Kürt sorunu o kadar alengirli bir konu ki,
İşin doğrusu bu konuda son otuz yılda, “kimin elinin
kimin cebinde olduğu bellidir” demek çok dar bir bakış
açısı olur.
Çünkü özü itibariyle, “bir halkın diğer bir halkla eşit
yaşama” mücadelesi gibi görünsede, muhtevası bakımından
aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Derin çıkar örgütlenmeleri, uluslararası iş birlikleri, devlet
içi yapıların bir biriyle olan savaşı, ekonomik legal ve illegal
zenginleşmeler bu meseleyi içinden çıkılmaz bir hale getirdi.
Hal böyle olunca da, Öcalan’ın son açıklamalarını biraz da bu
pencereden okumak gerekiyor.
1- Öcalan bir kere, İmralı’da olduğu süre
zarfında kendini daimi olarak "güncellemiş". Her
konuya hâkim.
Ki her konuya hâkim olması çok doğal. Çünkü “kimi
dönemlerde AK Parti için çatışmaları durdurduk ve destek
verdik” diyerek İmralı'da "belirli
aktörlerle irtibat kurduğu" anlamına gelecek söylemler
kullanıyor. Yani süreçten geri kalmıyor...
2- Ayrıca Öcalan, son 30 yılda PKK’nın
varlığını koruyabilmek için gerekli tüm yerel ve uluslararası
işbirliklerini yapmış bir isim. Yani bu nedenle Kürt sorununun
perde arkasını her halde ondan daha derinlemesine bilen yoktur.
3- Yıllardır bu kadar tehlikeli ve hata
affetmeyen bir vahada savaştığı için, nerede ne konuşacağını çok
iyi bilen bir aktör. Söylemlerine bir de bu perspektiften bakmak
lazım. Bu nedenle görüşmede stratejik olarak ön plana çıkardığı
konular yada planlı olarak hedef aldığı isimler olabilir.
4- Göstermiş olduğu egonun sebebi de, hem BDP
heyetine hem de ondan mesaj bekleyen belirli kesimlere
“hala liderinizim – hala ipler benim elimde – buradayken
bile süreci yönettim” izlenimini vermektir. Bundan
dolayı, “Mit’i koruyalım - darbeyi engelledim”
gibi söylemlerin sebebi, bir tür bu güveni tazeleme isteğidir.
5- 1988’de Birand’la yaptığı görüşmede
“Türklerin liderlik sorunu var. Ben bir söz
söylersem, o tüm Kürtler için bağlayıcıdır. Ama Türklerde bu
denli etkili bir liderlik yok” demişti.
Fakat bu sefer karşısında üç dönemdir iktidar olan, iki kişiden
birinin desteğini almış ve askeri vesayeti kısmen de olsa
zayıflatmış bir lider var. Yani güçlü bir sivil aktör var.
Tüm bunlarla beraber, 30 yıllık bir hareketin lideri olarak
yeniden etkin hale gelmek, yönettiği davada başat bir rol almak ve
“İmralı’da yalnızlaşmamak için”, hükümetle
birlikte hareket etmekten başka şansı yoktu belki de.
Çünkü bu süreç onu, “İmralı canisinden” barışı
getiren adam kisvesine de büründürebilir.
6- "50 bin kişiyle halk savaşı
olur…" söylemi ise gerilla yıllarından kalma bir
alışkanlık bence. Çünkü 30 yıldır zaten süregelen çatışmalar var.
Binlerce hayatını kaybetmiş ve mağdur olmuş insan var... Daha fazla
ne olabilir ki...
Ağustos ayında örgüt Şemdinli'yi ele geçirmek isterken, çok
büyük zayiat vermedi mi? Olmadı yani. Kolay değil. Çünkü söylemde
"halk savaşı olur" demekle olmaz... Bu halk
şimdiye kadar gelmediyse, öyle kolay kolay iç savaş eşiğine
gelmez.
7- Tam aksi bir söylemle de "Kandil,
süreci doğru okumalı" diyor. Barışın önemine dikkat
çekiyor. Kandildeki silah arkadaşlarına "Uluslararası
konjonktür doğru anlaşılmalı ve aldanılmamalı... Buna göre silahsız
bir çözüm arayışı içerisinde olunmalı" mesajını
veriyor.
Sonuç;
Hükümet zor durumda kaldı, bu kesin...
Bundan dolayı, bu notların ortaya çıkması, belirli isimlerin
kulaklarının çekilmesine de neden olacaktır.
Ama süreç, bu notlar göz ardı edilerek devam edecektir.
Ki etmeli de…
Çünkü sağlam dengeler ve temeller üzerinde kurulu bir barış
gelirse,
Türkiye, üzerindeki en büyük yükü atmış ve rahatlamış
olacaktır.