Türkiye'nin bütünlüğü tehdit altında
Abone olABD'nin Irak'la giriştiği savaştan zararlı çıkacak ülkelerden biri de Türkiye! Özellikle Kuzey Irak'ta yaşan Kürtler'in bağımsızlık istekleri, Türkiye'yi düşündürüyor.
İNTERNETHABER ÖZEL- Kuzey Irak’taki Kürtlerin
devlet kurabilmek için BM’ye sunduğu imzalar Türkiye ve diğer komşu
ülkelerde anlık kaygılara sebebiyet verdi. Neyse ki, BM merkezinden
yapılan açıklamalar Kürtlerin bu taleplerinin ciddiye alınmadığı
yolunda. 2 Milyona yakın Kürt’ün imzasının sunulması da burada
önemli bir çelişkiyi gözler önüne seriyor. Çünkü Kürtlerin Kuzey
Irak’taki nufüslarının 2 milyon civarı olmadığı apaçık ortada. 30
Ocak’a doğru yaklaşıldıkça Kuzey Irak’ta çoğunluğu sağlamak için
bölgeye yerleşimlerin istenilen düzeyde sağlanılamaması bu
girişimleri gündeme getirdi. Diğer taraftan Sunniler de Irak’taki
seçimin önüne geçmek için her yolu deniyorlar. ABD’ye karşı
aldıkları tavrın arka planında da bu yatar. Ülkenin çoğunluğunu
oluşturan Şiilere yapılan saldırılar da Irak’taki seçim kaosunu
giderek yükseltiyor. Ya bir de seçim olduğunu düşünün. Seçimden
sonraki kaos giderek artacak, tabi ki seçimler gerçekleştirilirse.
Irak’a giren ABD’nin içinde bulunduğu durum seçimlerle gözler önüne
açıkça sergileniyor.
Bu konuda Eski Başkakan Bülent Ecevit, endişelerini paylaşmak için
Sezer’le köşkte bir araya geldi. Ecevit, Kuzey Irak’ta son yaşanan
gelişmelerden panik duymakta. Ecevit’in gazetecilere yaptığı
açıklamaları; “Kürtlerin devlet kurmayla birlikte komşu ülkelerdeki
Kürtleri de bu yapıya dahil etmek için her türlü girişimi
yapabileceklerini” ifade ediyor. Yani Ecevit Türkiye’nin
bölünebileceğini söylüyor. Eski Başbakan iktidarını kötü bir imajla
sona erdirse de yıllar boyu siyasi hayattaki tecrübeleri baz
alındığında ciddiye alınması gereken düşünceleri olduğu kabul
edilmelidir. Çünkü Kuzey Irak’taki olaylar açık seçik ortada ve bu
bölgedeki her türlü gelişme Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.
Bölgedeki istikrarın Türkiye’ye ne kadar gerekli olduğu Kürtlerin
BM’ye sunduğu imzalarla ve güvenlik görevlilerinin Musul’da şehit
edilmesiyle iyice hissedildi.
Bağdat Büyükelçiliği’ni korumak üzere yola çıkan güvenlik
görevlilerinin Habur Sınır Kapısına 20 km kala saldırıya uğrayarak
şehit olması, 17 Aralık Brüksel Zirvesi’nin doğurduğu tartışmaların
gölgesinde kaldı. Müzakere tarihi ile bu olayın aynı süreçte
meydana gelişi kamuoyunun odak noktasında çeşitli sapmalara
maalesef meyil verdi. Ne kadar da Org.Hurşit Tolon’un ve bazı
milletvekillerinin kınamaları manşetlerde yerini alsa da,
tartışılması zaman sınırı tanınmayacak bu tür bir olay, yalnızca
gündeme sığdırılamaz. Irak’ta Amerikalı askerlerin Türk
Subaylarının kafasına çuval geçirmesi ve şu an gündeme gelen bu
saldırı, aynı problemin farklı yansımalarıdır. Ayrıca Musul
saldırısı ‘ikinci çuval geçirme’ vakasıyla aynı önemdedir.
Bu bağlamda Bağdat’a gitmek üzere olan Türk görevlilerin
öldürülmesi, aslında Irak savaşı’nın başlangıcından günümüze kadar
ABD-Türkiye arasındaki ilişkilerin nasıl bir yapıda olduğunu
örnekler. Yaşanan son durum bu varsayımı güçlendirir nitelikte.
Çünkü hadisenin meydana geldiği yer, ‘Habur Sınır’ kapısı ile 20 km
uzaklıkta. Habur Sınır Kapısı’ndaki denetimi elinde tutan
ABD’lilerin ve Peşmergelerin yakın mesafede olabilecek her türlü
olumsuzluklardan haberdar olmaması, saldırıyla ilgili önceden
istihbarat almamasının imkansız oluşu ve gelen haberlerin mermi
kovanlarının ABD yapımı olduğu yönünde bilgiler vermesi en başta
ABD’yi sorumlu kılar. Önceki gün yapılan açıklamada da güvenlik
görevlilerine saldıranların Arap oldukları üzerlerinden çıkan
kimliklerle tespit edilmiş. Ve Musul şehitleri ölene kadar
kurşunlarını çatışmada boşaltmışlar.
ABD-Türkiye arasındaki anlaşmazlığı çıkmaza sokan Musul
saldırısında kuşkulu yanlar, Kuzey Irak’taki karmaşık ilişkilerle
bir nebze alakalı.Çünkü saldırının şüphe yaratan sonuçları ABD’nin
ve tabii ki birlikte sinerji yarattığı İsrail’in Kuzey Irak’a
yönelik stratejilerini ister istemez düşündürüyor. Irak savaşı’nın
başını çeken ‘Yeni Muhafazakarlar’ (neoconlar); ABD’nin bataklığa
girmesine, Amerika bütçesindeki açığın büyümesine, işkencelerle
uluslar arası kamuoyunda saygınlığın yitirilmesine ve askerlerin
ateşe sürüklenmesine yol açtılar. Şimdi de Savunma Bakanı Donald
Rumsfeld’i günah keçisi ilan etmekteler. Beyaz Saray içindeki
bölünmelere yol açan olumsuzluklar, dışta Ortadoğu ülkelerinin
hassasiyetleri yok sayılarak aşılmaya çalışılıyor. Türkiye’nin bu
durumdan nasibini aldığını yaşananlar çok iyi gösteriyor.
Türkiye ve ABD arasında gerginliklere yol açan olayların öncesine
bakmakta yarar var. 2 yıl öncesine dönersek; Türkiye, Kuzey
Irak’taki Kandildağı’na sığınan Kongre-Gel’in ABD öncülüğünde
dağıtılması için bu konuyu her fırsatta gündeme getirdi. Her ne
kadar da ABD Başkanı George W. Bush Türkiye’yi oyalamaya çalışsa
da, ABD’nin Osman Öcalan ve ekibini kanatları altına aldığı ve
terörist faaliyetlere göz yumduğu güçlü olan bir sav. Kuzey Irak’ı
Talabani ve Barzani denetimi altına sokan bir işgalci devletin
Kongre-Gel’e yaptırımlar uygulamaktan kaçınması, Irak stratejisinde
gerekli gördüğü ‘denge’ anlayışın sonucudur.
Konunun arka planındaki olguları görebilmek için şöyle bir fikir
öne sürülebilir: Önce ki aylarda İsrail’in Kuzey Irak’taki Kürt
grupları desteklediği iddiası içeren haberlerle ABD’nin çeşitli
grupların eylemlerine göz yumma politikası ortak noktada
buluştuğundan konuyla alakalı bulunabilecek detaylar saptanabilir.
İsrail’in ‘Kuzey Irak kontrollü’ bir Irak isteyebileceği bu
‘fikrin’ dayanağıdır. Savunulanın temelinde İsrail’in Bağdat
merkezli değil, ‘Kuzey Irak merkezli’ bir devleti desteklediği
yatar. Amaçsa, İsrail’in Ortadoğu politikalarında kendisine manevra
alanı sağlama taktiği gösterilir. Zaten ABD diğer grupları pasifize
etmek için Kürtlere farklı bir statü vermiştir. ABD’nin verdiği bu
statü ise Kürtlerin devlet kurma girişimlerini de iyice
artırmaktadır. Kürtler aldıkları cesaretle birlikte BM’ye bu yüzden
başvurmuşlardır. Türkiye’nin lehine ya da aleyhine olabilecek
olaylar ilerleyen aşamalarda daha netleşecektir.
Osman SERHAT