kim için, ne için savaştığımızı anlamıyorum. Anlamıyorum derken Ankara’daki hükümeti de anlamıyorum. Oradaki HDP’yi de anlamıyorum. PKK’yı anlamaya çalışmıyorum zaten, çünkü mantıksız ve İŞİD’den beter bir terör örgütü haline geldi. PKK artık Kürt İŞİD’idir.

HA: Barış artık mümkün değil mi?

EÖ: Geçmişte barışan insanlar, bugün de barışabilir. Diyarbakır Cezaevi, 12 Eylül’den sonra yaşananlar, köylerin boşaltılması barışmamıza mani olmadı. Ama çok yıl kaybettik, çok can kaybettik, çok can yandı, çok ailenin ocağına ateş düştü. Şimdi biz kendi şehitlerimize bakıyoruz, askerimize, polisimize, şehidimize, ama öteki tarafa onların gözünden baktığımız zaman oralarda da bazı insanlar evlerinde kaybettikleri çocuklara ağlıyor. Onlar da öyle bakıyor. Ama ben şu anda iki tarafta da Hükümet tarafında da öbür tarafta da bir ‘Amok Koşusu’ görüyorum. Amaçsız bir şekilde, kötü bir yere doğru, bir koşu görüyorum.

YAĞLI İPTEN ALLAHIN İPİNE BU KADAR KOLAY
DÖNÜLEBİLİYORSA HALA UMUT VAR DEMEKTİR

HA: Nasıl dönülebilir bu noktadan?

EÖ: Bilmiyorum ama unutmayalım ki Tayyip Erdoğan pragmatik bir insan. Bir günde dönebiliyor.  2011’de seçim meypdanlarında yağlı urgan kavgası vardı. Devlet Bahçeli ile Erdoğan, Sen mi asacaksın ben mi asacağım polemiği yapıyordu. Aynı Tayyip Erdoğan üç yıl sonra Kürt sanatçıların elinden tuttu Diyarbakır meydanında çıktı… Abdullah Öcalan’ın mesajları okundu Nevruz’da. Bu kadar hızlı yağlı ipten kardeşlik ve Allah’ın ipine sarılma bu kadar kolaysa, bugün de geçiş kolay olabilir diye düşünüyorum ben. Hesap soran da yok. Demirel koydu bunun parolasını: Dün dündür, bugün bugündür. Unutulur…

ERDOĞAN NEDEN YARI-BAŞKANLIK SİSTEMİ İSTİYOR Kİ! ZATEN ŞU AN TAM BAŞKANLIK SİSTEMİ UYGULANIYOR

HA-Yarı başkanlık sistemi gelir mi Türkiye’ye yoksa gelmiş bile olabilir mi?

EÖ- Ben Cumhurbaşkanını anlamıyorum. Cumhurbaşkanı şu an yarı başkan değıl tam başkan. Niye bir başkanlık sistemi arıyor anlamadım ben. Gerçekten niye zorluyor bu kadar? Şu an Başkan çünkü ve biz de kabul ettik onun başkan olduğunu. Daha ne istiyor anlamadım. Daha farklı ne olabilir ki? Şu anda hükümetin başı… Yargıya emir veriyoR, İhalelerde istediği gibi karar veriyor… Ülkelerle ilişkileri istediği gibi bozuyor ya da düzeltiyor. Çok iyi anlamış değilim… Biraz… Neyse söylemek istemiyorum. Dilimin ucuna geldi ama söylemeyeyim şimdi.

DEMİRTAŞ FARKLI DAVRANABİLİRDİ
AMA MAALESEF DAVRANAMADI!

HA-HDP’li vekiller konusuna gelelim istiyorum. Seçimlerden önce biz Demirtaş’ı saz çalarken ekranlarda gördük, evini açtı. Kimileri ‘Aaa tatlı çocukmuş’ dedi, kimi kesim ‘Hayır ne olursa olsun ben sevmiyorum onu’ dedi. Sizin ilginiz, tavrınız nasıldı Demirtaş’a?

EÖ- O gün nasıl bakıyorsam bugün de öyle bakıyorum. Demirtaş, Türkiye’nin kaybetmesi değil kazanması gereken bir siyastçi… Çünkü pozitif ve yapıcı bir tarafı vardı. Maalesef 7 Haziran’dan sonra farklı davranabilirdi. Ama davranmadı!.. ‘Davranmadı’ değil ‘davranamadı’. Şunu unutmayın Demirtaş, 7 Haziran’daki başarısı hem Türk, hem de Kürt tarafındaki radikallerde bir kıskançlık yarattı, bu bir gerçek. İki taraf da çekemedi. Onda yükselen bir yıldız gördüler ve kıskandılar.

HA: Bugün için ne diyorsunuz?

EÖ: Saldırıları göze alıp söyleyeceğim. Türkiye Selahattin Demirtaş’ı kaybetme hoyratlığı göstermemeli. Kazanmaya çalışmalı. Demirtaş 7 Haziran’dan sonra daha cesur davranabilirdi. ‘Siz ne yapıyorsunuz?’ diyebilirdi PKK’ya. ‘Bizim bu kadar kazanımımız var, Meclisteyiz, bu kadar Türk geldi bize oy verdi, güvendi…’ Böyle diyebilirdi. Bunu söyleme marjı vardı. Söyleseydi daha da büyürdü. O zaman iki tarafın da oyununu bozabilirdi. Maalesef yapmadı. Özellikle altını çiziyorum, Sur’a yürüyün çağrısı filan bunlar çok yanlış ve çok tehlikeli şeylerdi. Onların altını özellikle çiziyorum. 7 Haziran’dan önceki tavrını sürdürmeliydi, belki partisinin genel başkanlığını kaybetme pahasına devam ettirmeliydi o tavrını.

HA-İmralı’dan bir emir gelmiş olabilir mi?

EÖ- Bilmiyorum o kadarını. Bir bilgim yok…Ama Öcalan’ın o kadar mantıksız biri olduğunu düşünmüyorum.

HA-Peki HDP’li vekillerin taziye ziyaretleri?

EÖ- Felaketti… Beline bağladığı bomba ile insan öldüreceksiniz, sonra gidip… Bunu bana dünyada kimse anlatamaz. Ben bir Kürt olsaydım, o olaydan sonra çıkar, bütün hançeremi gere gere bağırırdım ‘Ne yapıyorsunuz siz?’ diye. Eğer Kürtlere birisi yaparsa, bir Türk gidip Kürtler arasında bomba ile kendisini patlatır ve bazı milletvekilleri taziye çadırına gitseydi, ben böyle yapardım. Onların da yapması gerekirdi. Çözüme en fazla gönül vermiş Türklerin bile kalbini kırdı bu davranış.

CEMAAT İLE HÜKÜMET NEDEN
KAVGA EDİYOR ÇIKIP BİRİ ANLATSIN

HA-Hükümetin Cemaat ile yaşadığı süreç? Türkiye açısından ne derece etkileyici oldu bu? Siz Güneri Civaoğlu ile yakın arkadaşsınız sonra birden kavgaya balıyorsunuz.

EÖ- Güneri Beyle kavga etmedim. Çünkü ilişkimizde kavga edecek bir neden yok. Hükümet ve Cemaat bugün bu kadar kanlı bıçaklıysa, kavga edecek çok önemli ve gerçek nedenleri var emektir. Soruyorum: Madem böyle nedenler vardı da, geçmişte neden kavga edilmedi de bu kavga bugün patladı. Bu sorunun cevabını kim verecek. Niye o gün patlamadı. Yarbay Ali Tatar kafalasına kurşun sıkıp giderken, o insanlar kanserden ölürken, bebek kadar kalmış gövdeleriyle hapishanelerde çürütülürken, kadın subaylara fahişe diyerek iftira atılırken niye o zaman patlamadı da kavga, bugün patladı? Kavga eden tarafların çıkıp bize makul bir şekilde açıklaması lazım, açıklasınlar ki biz de bilelim. Ben de şimdi kendimi burada tarafsız saha müşahidi gibi hissediyorum. Bunlar beraberdi, şimdi kavga etmeye başladılar. Ben miydim ‘beraber yürüdük biz bu yollarda’ şarkısını söyleyen? Ben miydim Galatasaray Stadında ‘gel artık bu hasret bitsin’ diyen? Okyanus ötesine mesajlar gönderen ben miydim? Benim yerim o gün neyse, bugün de o. O gün Silivri’de Ergenekon’da yapılan haksızlıklara nasıl karşı çıkıyorsam, bugün de Boydaklar ile ilgili olup biten hakkında aynı endişeyi dile getiriyorum... 28 Şubat’ta yeşil sermaye diye liste hazırlandığında da karşı çıktım. Dolayısıyla anlamıyorum ne olduğunu ama şöyle diyorum: ‘Herhalde aralarında menfaat meselesi vardı, o menfaat çözüldü, şimdi kavga çıktı.’ Bilmiyorum ki ne olduğunu? Onları bağlayan neden neydi, ayıran neden nedir? Birisi bana anlatsın. Bunu bize ancak kavga edenler söyleyebilir.Anlayamayınca da ne yapıyorum? Her ikisinin de öteki hakkında söylediğinin doğru veya ikisinin de yanlış oludğunu düşünüyorum.

HA-Siz barışı sağlarsınız Ertuğrul Bey!

EÖ- Hayır barışı sağlayamam ben. Bu kafa ile barış sağlanmaz…. Nasrettin Hoca hikayesi gibi olur. Birine sen haklısın, ötekine de sen de haklısın dersem biri de çıkıp bana sorar: Hocam bu nasıl iş ikisi birden haklı olabilir? O zaman ona “Sen de haklısın” demek zorunda kalırım. İş iyice karıştı değil mi? İşte o yüzden artık unutalım, bir çizgi çekelim diyorum.

GÜLEN KONUŞUNCA NE
DİYOR ANLAMIYORUM

HA-ABD’ye gittiniz mi?

EÖ- Çook gidiyorum. Bu hafta yine gideceğim…

HA-Fethullah Gülen ile tanıştınız mı?

EÖ- Fethullah Gülen ile ilk mülakat yapan kişilerden biriydim. tım.

HA: Nerede görüştünüz?

EÖ: İzmir’de Karabağlar’daki evinde görüştük. Sabah ve Hürriyet aynı anda yaptık. Bildiğim bir ev türü değildi... İçeride sadece erkekler vardı, takunyalı insanlar geziyordu ama çok saygılı bir insandı gördüğüm. Gayet sakin bir sesle konuşuyordu.

HA: Fethullah Gülen’in konuşmalarını takip eder misiniz?

EÖ: Benim Fethullah Gülen ile şöyle bir sorunum var, konuştuklarını anlamıyorum. O konuşurken hem kendisi hem dinleyenler ağlıyor, Ben samimi olarak ne dediğini anlamıyorum… Yazdıklarını anlıyorum ama dediklerini anlamıyorum. Zaten bir ara Cumhurbaşkanı Erdoğan’la aralarındaki polemikte öyle laflar geçti ki ben hiçbir şey anlamadım.

ESKİDEN DERLERDİ AMA ARTIK KİMSE
BANA HER DÖNEMİN ADAMI DİYEMEZ!

HA-Sizi her dönemin adamı diye nitelendiren yazarlar var… Kimdir onlar? Ne yazarlar da her dönemin adamı oluyorlar?

EÖ- Bana derlerdi her dönemin adamı diye. Şu dönemlerde derler mi, iktıdarın adamı diyebilirler mi bilmiyorum. Onlarca defa yazdım ben bunu, ben iktidar gazetecesiydim. Gazeteciler Türkiye’de muhalefet gazetecisi olmakla övünürler. Ben hayatımda, hiçbir zaman muhalefet gazetecisi olmakla övünmedim… Çünkü gençliğim boyunca hayatım boyunca bana yetecek muhalefeti yaptım. Özal zamanında iktidar ile ilişkileri iyi olan bir gazeteciydim. Demirel zamanında, Mesut Yılmaz zamanında, hatta Tansu Çiller döneminde… Hatta AK Parti iktidara geldikten sonra 2007 yılına kadar gayet iyiydi ilişkilerim. Cumhuriyet mitinglerinde ‘1 Tayyip Erdoğan alana 1 Hürriyet, 1 Aydın Doğan,1 Ertuğrul Özkök bedava’ diye pankartlar açıldı. Karım bile bana kızıyordu. Bir gün geldim, eve Türk bayrağını asmış, evin tepesinden aşağı kadar, beni eve sokmak istemiyordu. Bayrağı kaldırıp evin içine geçebildim. Ben böyleydim. Sonra ne oldu anlamadım. Tayyip Erdoğan bize düşman oldu.

ERDOĞAN'A KÜS OLSAM BİLE
CUMHURBAŞKANINA KÜS OLAMAM

HA-Bir şey yaptınız demek ki?

EÖ- Bir hata işledik demek ki kabahatimiz oldu… Böyle bir ilişki olabilir mi, ‘kabahatimiz oldu’, şimdi de cezalandırıyor bizi ‘senin kabahatin var’ diye.

HA-Barışın o halde…

EÖ- Ben küs değilim ki barışayım. Erdoğan’a küs olsam bile Cumhurbaşkanına küs olamam. Ülkemin Cumhurbaşkanı o. O küstü bize. Ben her zaman barışmaya hazırım.