BIST 11.007
DOLAR 42,53
EURO 49,56
ALTIN 5.746,23

“Bir Annenin Çığlığı: Matia Ahmet”

Bir çocuk gitti…
Adı Matia Ahmet.
Henüz hayatın baharındaydı.
Bir pazar yerinde, kalabalığın içinde, canilerin vahşetiyle toprağa düştü.

Ardında bir anne kaldı… Yasemin Minguzzi.
Her nefesi acı, her uykusu yarım.
Evladının kokusunu yastığa sinmiş hatıralarda arayan, gözyaşı hiç kurumayan bir anne.

23 Ağustos’ta, saat 19.00’da Bakırköy Meydanı’nda olacak Yasemin anne.
Elinde pankart yok, slogan yok.
Sadece bir çığlık var: “Oğlum Matia Ahmet için adalet istiyorum!”

Bir çocuk öldürüldüğünde aslında bütün çocukluklar öldürülür.
Bir anne evladını kaybettiğinde, bütün annelerin yüreği yanar.
Bugün Matia Ahmet, yarın hangi çocuğumuz?

Soruyorum size:
Bir annenin yüreğini parçalayan bu zulmün hesabı nasıl verilmez?
Bir annenin gözyaşı yere düşerken, hepimizin omzunda yük yok mu?

Bakırköy Meydanı o gün sadece bir meydan olmayacak.
Bir annenin feryadı, bir toplumun vicdan muhasebesi olacak.

Ve biz unutmamalıyız:
Matia Ahmet unutulmayacak.
Çünkü bu sadece Yasemin’in değil, hepimizin acısıdır.

“İşgalin Adı: Sessizlik”

Dünya, Filistin’de yıllardır süren işgalin canlı yayınını izliyor.
Evet, yanlış duymadınız: Canlı yayın.
Bombalar gökyüzünü yırtıyor, çocukların çığlıkları ekranlardan taşıyor, anneler yavrularının cansız bedenine sarılıyor…
Ve biz? Biz sadece bakıyoruz.

İsrail’in işgal politikası artık yalnızca bir coğrafyayı değil, tüm insanlığın vicdanını işgal etmiş durumda. Toprağı çalıyor, suyu gasp ediyor, hayatı söndürüyor.

Refah’ta çadırda uyuyan çocuğu yakıyor, “güvenlik” diyor.
Anne-babanın kucağındaki bebeği öldürüyor, “savunma hakkı” diyor.
Dünyanın gözüne baka baka soykırım yapıyor.

Ama en büyük başarıları şu: Sessizliği örgütlemek.
Dünya devletlerinin utanç verici suskunluğu olmasa, bu işgal bu kadar cüretkâr olabilir miydi?

Birleşmiş Milletler kınama metinleriyle avunuyor. Avrupa, insan haklarını ders kitaplarına gömmüş, çıkarına dokunmadığı sürece gözlerini kapatıyor. Amerika ise elinde mühimmat listesiyle İsrail’in gölgesinde sırıtıyor.
Peki ya İslam ülkeleri?
Kudüs diye slogan atıp, Gazze diye nutuk çekip, sonra oturdukları koltuklarda viski yudumlayan liderler… Onların varlığı mı yokluğu mu daha ağır bir utanç, karar vermek zor.

İsrail’in politikası basit: “Adım adım yut, sonra dünya buna alışsın.”
Filistin toprakları küçük lokmalar halinde çalındı, çalınıyor. Her lokmanın ardından “Bitti” dediler. Ama işgal hiçbir zaman bitmedi. Çünkü işgal bir strateji değil, bir kimlik haline geldi İsrail için.

Soruyorum size:
Bir halkın çocuklarını diri diri yakan bir devlet, “savunma hakkından” mı söz eder?
Bir annenin kucağından bebeğini alıp bombalarla paramparça eden bir ordu, “güvenlik” mi sağlar?
Bu mudur medeniyet? Bu mudur demokrasi?

Bütün bu vahşet karşısında en büyük suç yalnızca İsrail’in değil.
Asıl suç, susan dünyanın.
Çünkü kurdun kuzuyu boğazladığı yerde tarafsız kalmak, kurdun yanında olmaktır.

Günün sonunda Filistin yalnız bırakılıyor.
Ama unutmayın: Her çocuğun ahı, her annenin gözyaşı, tarihin hafızasında saklanıyor.
Ve gün gelecek, bu işgalin adı sadece “soykırım” olarak değil, “insanlığın en büyük ihaneti” olarak anılacak.