Köşe yazmak zor bir iş. Sizi rahatsız edenleri belirli bir
nezaket çizgisini kaybetmeden anlatmak zorundasınız. (Bu cümlemden
sonra hafızanızı yokladıysanız, hatırlamışsınızdır ki, bu nezaket
çizgisi çoğu zaman aşılıyor. Ancak bunun birçok yazar tarafından
böyle yapılıyor olması doğru olduğu anlamına gelmez) Ve daha
önemlisi her şeyi söylemeden, her şeyi söylemeye çalışırsınız. Kimi
zaman beğenilir, kimi zaman beğenilmezsiniz. Ama kaleminizi
satmazsanız, mutlaka sonunda kazanırsınız.
Biliyorsunuz ki, Ankara'da son iki ayda iki büyük patlama oldu.
Bunun vicdani tarafıyla ilgili söylenecek çok söz var. Bunu zaten
her yerde defalarca söyledik ve söylüyoruz. Terörü en kalbi
duygularımla lanetliyorum. Patlamalarda hayatını kaybedenlere
Allahtan rahmet, yakınlarına ve tüm Türkiye'ye başsağlığı
diliyorum. Bunları yapıyoruz ama içimiz rahatlamıyor. Daha çok şey
yapmak, daha çok şey söylemek istiyoruz. Onu da bir yere kadar
yapabiliyoruz maalesef.
Ama bilmemiz gereken ve olma ihtimali sorgulanamayacak kadar
kesin olan bir şey var: Bu ülkenin güzel vatandaşlarının asla hak
etmedikleri şeyleri yaşamalarına sebep olanların, hesabını verecek
olmalarıdır. Bunun hesabı sorumlularına mutlaka sorulacaktır.
Garantisini dini inancımla verebiliyorum. Zilzal suresi 7. ve 8.
ayeti şöyle der; "Her kim, zerre kadar hayır işlemişse onun
mükafatını görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onun
cezasını görecektir."
Biliyorum, içinde bulunduğumuz durumu özetlemek için yeterli
değil belki ama: Yaptıkları kimsenin yanına kalmayacaktır. Tabi ki,
bu durumun sadece manevi tarafına değine biliyorum ben. Çünkü
hukukçu değilim, o konuda konuşmak doğru değil. Tedbirlerle ilgili
söyleyecek bir kaç sözüm var ama güvenlik uzmanı değilim, onlar
zaten televizyonlarda konuşuyorken buradan yazmak olmuyor. Yani ben
diyorum ki: Mazlumun ahı, zalimden çıkacak, mutlaka...
Sağlıcakla kalın...