Bugün sizlerle çok sevdiğim bir hikayeyi paylaşmaya karar
verdim. Umut ediyorum, sizlere yaşamınız boyunca artı
katacaktır.
“Eski zamanlarda, korkusuzluğuyla nam salmış bir komutan varmış.
Bu komutan, kendi devletinden çok daha güçlü bir devletle savaşa
girmiş.
Her iki tarafta savaş meydanında buluşmak üzere ordularıyla yola
çıkmışlar. Ancak ortada bir sorun varmış. Bu komutanın ordusu,
düşman ordusunun neredeyse yarısı kadarmış. Dolayısıyla bu durum
askerler arasında huzursuzluk yaratmaya başlamış. Komutan
kazanacağına emin olsa da, buna askerlerinin de inanması
gerektiğini düşünüyormuş.
Aklına bir fikir gelen komutan, savaş meydanına gelmeden önceki
son tapınağın önünde durmuş. Ordusuna dönmüş ve ‘Bu tapınakta dua
edeceğim. Dışarı çıkınca sizlerin gözünün önünde yazı-tura
atacağım. Eğer yazı gelirse bu savaşı kazanacağımız, tura gelirse
kaybedeceğimiz anlamına gelsin’ demiş.
Tapınağa girdikten yaklaşık beş dakika sonra dışarı çıkan
komutan, askerlerine dönmüş ve parayı havaya fırlatmış. Yere düşen
paraya ön sıralarda duran diğer komutanlar ve askerler heyecan
içinde bakmışlar. Yazı gelmiş. Askerlerin morali biraz olsun
düzelmiş. Kendi aralarında: ‘Kazanabiliriz. Neden olmasın?’ demeye
başlamışlar.
Savaş günü geldiğinde ise motivasyonları en üst seviyeye gelmiş.
Sonuç olarak savaşı sayıca az olmalarına rağmen kazanmayı
başarmışlar. Savaştan sonra komutanın yanına gelen yakın koruma
askeri: ‘Komutanım, gördük ki askerler başlarda boşuna tedirginlik
yapıyorlarmış. Zaten kazanacakmışız’ demiş. Komutan ise cebinden
çıkardığı her iki tarafı da yazı olan parayı gösterdikten sonra:
‘Kim bilebilir ki?’ diyerek efsanevi bir cevap vermiş.”
Gelelim bu hikayenin kıssasına… Eğer üstesinden gelmemiz gereken
bir şey varsa ve biz başaracağımıza tüm kalbimizle inanmamışsak,
sonucun istediğimiz gibi olması pek mümkün değil.
Tersten okursak şayet, bir iş ile ilgili başarılı olup
olamadığımız konusunda bir yargıya varabilmemiz için, o işin
üstesinden geleceğimize tüm kalbimizle inanmış olmamız lazım. Şayet
kendimize tam olarak inanmadan bir şeye kalkıştıysak ve
başaramadıysak, bu durum bizim gerçekten başarısız olduğumuz
anlamına gelmez!
Unutmamak gerekir ki; kendimizi ne çok yükseklerde, ne de çok
aşağılarda görmememiz her zaman için en doğrusu olacaktır.
***
Dolu başak eğik durur...
Bazı insanlar istisnasız olarak hiçbir şeyi beğenmezler.
Etrafındaki kişilerin yaptıklarını daima küçük ve önemsiz görürken,
kendi yaptıklarını öve öve bitiremezler.
Her şeyi bildiklerini düşünmelerinin sebebi ise; kendilerini
geliştirememiş bomboş insanlar olmalarından kaynaklanır. Zaten
öğrenmeye başlasalar; yeni şeyler öğrendikçe, mevcut bilgilerinin
aslında ne kadar kısıtlı olduğunu bilir ve daha temkinli
konuşurlar.
Etrafındaki insanlara laf yetiştirmek için harcadıkları
enerjiyi, kendilerini geliştirmek için harcasalar, biraz daha
tahammül edilebilir insanlar olurlar aslında.
Gelelim bu problemin çözümüne...
Her saçmalığa "hıhı" demek en geçerli yoldur. Karşınızdakini,
gözünüzde ilkokul talebesi olarak canlandırıp, umursamaz bir tavır
takınmak da geçerli olabilir. Sizinde söyleyecekleriniz varsa bana
yardımcı olursanız ziyadesiyle mutlu olurum. Çünkü cahille
uğraşması hakikaten zor!
***
Köroğlu...
Köroğlu tebdili kıyafetle şehre doğru gelirken bir çeşmenin
başında, elini yüzünü yıkamak için durmuş.
Yan tarafta birkaç yaşlı teyze söyleniyormuş: "Gözün kör olsun
Köroğlu..."
Bu duyan Köroğlu teyzelerin yanına yaklaşmış ve sormuş: "Teyze,
Köroğlu kimdir? Size ne yaptı?"
Teyzelerden biri atılmış ve ağzından şu sözler dökülmüş: "Biz
Köroğlu'nu tanımıyoruz. Herkes böyle diyor, bizde diyoruz."
İnsanların söylediklerini dikkate almayalım demiyorum lakin
olaylar hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadan, bilgi sahibi
olduktan sonra ise kendi akıl süzgecimizden geçirmeden yorum
yapmamalı ve bir sonuca varmamalıyız sanırım.
Sağlıcakla kalın…