Tam da mizahla yakınlaşmaya başlamış, içinden
çıkamadıklarımıza gülüp geçebildiğimiz bir damar yakalamışken oldu
mu bu şimdi?
Damar tıkanıklığı yaşıyoruz yine yeni yeniden.
Karikatürle olmasa da karikatürize ettiklerimizi
capsleştirdiğimiz oranda esniyordu anlayışlar. Tamam, belki çok
sanatsal değiller. Fakat zekice casplerle öfkemizi mizaha
vurmayı biz de öğreniyorduk işte.
Muhafazakar camianın mizahla ilişkisi sosyal medyanın da
etkisiyle flört evresine geçebilmişti. Bir sürü
sosyolojik nedeni de eklersek bu camianın içinden komplekssizce
espri yapabilen, yeri geldiğinde kendiyle dalga geçebilen, derdini
mizahla da anlatabilen gençlerin geldiğini görmek zor değil.
Fakat o da ne?
Bir "mizah" dergisine yapılan saldırının ardından mizah
üzerinden sınava tabi tutuluyoruz şimdi. Üstelik işin
içinde olmayan tek şey de mizah.
Konuyu ister ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirin,
isterseniz de mizah. Her iki durumda da tepkim değişmeyecek.
Sadece Müslümanlar'ın kutsalıyla dalga geçtikleri için, Hazreti
Muhammed'i kara kalemlerine malzeme yaptıkları için de değil, bütün
dinler için aynı pervasız üslubu kullandıkları için;
yapılan saldırıyı nasıl kınıyorsam Charlie Hebdo'yu da
kınıyorum.
Peki inançlara dil uzatılmasından duyduğumuz rahatsızlık
karşısında kınamaktan başka ne yapabiliriz?
İşte 100 puanlık uzmanlık sorusu.
Paris'teki terör saldırısının ardından nerede, nasıl durduğumuz,
bizi nasıl algılayacaklarından ziyade "müslümanca"
yaklaşımın nasıl olması gerektiğiyle alakalı.
Hazreti Muhammed'e karşı yapılanı savunmayı "Muhammedi" bir
tavır ve üslupla yapmadıktan sonra neye yarar ki?
Dünyada müslümanların terörize edilmeye çalışılmasını,
İslamofobi'nin yeniden hortlatılma arzusunu, son dönemde sıkça
yapılan İslamcılık tartışmalarını, hepsini bir kenara bırakın.
Kendi içimizde İslam'ı savunmak adına her ne yapacaksak,
Hazreti Muhammed'den daha iyi bir ölçü var mı dönüp
bakacağımız? Biz bu sorgulamayı yapmazsak terazimiz ne
kadar doğru tartar?
Öyle büyük büyük laflar etmeye gerek yok.
İslam üzerinden yaratılmaya çalışılan bir algı var. Bu
algıya sadece Batı değil, İslam adına kafa kesmekten çekinmeyenler
de su taşıyor. Taşıma suyla değirmen dönmeyeceğini
müslümanlardan başka gösterebilecek kimse var mı dünyada? Hiç
sanmıyorum.
Peki biz ne yapıyoruz?
İçimizdeki mücahidi iman kuvvetiyle çıktığı bu Batı seferinde
iki dakika soluklandırıp, kendi nefsimizle yüzleştirebiliyor
muyuz?
"Heyy dur bakalım, gerçek cihad bu deyil"
diyebiliyor muyuz?
Efendimiz'in Uhud'da "büyük cihad" dediği
nefsimizle olan savaşa kalıcı barış mı getirdik ya da küçük
cihadlardan bir türlü büyüğüne sıra mı gelmiyor?
Nedir durumumuz?
İşte bu sorulara doğru cevaplar vermeye başladığımızda
yaratılmaya çalışılan bu algı için gerçekten ve köklü bir şeyler
yapmış olacağız.
Bunu birileri "Müslümanlar da özeleştiri
yapsın" dediler diye değil, birilerine şirin görünmek için
ya da bir kompleksle değil zaten olması gerekenin bu olduğu için
yapmalıyız. Hazreti Peygamberin yaşamındaki incelik,
naiflik, eminlik ve özen bize de sirayet etsin diye
yapmalıyız.
Tabi bunun dışında da tüm demokratik tepkimizi verelim. Ancak
bize yakışan şekliyle verelim.
Kınayalım, protesto edelim, boykot edelim. Gerekirse demokratik
hakkımızı kullanalım ve sokağa çıkalım. Daha olmadı hazır mizahla
barışmışken gerekirse "mizahı" mizahla vuralım.
Ama lütfen provokasyona gelmeyelim. Batı’nın algı mühendisliği
tuzağına düşmeyelim. Müslüman oyuna gelen değil, oyunu
bozandır…
Çünkü öngörü(feraset) ve hikmet sahibi olmak bunu
gerektirir...