Dün okuduğum bir habere göre “Türkiye’nin 3. büyük köprüsü
Nissibi’de” sona gelindiği açıklanmış.
Güzel bir haber. Umarım Adıyamanlılar için esenlik getirir.
Ama haberin veriliş biçiminde bir tuhaflık gözüme
çarptı. Ülkenin en çok okunan ana akım
gazetelerinde haber aynen şöyle başlıyor:
“Türkiye’nin 3.BÜYÜK köprüsünde sona
gelindi…”
3.BÜYÜK
Büyük…
Bümbüyük…
***
Köprünün sağlayacağı faydaları öne çıkarma yok,
Hali hazırda yaratılan istihdam kapasitesine bir vurgu yok,
Bölge halkına getireceği imkânları parlatma yok… Bunlar da satır
aralarında, böyle gizli gizli, ayıp olmasın diye yazılmış.
Ama büyüklüğünün altını çize çize vurgulamışlar.
3. Büyük köprüsü…
Neden diye derseniz?
Çünkü bir şey büyükse; o, illa ki iyidir.
***
İçinde bulunduğumuz politik dönemde, kent çevre ve mimari ne
yazık ki hız ve niceliğin yozlaştırılmasına kurban ediliyor.
Yapılacak olanın değeri Avrupa’nın ya da Ortadoğunun kaçıncı en
büyük “şeyi” olduğu ya da kaç günde bitiriliyor olmasıyla
ölçülüyor.
Hiç kimseyi yapılanın tabiat ile uyumu ya da kent kültürüne
katkısı ilgilendirmiyor. Yerel yönetimleri ilgilendiren unsurlar,
varsa yoksa cafcaflı büyüklüğü ve “Cumhurbaşkanı
Sayın Erdoğan’ın da katılımıyla yapılacak olan açılış töreninde
sizleri de aramızda görmekten memnuniyet duyarız” mesajlı
afili bilbord reklamı..
Bir gigantomani (büyüklük takıntısı) hastalığına tutulmuş
durumdayız.
Aslında bu durum sadece kent ve mimari de değil, toplumumuzun
bilinçaltına da düşünsel bir mantık hatası
olarak kendini
gösteriyor.
Bir siyasal partinin oy sayısının yüksek olması, az oy olanların
değerinin azalmasına,
mitingine büyük kalabalıkların gelmesi, daha az kalabalık olanın
kıymetini yitirmesine
Cumhurbaşkanı’ın uzun ve heybetli bir fiziğinin olması, daha
kısa boylu liderlerin liderlik özelliği gösteremeyeceğine,
bir Tv programının ratinginin yüksekliği, onun daha
kaliteli bir program olduğu gerçeğine
en fazla minare sayısına sahip caminin veya en büyük alanı
kaplayan AVM’nin inşa edilmesinin;
daha güçlü bir ekonomiye ve kültüre işaret ettiğini
görebiliyoruz.
***
Oysa büyüklük bir gösterge olsaydı, devasa ölçülerde yapılar
ortaya koyan Nazi estetiği yüksek bir kültür mirası bırakmış
olurdu.
Ama maalesef böyle değil.
İslamcı-muhafazakar düşünür ve mimar Turgut Cansever
“Bir kültürün yüceliği, ölçü ya da mezura ile
belirlenemez” der.
İşte ülkemizde yaşanan temel yanlışlardan biri, gigantomanik
hesaplarla yarattığımız bu değer yargılarımızdır.
Niteliği aramamızdır.
Heybetin, kuvvetin, otoritenin, azametin ve zenginliğin bir güç
gösterisi olarak kent mekanlarında, iş yerlerinde, sokaklarda,
insani ilişkilerimizde ortaya çıkmasıdır. Ve kötüsü bunun bir
saygınlık uyandırmasıdır.
Muasırlığı kocaman bloklar, rengarenk ışıklandırmalar ve
“çimlere basmayınız” uyarılarıyla dolu haybeden
gerçeküstü parklar olarak algılamamızdır.
Oysa muasırlaşma yolunda olduğunu iddia eden bir ülke olarak
ihtiyacımız,
Büyük kampüsler yerine, nitelikle üniversite eğitimidir.
Büyük avm’ler yerine, nitelikli yaşam alanlarıdır.
Sayısı azalan bitki türlerini, toplum içinde “sayıları
düşük olduğu için” ötekileştirdiğimiz toplum guruplarını,
yüzde 0.01 oy almış siyasal partileri korumaktır.
Bunları yapabilirsek bir kültürel ihtişamdan ve mirastan
bahsedebiliriz.
Bunlarla bir gelişmişlik göstergesi verisi ortaya
koyabiliriz.
Yoksa o muazzam büyüklükler, kendi kendimizi aldattığımız ve
gerçekliğine inandığımız bir hologramdan öteye gitmez.