Yeni Şafak yazarlarından Yusuf Kaplan,
“Erdoğan'a 20 öneri” başlıklı bir yazı yazdı. Epey ses getirdi bu öneriler, çünkü
“eğitim, kültür ve medyada
devrim” çağrısı
niteliğindeydi.
Hem de devlet eliyle!...
Mesela, Yusuf Kaplan’a göre:
- “İslâmî şuuru gelişkin, özgüveni yüksek, kompleksiz
bir gençlik yetiştirilmeli”, bunun için “fikrî,
kültürel, sanatsal, sosyal, siyasî, ekonomik ve stratejik yapı
taşları döşenmeli”ydi.
- “TRT sil baştan yeniden yapılandırılmalı, her bakımdan
'temizlenmeli’”ydi.
- “Başka kültürlerin gönüllü acentalığını yapan
Boğaziçi, Bilkent ve ODTÜ 'yıkılmalı'”ydı.
- “Cemaatler, güçlendirilmeli”, devlet eliyle
tüm dünyaya yayılmalıydı. (Tabii kendi imkanlarıyla zaten tüm
dünyaya yayılmış olan tek bir cemaat hariç.)
- “MEB yeniden yapılandırılmalı… anaokulundan üniversite
öğrenimine kadar medeniyet ruhumuza ve dinamiklerimize göre sil
baştan yeniden kurulmalı”ydı.
Tüm bunları okuyunca, “Toplum mühendisliği işte buna
deniyor” diye yazdım Twitter’da…
Çünkü, hiç tartışmasız, Yusuf Kaplan’ın önerileri, tam da
Kemalizm gibi bir toplum mühendisliğine karşılık gelmektedir.
“Boğaziçi, Bilkent ve ODTÜ’yü kapatma projesi,
Kemalizm’in “medreseleri kapatma” projesiyle aynı
zihniyet dünyasına oturmaktadır.
Zaten Yusuf Kaplan’ın kendisi bile kurmuş bu bağlantıyı.
“MEB yeniden yapılandırılmalı” dedikten sonra,
şöyle eklemiş:
- “Yeni kuşaklarımızı bizim medeniyet ilkelerimiz
ışığında yetiştirecek yeni bir ‘Hasan Âli Yücel’
bulunmalı.”
Kimdir Hasan Âli Yücel?
Muhafazakâr muhayyilede epey kötü bir imajı olan “Köy
Enstitüleri”nin kurucusu… Muhafazakâr yazarların
onyıllardır tel’in ettikleri Tek Parti istibdadının sembol
isimlerinden biri…
Yusuf Kaplan bey ise, şimdi, 90 yıl sonra, “kendi
Kemalizmimizi kuralım” diyor, özetle..
Peki ne demek lazım bunun üzerine?
Dayatılan dinin sonucu
Herhalde “kardeşim, bu ne tutarsızlıktır, bunca yıl
karşı çıktığınız şeyi şimdi nasıl yapmaya soyunuyorsunuz”
diyecektir pek çok insan.
Zaten, ne yazık ki, muhafazakar kesim iktidara alıştıkça,
laiklerin ve “endişeli modernler”in bir çok
endişesini haklı çıkarmaktadır. Verilen sınavın epey kötü olduğu,
şimdiden tarihe geçmiş bir olgudur.
Ama ben başka bir şey daha söyleyeceğim sayın ve sevgili Yusuf
Kaplan’a ve onun gibi düşünenlere:
Bu toplum mühendisliğini “İslam’ın hayrı”
için istediğinizi biliyorum. Bu o kadar kutsal bir amaç ki, bazı
ufak Makyavelizmleri (mesela işte “toplum
mühendisliği”ni 90 sene kınayıp sonra benimsemeyi) meşru
kılar gibi de düşünüyor olabilirsiniz.
Yusuf Kaplan’ın yazısının sonunda gözüküyor zaten bu
“İslam’ın hayrı için gereklilik” fikri. Şöyle
diyor:
“Eğer kendi medeniyet ilkelerimiz doğrultusunda İslami
duyarlıkları gelişkin yeni bir kuşak yetiştiremezsek, iki kuşak
sonra İslam bu ülkede azınlıkların dini haline
gelebilir.”
Yani, İslami toplum mühendisliği yapmazsak toplum İslamsızlaşır
diye düşünüyor.
Oysa bence Türkiye toplumu, tam aksine, tam da böyle bir
“İslami toplum mühendisliği”ne muhatap olursa
İslamsızlaşacaktır.
Bu dayatma, kaçınılmaz olarak tepki üretecek,
“din” kelimesini duyduğunda aklına devlet baskısı,
ayrımcılığı, soğukluğu gelen genç seküler kuşaklar
yetişecektir.
Bunların “özgürlük” arayışı, “devletten
özgürlük”le sınırlı kalmayacak, “dinden
özgürlük” formuna bürünecektir.
Nereden mi biliyorum?
Çağımızda İslam’ın otoriter bir devletle özdeşleştiği her modern
toplumda öyle oluyor da ondan.
Bugün İran’ı çok dindar bir toplum mu sanıyorsunuz mesela? Çoğu
gözlemciye göre, İran’da namaz kılan, oruç tutan insan oranı
Türkiye’dekinden az. Çünkü otoriter İslami rejime duyulan tepki,
ister istemez dinden soğutuyor pek çok insanı.
Eğer Türkiye’nin geleceğine yön verecek İslamcı kadro da giderek
daha yüksek sesle söylenen bu toplumsal mühendislik çağrılarına
kulak verirse, bizde de aynı şey olur.
“İki kuşak sonra İslam bu ülkede azınlıkların dini
haline gelir” hakikaten, Yusuf Kaplan’ın korktuğu
gibi.
Ama yeterince dayatılmadığı için değil…
Bilakis, fazlaca dayatıldığı için.