Oscar'dan en iyi film ve en iyi senaryo ödülü alan
Spotlight bir gazetecilik hikayesi anlatıyor. Hem de gerçek bir
hikayeden uyarlama.
Tam da Anayasa Mahkemesi'nin Can Dündar ve
Erdem Gül kararının ardından hummalı
bir"gazetecilik/casusluk" tartışması
yürüttüğümüz şu günlere denk geldi Oscar'ın Spotlight'a
verilmesi.
Üstelik filmin yönetmeni Tom McCharty
ödülü alırken "Bu filmi, iktidardan hesap
soran ve sormaya devam eden gazeteciler için yaptık"
demesin mi!
Eee haliyle bizdeki bazı cenahın yağları eridi.
Hem Oscar'a hem Spotlight'a alkış, kıyamet...
Aslında biraz zorlasak buradan bir Oscar
Lobisi çıkartabiliriz ama onu bu işin ustası medya
sakinlerine bırakıyorum. Nasılsa bu minvalde yorumların eli
kulağındadır.
Gazetecilerin her dönem iktidarla karşı karşıya geldikleri
zamanlar olmuştur. Bu mesleğin bizdeki tabiriyle biraz da
"fıtratında" var bu durum.
Kamunun çıkarını iktidarla mücadele alanına dönüştürüp
dönüştürmemekse biraz da gazetecinin kendisine kalıyor.
Gazetecilikten, kamu çıkarından, iktidarla mücadeleden ne
anladığına göre değişiyor sanırım.
Spotlight'ın yönetmeni Tom
McCharty'nin "İktidardan hesap soran
gazeteciler" söylemi, içinden geçtiğimiz süreçte
özellikle muhalif medya için çok kullanışlı bir çıkış
oldu.
Oysa Spotlight'ı illaki
ülkemize kullanışlı bir başarı öyküsü olarak uyarlayacaksak, hali
hazırda neredeyse hergün 3. sayfa haberlerine düşen
çocuk tacizleri konusu üzerinden ele almak
çok daha yerinde ve ahlaklı olacaktır.
Çünkü filmde Katolik Kilisesi'ndeki çocuk tacizleriyle ilgili
haberler yapan The Boston Globe'daki
araştırmacı gazetecilerin hikayesi beyaz perdeye
yansıtılmış.
Buradan çıkışla öğretmeninin tecavüzü yüzünden intihar
eden Cansel ve Cansel gibi daha bilmediğimiz nice
öğrencinin yaşadığı taciz, tecavüz olaylarını gündeme
getirmek, gazeteciliği biraz da bu bağlamda ön plana
çıkarmak varken durum pek de öyle olmadı.
Neden?
Eee neden olacak, iktidara ve Erdoğan'a Oscar almış bir
film üzerinden vurmanın heyecanı rahat bırakmıyor da o
yüzden.
Nitekim Cumhuriyet Gazetesi hiç pas geçmeden Oscar haberini
hemen şöyle gördü: "Oscar'ı alan Spotlight filminin
yönetmeni Tom McCharty'den Erdoğan'a ders gibi
sözler"...
Vay vay vay...
Bir kere Spotlight'taki gazetecilerin iktidarla mücadelesi,
Can Dündar ve Erdem Gül'ün iktidarla olan mücadelesine pek de denk
düşmüyor. Çünkü filmin iktidardan kastı salt
hükümeti yöneten siyasi bir parti falan değil.
Orada gazeteciler daha çok Katolik Kilisesi'nin kurduğu dini
ve siyasi otoriteye karşı mücadele ediyorlar ki bana göre bu çok
daha girift ve zor bir mücadele alanı.
Deşifre ettikleri konu ise "devlet sırrını
ifşa mı, gazetecilik mi?" diye toplumu ikiye bölen
bir konu değil; çocuk istismarı, taciz, pedofili
gibi üzerinde tartışmaya bile gerek duymadan bütün
toplumların benzer tepkiler vereceği bir konu. Bunu yapanların din
görevlileri/rahip olması ise tepkiyi artırmaktan başka hiçbir şeyi
değiştirmez.
Yani anlayacağınız Cumhuriyet ne kadar kanırtsa da bizdeki
bu durumdan bir Spotlight çıkmaz.
***
Gelelim film hakkındaki görüşlerime.
Oscar standartlarını düşündüğümüzde kesinlikle Oscarlık bir
film denemez Spotlight için.
Şimdi sırf "gazetecilik"
hikayesi falan diye abartmaya gerek yok. İşin
sinema boyutunu konuşacaksak dürüst olalım.
Evet, iyi bir araştırmacı-gazetecilik örneğini konu edinmiş
ama bunu o kadar sıkıcı bir biçimde anlatmış ki filmin bazı
yerlerinde uyuduysanız şaşırmam.
Hele en iyi senaryo ödülünü nasıl aldı, onu hiç
anlamadım.
Zaten yaşanmış bir hikayeden uyarlama. Senaryosu da ne
şaşırtıcı, ne heyecanlandırıcı ne de vurucu...
Belli ki Akademi, filmin yönetmeninin
"Gazeteciler iktidarı hesap verebilir olmaya
zorluyor"ilkesinden hareketle basının gücüne vurgu yapmak
istemiş. Sadece bu bağlamda değerlendirdiğimde "ee iyi
yapmışlar" diyebiliyorum. O kadar...
Tabi siz dilerseniz "Akademinin
kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum"
diyebilirsiz.
Serbest...