Fitne tohumlarının bu kadar pervasızca ortalığa saçıldığına şahit
olmak dokunur insan olana.
Bir müslüman için fitne zamanları işaret
edilerek defaatle tavsiye edilen "birbiriniz hakkında
hüsn-ü zanda bulunun" ve "sabrederek Allah'a
sığının" değil midir?
Cemaat- AK Parti arasında yaşanan gergin
süreçte her iki taraftan da bu tavsiyelere uyanlar elbette
olmuştur. Onlar susarak sabrettiği için göze görünmeseler
de bu fitne ortamının asıl kazananları onlardır şimdiden ilan
edebiliriz.
Bir de hiç susmadan bu fitne ateşine benzin
dökenler var.
Son olarak Fatma Şahin üzerinden fitnenin
körüklendiğine tanıklık ettik. Bu olay "insan
gerçekten hayret ediyor" kalıbını da aştı. İnsanın
cidden dimağı almıyor, vicdanı kabul etmiyor böyle çirkin bir
ithamı.
Bugün Gazetesi'nde kullanılan fotoğrafın
iletişim ve gazetecilik açısından bakıldığında hiç de "bel
altı" durmadığı ortada. Görüştüğüm bütün iletişimci
hocalarım da aynı fikirde.
Başkan adaylığı ilan edilen bir bakanın
haberinde, Başbakan'la birlikte kullanılan fotoğrafı neden bel altı
olsun?
Ama fotoğraf
traşlanmıştı?
Olabilir.
O fotoğraf karesinde sadece Başbakan ve
Fatma Şahin olsaydı bugün "bel altı" diyenler
gazetelerinde "ay çok ayıp" diyerek
yayınlamayacaklar mıydı o fotoğrafı?
Star Gazetesi'nde ve Posta Gazetesi'nde de bu
fotoğraf kesilerek, aynı şekilde kullanıldı. Cemaate yakın
diye sadece Bugün Gazetesi'nin hedef tahtasına oturtulması ne kadar
doğru?
Kaldı ki o fotoğraf karesinin orjinalini bir
önceki akşam ana haberlerde gördü bütün millet.
Öyle bir kareden "bel altı" gazetecilik çıkarımını yapabilmek için
bildiğin fesat olmak gerekiyor.
Bakanlığını geçiyorum Fatma Şahin gibi bir
kadın için böyle bir itham üretebilmek ancak hayal
sınırlarını ezip geçmekle mümkün olur.
Yalçın Akdoğan'ın yazısını
okuyana kadar bunun bir "fitne" aracı olarak
kullanılabileceği aklımın ucundan dahi geçmedi.
Cemaat-AK Parti çekişmesinde medyanın
neler yapabileceğini göstermek adına o fotoğraf karesini gündemin
orta yerine bırakıverdi Akdoğan.
Twitter'da bu fotoğrafın gündeme geldiği
söyleniyor.
Ben yine de bir Başbakan danışmanının bu konuyu bir yazıyla afişe
etmesinin en çok Fatma Şahin'e saygısızlık
olduğunu düşünüyorum.
Yalçın Akdoğan dün o yazıyı yazmasaydı kaç kişi böyle
düşünecekti, biz bugün bunu konuşuyor olacak
mıydık?
"OLAĞAN
ŞÜPHELİ"
Ortalık belgelerle, kasetlerle yeniden toz
duman edilmek isteniyor. Medyada yer almayan çirkin
kasetler bir bir servis ediliyor. Nasılsa ortada bir
olağan şüpheli var.
"Yapıştır kaseti tutmazsa izi
kalır" mantığıyla fişekler ateşleniyor.
Böylesi bir ortamda akılda olmayanı
akla getirerek "bakın bunlar bunu da yapabilecek potansiyeldeler
mi?" denmek isteniyor?
Hatırlayalım Baykal'ın kaset
olayını.
Baykal çıkıp o kaset işini cemaatin yapmadığını
söyleyene kadar olayın olağan şüphelisi herkesçe cemaat değil
miydi?
Nerede belge, kaset, böcek vs. var hepsi
cemaatin üstüne yıkılmak istenmedi mi?
İnsanlarda alttan alta bir kaset
psikolojisi yaratmak yerine devleti yönetenler neden
geçmişte yaşanan bu tür olayların gerçek sorumlularını bulup
çıkarmıyor.
Ortada "olağan bir şüpheli" varken bunu
yapmak işlerine mi gelmiyor yoksa?
Daha iki gün önce "İftira ve
çarpıtmanın bu kadarı gayretullaha dokunacak bir
haksızlıktır" diye yazmamış mıydı Yalçın Akdoğan.
Bu iftira ve çarpıtmaları temizlemenin yolu yeni iftiralara
yol açmak mıdır?
O gayretullaha dokunur da bu dokunmaz mı?
Bunların hepsi şöyle bir ortamda insanın
aklına gelebilecek olağan sorular.
Hüsn-ü zannımı korumak isteyerek yazıyı yine
Yalçın Akdoğan'ın sözleriyle noktalayayım:
"İnsaf kurursa hakikat
perdelenir"