Artık çok oluyormuş...
Amma da Kürtçü çıkmış...
Demokratlık ayağına AK Parti'ye de Cumhurbaşkanı
Erdoğan'a da zarar veriyormuş...
Neden hala konuşturuluyor kalemi
kırılmıyormuş...
Haddini bildirmenin zamanı gelmiş de
geçmiş...
Miş, mış, muş....
Ali Bayramoğlu ile ilgili bu minvaldeki
seslerin gittikçe yükseldiğine şahit oluyoruz son
günlerde.
Oysa Ali Bayramoğlu, AK Parti'ye kurulduğu günden bu
yana karşılıksız kredi açan isimlerden
birisi.
27 Nisan e-muhtırası karşısında yine AK
Parti'nin yanında kale gibi durdu.
2011'den itibaren Hasan Cemal, Cengiz Çandar,
Nuray Mert gibi "liberal" isimler, AK Parti'ye
desteğini bir bir keserken Ali Bayramoğlu AK
Parti'ye karşı kredisini hiç kapatmadı.
Üstelik bu kredi, sorgusuz sualsiz yandaş olmak anlamına da
gelmedi Bayramoğlu için.
Her zaman çizgisini korudu, doğru bildiğini söylemekten ödün
vermedi.
Peki şimdi ne oldu da bu "mış, muş" seslerinin tonu
yükseldi?
Aslında, Ali Bayramoğlu'na karşı belli bir kesimin hep
hazımsızlığı oldu, bunu biliyoruz.
Fakat son günlerde "Kürt meselesi ve terör
sorunu" ile ilgili sözleri bahane edilerek bu
seslerin yükseldiğini de görüyoruz.
Bir türlü kendine özgü bir eleştiri geleneği geliştiremeyen
muhafazakar camianın/medyanın "vay efendim nasıl
eleştirir" tonu galiba biraz Gülay
Göktürk'ün gönderilmesinden cesaret alarak
yükseldi.
İçeriden gelen her eleştiri karşısında "hain" damgası
yapıştırmaya elleri alışanlar, uzun süredirEtyen
Mahçupyan üzerinden bir huzursuz kıpırdanma
içindeydiler.
İşin ilginci Etyen Mahçupyan da muvaffak olmayanlar, Gülay
Göktürk'le bunu başardı. Gerçi Etyen Mahçupyan'ın da gönderileceği
ama duruma Serhat Albayrak'ın mani olduğunu sonradan
öğrendik.
Peki mesele "iktidarı eleştirmek mi?"
Muhalefetin acziyet içerisinde kaldığı, muhalif medyanın bir
türlü doğru üslupla, doğru yerden eleştiremediği AK Parti
iktidarının yanlışlarını, eksiklerini söylemek yine kendine yakın
medyadaki seslere kalmadı mı?
Yoksa siz "AK Parti iktidarı asla yanlış
yapmaz, eleştirilemez" diyenlerden misiniz? Öyleyse
bu yazıyı okumaya daha fazla devam etmeyin. Sözüm sizlere
değil.
Bir siyasal iktidarın, doğrularını ve yanlışlarını uygun bir
üslupla kaleme almak, yeri geldiğinde "öyle değil de
böyle yapılsa daha iyi olur" diyebilmek, o siyasal
iktidara yapılacak en büyük iyiliktir.
Hele ki daha iyiyi bulma, daha doğruyu yapma adına kendisine
çeki düzen vermesini sağlayacak bir muhalefet de yoksa
karşısında.
Gülay Göktürk, Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu gibi
isimlerin bu zamana kadar yaptığı buydu.
Sırf bazı politikaları eleştiriyor diye afaroz
etmeyi kendine hak görenlerin mahallesinde, bir iki ismin
köşesinden edilmesi elbette ki bazı işgüzarlara cesaret vermiş
olabilir.
Fakat, gerçek rahatsızlığın salt eleştiriden olmadığını
da bilmek lazım.
Eğer öyle olsaydı, zaman zaman ve özellikle son iki haftadır
en acımasız eleştirileri yapanAbdurrahman Dilipak da
"hain" ilan edilmez miydi?
Onunla ilgili "bu da çok oluyor
artık" diye bir cümle duyamadık. Neden?
Çünkü burada büyük bir hazım sorunu da
yatıyor.
Kendi mahallesinin yerlisi olmayanları bir türlü
sindirememiş bir kesimin homurtusu, ötekine
değil de berikine yükseliyorsa bunu da bir durup düşünmek
gerekiyor, bana göre.
Başladığımız yere geri dönecek olursak, Gülay
Göktürk, Etyen Mahçupyan derken sıra Ali Bayramoğlu'na gelmiş belli
ki.
Yeni Şafak'ın bu seslere kulak asacağını hiç
sanmıyorum.
Fakat gidişata bakarak genel olarak şunları söylemeden de
geçemeyeceğim:
AK Parti'nin ve AK Parti'ye yakın medya gruplarının, içeriden
zaman zaman farklı düşüncelerin dile getirilmesini bir kayıp değil
kazanç olarak görmesi gerekiyor.
Bu hem "eleştirilere tahammülsüz"
algısını yıkmak adına demokratik yapının güçlenmesi için
önemli hem de bir bir saflarını değiştirenlere karşı çizgisini
bozmadan yanında duran kalemlere
vefadır.