Savaş Ay, barış için savaştı ama
Abone olYine yerinde durmadı Savaş Ay. Aldı başını, Sudan'a gitti, "Barış anlaşması" sürecini yerinde görmek için.. Gördü görmesine ama, başına gelmeyen kalmadı...
Savaş Ay, uslu durmadı Sudan'da.. Eh yıllardır uslu durmayan,
her yere burnunu sokan, ülkedeki pislikleri bir bir ortaya çıkaran
Savaş Ay, Sudan'da İşte ne olduysa ondan sonra oldu...
Hadi hep birlikte barış için Savaş'an Savaş Ay'ı dinleyelim:
"Yıllar önce Kızıldeniz'de balık tutmaya
gelip bin türlü sorunun içine düşen, bir kısmı reise isyan edip
kaçarken teknesi, 15 yaşındaki oğlu ve bir de küçük maymunuyla Port
Sudan'da önce esir sonra rehin kalan Lahanacı Recep Kaptan geldi
aklıma. Onlarla röportajlar yapmaya ilkin Mısır'a, oradan Sudan'a
gittikleri ortaya çıkınca da Port Sudan liman kentine gitmiştim.
Ama dedim ya bin macera sonunda tayfalar kaçmış, reis ve oğlu
kalmıştı geriye bir tek.
Üzerinde koca harflerle "lahanacı" yazan tekneyi görünce sevinmiş
güvertede nöbet bekleyen silahlı askeri görünce irkilmiştim. Meğer
tekneyi bağlamışlar başına nöbetçi koymuşlar, reisi de tutsak
etmişler.
Neymiş; memleketten para gelsin, kaçak balıkçılığın cezasını
ödesin, kendilerine güya koltuk çıkan Mısırlı ortaklarına olan
borçlar eda edilsin. Uzatmayayım, dönüp rahmetli Adnan Kahveci'nin
de yardımlarını alarak 1 ay sonra kurtarılmasını sağlamıştım Recep
Reis'in. Bu yüzden yazı işleri "Haydi yallah Sudan'a gidiyorsun"
dediğinde çocuk gibi sevindim. Oh ne güzel. Hem nostalji yapacağım,
hem o kimselerin girmeye yanaşmadığı mıntıkalarda tozumu pasımı
silkeleyeceğim.
POLİS KESTİ ÖNÜMÜZÜ!
Vize işlemlerinin 1 ay kadar sürdüğünü geçiyorum. Yeşilköy'den yola
koyulup Kahire durağında 5 saatlik haybeden bekleyişi, sabah
karanlığı uykusuz gözlerle Hartum'a inişimi söylüyorum
yalnızca.
Gümrüktü, bagajdı, pasaporttu derken işlemleri de yiyip bitirip
besmeleyle ayak bastım havaalanından dışarıya.
Taksi tutmak müşkül iş. Bir kolundan biri, diğerinden ikisi çekiyor
şoförlerin, aynı anda da pazarlık yürüyor. Lakin Sudan ahalisi
inanılmaz şirin, sevimli, sıcak ve dost canlısı. Sonunda birine
evet diyor, atıyorum kendimi taksiden içeri.
Yorgunsun be adam. Otelin adını da söylemişsin. Yol boyunca acuk
kestirsene. Bak zaten hoşafsın az biraz dinlensene... Ama ne gezer?
Ben kendime ne zaman laf dinletebildim ki? Neymiş yol üstünden
başlayacakmışım çekime.
Eh peki yolu, yol üstü binaları, adamları, kadınları, arabaları
otobosları dükkanları çeke çeke gidiyoruz. Tam bir ana kavşağa
geliyoruz ki, o ne? Önümüzü polisler kesiyor. "Durun, amanın etmen
eylemen!" filan diyemeden karga ve tulumba hallerde derdest edip
önce dışarı, sonra tekrar taksiye çıkarıp tıkıyorlar beni. Fotoğraf
çekmek zinhar yasakmış meğer.. Elimde koca belge var. Sudan'ın
Ankara Büyükelçiliği yazmış belgeyi. Ne iş yaptığımı, adımı sanımı,
oraya gelince zaten fotoğraflar çekeceğimi yazıyor kağıt. Ama
"Hayır!" diyorlar başka demiyorlar.
FİLM GİBİ BİR KARAKOL
Krokodil Dandi filmlerinden alıştığımız görüntülerin cirit attığı
bir karakola geliyoruz. Tam 5 saat derdimi anlatabilmek, bir eş
dost akrabaya ulaşabilmek için ter döküyorum. Sonra gazeteden Emre
arıyor. Dış Haber Müdürümüz olaraktan elçiliği, dış işlerini, bütün
bura Bakanlıklarını haberdar etmiş. Daha doğrusu ayağa
kaldırmış.
Sevgili okurlar; karakol ve göz altı meselesini tatlı tatlı
anlatmayı, diğer detayları dönüşe bırakıp o arayı atlıyorum. Dün
akşam üstü itibariyle yeniden özgürüm. Elime ilaveten bir başka
izin belgesi, yanıma da kapı gibi bir Sudanlı mihmandar verdiler.
Defalarca özür de dilediler. Barış Andlaşması süreci diye her an
porovokasyon olabilir endişeleri varmış. Kırmızı alarm
vaziyetlerindeymişler. Bizdeki NATO sendromunun ikiz kardeş
duygularındalar yani. Ben de bilmeden tam da başkanlık sarayı
önünde çekim yapınca, James Bond avlar gibi atılmışlar üstüme.
Neyse burada keseyim, tekrar çekimime döneyim. Annem ararsa iyi
olduğumu söyleyin. Eyvallah..."
Yazı: Savaş Ay
Kaynak: