Paris saldırısının ardından, tüm dünyayla birlikte
yeniden suratımıza patladı terör konusu.
Bu katliamın dolaylı da olsa etkileyeceği iki konu ise uzun
süredir zaten Türkiye'nin gündemindeydi.
Biri mülteciler diğeri İslam ve terör...
Avrupa'nın kapılarını açmaya hiç de istekli olmadığı mülteciler
için hayat şimdi daha da zorlaşacak.
Daha saldırıların olduğu gün Paris'te bir mülteci kampı ateşe
verildi.
Hem Batı medyası hem de kamuoyunda mültecilere karşı oldukça
keskin bir dille kampanyalar başlatıldı.
Evet, olayı IŞİD üstlendi ama faturanın kime kesildiğine
değil faturayı kimin ödediğine bakmak gerekiyor.
Ve malesef bu olayda faturayı ödeyecekler listesinin başında
mülteciler geliyor.
Gelelim ikinci konuya...
IŞİD'le birlikte kendi içimizde homurdanıp durduğumuz
"İslam ve terör bir araya gelmez" cümlesi, artık
bir homurtudan ibaret kalamaz.
Türkiye'nin Batı'da mücadele ettiği İslamofobi'yi daha da
körükleyecek bir malzeme haline getirilecek bu saldırı, ister
istemez.
Türkiye'nin artık "Gerçek İslam bu değil"
demekten çok daha güçlü bir sese ve somut adımlara ihtiyacı
var.
Batı'dan binlerce kilometre uzaktaki bölgelerin
karışmasını sessizce izlerken, IŞİD'in kasıp kavurduğu
coğrafyaların ateşini harlarken, birgün kıvılcımın kendilerine de
sıçrayacağını düşünmediler belki de.
Hem kendi içindeki bu kısır döngü tartışmayı netleştirmek hem de
dünyaya İslam'ın terörizmle yan yana gelmeyeceğini daha cesurca
haykırmak için.
Bunun için devlet, üniversiteler, sivil toplum
kuruluşları ciddi ve yankı uyandıracak adımlar atmalı, belki
kampanyalar yapmalı.
Değilse zaten Batı'nın işine gelen bu argümanın daha da
güçlenmesine sadece seyirci kalacağız.
Batı'dan binlerce kilometre uzaktaki bölgelerin karışmasını
sessizce izlerken, IŞİD'in kasıp kavurduğu coğrafyaların ateşini
harlarken, birgün kıvılcımın kendilerine de sıçrayacağını
düşünmediler belki de.
Irak'ta ve Suriye'de yaşananların gizli öznesi olmak,
yüklemden bağımsız değildi oysa.
Kibretle oynayanın eli, eninde sonunda yanar.
Tam da bu noktada, yukarıda bahsini ettiğim İslam ve terörizm
konusunu da içine alarak Türkiye'nin, Batı'nın bu
ikiyüzlülüğünü suratına çarpmaktan asla geri durmaması
gerekiyor.
****
Batı'nın ikiyüzlülüğü bununla sınırla değil elbette.
Paris katliamının ardından yaşananlar bir kez daha doğruladı
ünlü Fransız yazar Victor Hugo'nun şu
sözlerini:
"Paris'te bir adam öldürülürse, bu bir cinayettir;
doğuda elli bin insan boğazlanırsa, bu sadece bir
meseledir"
Son üç gündür sık sık sosyal medyada da karşımıza çıkan bu sözler,
Batı'nın Doğu'ya bakışını özetliyor aslında.
Suriye'de binlerce insan öldü, milyonlarca insan yerinden
yurdundan oldu.
Daha bir ay önce Ankara’da
100’den fazla insan öldü. Hem de teröre kurban gittiler.
Fakat ne liderlerin ne de Batı medyasının Paris için
telaşlandığı kadar telaşlandığını görmedik.
Acıya verilen tepkilerin arasındaki bu uçurumu
görmeyen, görüp de inkar eden kim varsa mutlak sorgulamalı
insanlığını.
Bunca zamandır Ortadoğu'nun kalbinde patlayan bombalar,
sinek vızıltısı kadar yer etmedi Batı'nın vicdanında.
Duymadılar, görmediler, hisettemediler...
Bizim Paris'te ölen 132 insana üzüldüğümüz kadar üzülmediler,
çünkü çoğundan haberleri bile olmadı.
Çünkü rutindi, olağandı...
Bu nedenle haber değeri bile yoktu Doğu'da ölen yüzlerce
insanın...
Aslında bu ikiyüzlülük de bizim için alışılmış, rutin,
olağan...
Fakat her daim haber değeri var.
Bunca duyarsızlığı, adaletsizliği,
vicdansızlığı ve ikiyüzlülüğü her fırsatta yüzlerine çarpmak,
gözlerine sokmak ve var gücümüzle haykırmak, öldürülen her bir
mazlum için boynumuzun borcudur.
Mesele kimin canının daha çok yandığı ya da acıları yarıştırmaya
çalışmak değil elbette.
Fakat, acıya verilen tepkilerin arasındaki bu uçurumu
görmeyen, görüp de inkar eden kim varsa mutlak sorgulamalı
insanlığını.