İstisnasız herkes mutlu olmak ister. İş hayatında, aşk
hayatında, aile hayatında kısacası her alanda mutluluk isteriz.
Hayatı yaşanılabilir kılan, sağlık ile birlikte en önemli iki
şeyden biridir mutluluk.
Mutluluğu bulmak ise çoğu zaman kolay değildir. Birden fazla
faktör bu durumu etkiler. Zannediyorum en önemlilerinden bir
tanesi, hayatınızın merkezine neyi ya da kimi koyduğunuza dikkat
etmektir.
Hayatınızın merkezine değiştirilmeyecek şeyleri koymak en
mantıklı olandır. Bir arkadaşınızı o merkeze oturtursanız,
arkadaşınızla küstüğünüz vakit tüm ayarlarınız bozulabilir. Eğer
bir hedefi koyarsanız, hedefe ulaşamayacağınız kesinleşirse benzer
sıkıntılar yaşayabilirsiniz. Ancak hayatınızın merkezine kendinizi
koyarsanız, büyük bir ihtimalle mutluluğu bulursunuz.
Kişinin, hayatın merkezine kendisini koyması demek, kesinlikle
bencillik demek değildir. Bu iki kavramın birbirine
karıştırılmaması son derece ehemmiyet arz eder. Bencillik; her
şartta kendi çıkarlarını ön planda tutmaktır. Hayatın merkezine
kendini koymak ise; başkası mutlu olsun diye kendini üzmemek
demektir. Yani kişinin hep kendinden vermemesi ve bir zaman sonra
tükenmemesi demektir.
Esasında insanın kendine değer vermesi ve içinde huzuru
yakalaması etrafını da huzura kavuşturacaktır. Mutlu, sakin,
özgüven dolu bir birey, etrafına da pozitif enerji saçar. Bakış
açısını biraz değiştirmek şartıyla bir örnek vermek mümkündür.
Uçakla seyahat ederken, uçak kalkmadan önce acil durum anlarında
neler yapılması gerektiği anlatılır. Orada oksijen maskesi
anlatılırken, maskeyi önce ebeveynlerin kendilerinin takması sonra
ise çocuklarına takması söylenir. Bunun sebebi bütün ebeveynlere:
“Hepiniz bencilsiniz” mesajı vermek değildir şüphesiz. Ebeveyn
maskeyi önce kendisi takmalıdır ki, bilinci açık kalsın ve
çocuğunun maskesini taktıktan sonrasında da çocuğuyla
ilgilenebilsin diye. Şayet ebeveyn bilincini yitirirse devamında
olabilecek olağan dışı durumlarda çocuğuyla ilgilenemeyecektir.
Yukarıda yazılanların hepsi aynı kapıya çıkar. Kişilerin
kendisini düşünmeden hep etrafını düşünmesi ve nihayetinde kendi iç
huzurunu yitirmesi, kısa vadede kendine, uzun vadede ise
yakınlarına zarar verecektir.
Peki, yazının başından beri hayatın merkezine kendimizi
koymaktan bahsetmişken bunu nasıl yapacağız? Bunun cevabını
etrafımda yaptığım gözlemlerle vermek isterim. Şüphesiz ki buna
uzman tavsiyesi demek mümkün değil. Ancak, gözlemlemek suretiyle
kendimce bir sonuç çıkardım. Umarım ben de uygulayabilirim.
Olayları objektif bir şekilde yorumlama yeteneğini geliştirmek
oldukça önemli. Çünkü objektif bakabilme yeteneğimiz gelişirse,
olayları tarafsız bir şekilde yorumlayabiliriz. Diyelim ki olayları
tarafsız bir şekilde yorumladık. Şimdi ne yapacağız? Kendi
üzerimize düşen her şeyi gerektiği kadar yapmalıyız. Ancak
dikkatini çekerim; gerektiği kadar. Asla fazlasıyla değil.
Gerektiği kadar yaptıktan sonra ise topu karşı tarafa bırakmalı ve
sonuç ne olursa olsun aynı soğukkanlılıkla karşılamalıyız. Bunu
söylememin sebebini şöyle açıklamam mümkün:
Arkadaşınızla küstünüz ve nedenleri objektif bir şekilde
yorumladıktan sonra üzerinize düşeni yaptınız. Bundan sonrasında
arkadaşınızla küs kalmaya devam etseniz de soğukkanlı kalmalısınız.
Ekstra üzülüp - sinirlenmemelisiniz.
Eğer barıştıysanız ne ala. Sevinin mutlu olun. Ancak hala
küsseniz düşünce yapınızı şöyle şekillendirebilirsiniz: Ben üzerime
düşeni yaptım. Arkadaşım ise tam olarak yapmıyor. Belki de
barışmamız konusunda emin değildir.
Böyle yapmayı öğrenirsek, düzelmeyen şeyler için hep kendimizde
eksik aramayı bırakıp, kendimizi fazlasıyla üzmekten vazgeçebiliriz
belki. Yeri geldiğinde bırakmayı bilmek gerek.
Ben etrafımdaki kişileri gözlemleyerek bu sonuca vardım. Ancak
yukarıda da belirttiğim gibi şüphesiz tüm bunlar uzman görüşü
değil. Psikolog ve psikiyatristler bizlere daha fazla yardımcı
olmak için varlar.
Sağlıcakla kalın…