İstiklal şairimiz merhum Mehmet Âkif, hayatının son günlerinde
tüm İslam coğrafyasını dolaşmaya çalışır. Allah Resulune duyduğu
sevgi ve aşk onu kutsal ve bir o kadar mübarek olan
beldelerde dolaşmaya , o mübarek beldelerin bereketinden
istifade etmeye mecbur bırakır.Doğru ya,aşık maşukundan ne zaman
uzak kalabilmiş ki ?
Mısır'dan Suriye'ye ve oradan da Medine'ye gider; Müslümanların
dertleriyle dertlenir, ıstırap duyar. İslam alemini yakından
gözetler ve onlar ile yakından ilgilenmeye çalışır.
Ve nihayetinde medine-i münevvere'ye gelir.Peygamberimizin
kabrinin huzurundadır. Orada müthiş bir hadiseye şahit
alacaktır...
Kendisi o hatırayı şöyle anlatır :
Ravda-i Tahire'nin yanı başında duruyordum ki, birdenbire bir
ses yükseldi:
-Ya Nebi! şu halime bak, diyordu bu ses. Sağıma döndüğüm zaman
parmaklıklar üzerine abanmış bir Sudanlı gördüm. Kendi kendine
Efendimize (sav) şunları söylüyordu:
-Nasıl ki çöle güneş vurduğu zaman bağrı yanar, ben de senin
hicranınla senelerce yandıkça yandım Ya Rasulullah! Senelerce arzu
ettiğim halde, harem-i pakine gelip başımı ayaklarının dibine
koymayı düşündüğüm halde, memleketim, evladı iyalim karşıma çıktı,
bu ziyaretimi geciktirdi. Nihayet hepsini yıktım, çevremi terk
ettim. Sudan diyarından ayrıldım, Tihame Çölü diye üç çölü teptim
durdum. Senin çölün diye...
Senin çölünde gezerken burcu burcu senin kokunu duydum. Eğer
senin kokun imdada yetişmeseydi ben bu yolu kat edemezdim Ya
Rasulullah! Elli üç yaşına kadar senin hicranının azabını sinemde
taşıdım, yanına geldiğim zaman şu başımı çarptığım demir kafes de
nedir Ya Rasulullah!
Hâlâ vuslat olmayacak mı? Tihame Çölü'nü kat ettim gözlerime
uyku girmedi. Arzu edersen yıldızlara sor. Sor ki şu üç aylık zaman
içinde bu gözler bir kere uyudu mu? Uyumadı diyecekler Ya
Rasulullah! Derdimi geceye döktüm Ya Rasulullah! Nihayet huzuruna
geldim.
Resulü Ekrem'in (sav) kabrinin parmaklıklarından tutan bu aşık,
son sözlerini söylerken bitkinleşmiştir, titremektedir. Akif şöyle
bitiriyor:
Kısa bir sessizlikten sonra adam şöyle
diyordu:
- Şu kadar mesafeyi geçip huzuruna geldim, bu hasta gönlümü bir
daha ayak ucundan ayırma Ya Rasulullah! Tahammülüm yoktur artık
senin ayrılığına.
Sonra bir sessizlik oldu, bir "ah" feryadı duydum. Döndüğüm
zaman parmaklıkların dibine yıkılıp gitmişti. Sudanlı gözlerini
kapatıyordu bu âleme. Birkaç dakika sonra da bir iki ölü yıkayıcısı
ve bir iki taşıyıcı geldi. Cennetül Baki'ye kaldırdılar mübarek
cenazesini. Fakat ruhu muhtemelen Ravda-i Tahire'nin
parmaklıklarına takılıp kalmıştı. Resulullah'a (sav) yürekten aşık
olan bu genç:
"Artık bu hasta gönlümü hak-i payinden ayırma Ya
Rasulullah!" diyordu.
--------------------
Üç sahabenin garip ve bir o kadar ibret verici
hali
Abdullah ibni Şeddad (ra) anlatıyor:
Beni Uzre kabilesinden üç kişi Resulu Ekrem sallallahü aleyhim
ve sellem'in huzuruna gelip Müslüman olurlar. Bunlar yoksul
insanlardı. Peygamber Efendimiz (sav):
-Benim adıma, bunların geçimini kim üzerine almak ister? diye
sordu. Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Hz. Talha bin
Ubeydullah (ra):
-Ben alırım, dedi.
Onlarda Talha'nın (ra) yanında kalmaya başladılar. Bunlardan
biri, Hz. Peygamberin gönderdiği bir askeri birliğe katıldı ve o
seferde şehit oldu.
İkinci sahabe uzun bir müddet sonra başka bir seferde şehit
düştü.
Ve üç arkadaştan ikisi şehit olmuştu. Üçüncü sahabe ise savaşta
değil, daha sonraları rahat döşeğinde öldü.
Talha bin Ubeydullah (ra) sözüne şöyle devam eder:
Bir gece rüyamda bu üç kişinin cennete girdiğini gördüm. Ama
garip olanı şuydu. Arkadaşlarından sonra rahat döşeğinde ölen adam
en öndeydi. Onun arkasında şehit olan ikinci adam duruyordu. İlk
şehit olan ise en arkadaydı.
Gördüğüm bu hal zihnimi meşgul etti. Ben de Rasulü Ekrem'e (sav)
giderek rüyamı anlattım. Allah'ın elçisi bana şunları söyledi:
- Bunun neyini anlamadın, Talha? Allah katında en faziletli
kimse, Müslüman olarak uzun bir hayat süren ve Sübhanallah, Allahü
Ekber, Lailaheillallah diye Allah'ı çokça zikredendir. En son ölen
uzun yaşadığı yıllarda oruç tuttu, namaz kıldı. Daha fazla ibadet
etti. Diğerlerinden farkı budur.