Yıllarca bu ülkede Kürt olmak, bir suç olarak algılandı.
Kürt olduğunu söylemek, hatta o kelimeyi ağza bile almak vatana
millete yapılmış bir hıyanet olarak gösterildi.
Devletin hâkim ideolojik söylemleriyle bu görüş, toplum algısına
itinayla işlendi.
Okullarda, gazetelerde, TV’deki Talk-Show’larda, hatta kadın
programlarıyla iyice bilinçaltlarının derinlerine ittirildi…
Böylece söylemlerimize yerleşen ve günlük hayatta
“bilinçsizce” kullanmamıza ön ayak olan bir
düşünce halini aldı.
Buna mukabil, devlet ortaya attığı bu görüşü savunmak adına kimi
zaman “Kürt olmak onların seçtikleri bir şey değil
ki…” diyerek kendince sorunu bir adalet süzgecinden
geçirdi. Hatta bazen vicdan yapıp “Biz de Kürt
olabilirdik…” diyen devlet büyükleri, ideolojik
vicdan terazileri kurdular.
Fransız filozof Louis Althusser, ideolojiyi zihnin işleyişinin
ürünü bir tasarım olarak kabul edip, bunun belli aygıtlarla
geçekleştiğini iddia eder.
Temelde ideolojinin hangi alanlarda, nasıl ete kemiğe bürünüp de
devlet teorisinin içerisine yerleştiğini açıklamaya çalışır.
Devleti “baskı aygıtı ve ideolojik aygıtlar”
olarak iki temelde ele alır. Ona göre, devletin baskıcı aygıtı;
hükümet, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler gibi kuruluşlardan
oluşurken; devletin ideolojik aygıtları ise “aile,
hukuk, din, medya vb.” gibi dağınık bir yelpazede yer alan
ve devlet ideolojisine hizmet eden unsurlardır.
Özetle Althusser, devletin her iki aracı da etkili bir biçimde
kullanarak istediği hakim ideolojiyi topluma benimsettiğini iddia
etmektedir.
Türkiye’nin ulus devlet formu, Müslüman -Türk- Sünni -
Hanefi dizilişiyle şekillendiğinden ötürü, bu niteliklere
sahip olmayanlar birer tehdit unsuru olarak algılandı. Ve yakın
tarihimizde görebileceğimiz üzere, uygulanan politikalar
neticesinde çoğu zaman bu dörtlüden olmamak “bir
suç” halini aldı.
Devlet; çıkardığı yasalar, eğitim-kültür- ekonomi politikaları
ve asker-polis-hapishane üçgeniyle elinde tuttuğu güç tekelini
kullanarak toplum algısına kendince bir biçim vermeye çalıştı.
Ve görece başarılı da oldu!
İşte bu nedenle ulus devletin hâkim ideolojiyle birleşip
aşındırdığı bu yolda, karşımıza üzeri toprakla örtülmüş ve çoğu
zaman gözyaşıyla sulanmış bir sorun yeşerdi: Kürt Sorunu!
Bu tarihi gerçeklikler neticesinde ortaya çıkan bu sorunu
“Kürt sorunu” olarak mı adlandırmalıyız emin
değilim. Yıllarca devletin baskı ve ideolojik aygıtlarıyla ortaya
çıkan, zihinlerimize kazılan bu sorunun adı belki de kabul
ettiğimizin aksine “Resmi ideoloji”
sorunudur.
Ezcümle müzakerelerin hız kazandığı bugünlerde, soruna biraz da
bu perspektiften bakmak çözüm adına fayda sağlayacaktır.