Haremde bilinen yanlışlar
Abone olNational Geographic, son sayısında yanlışları ve doğruları yazdı:
Padişah beğendiği cariyenin önüne mendil atmaz, harem
ağasına çağırttırırdı... Cariye yatağa sürünerek getirilmez,
padişah cariyeye önce hediye gönderir, sonra da dairesine
giderdi.
Günümüze değin, Harem denildiğinde akla cinsellik gelse de Osmanlı
Harem"i aslında padişahın evi olmasının yanı sıra cariyelere okuma,
yazma, musiki, raks, dikiş nakış, protokol adabı, hat, tezhip,
süsleme sanatlarının öğretildiği bir eğitim ve devlet
kurumuydu.
Harem-i hümâyûn: duvarlarla çevrili; dünyanın en güzel kadınlarının
padişahın gönlünü almak için birbiri ile yarıştığı, en büyük
dedikodu ve entrikaların döndüğü, en acımasız cinayetlerin
işlendiği bir “Altın Kafes”...
Bu ve benzeri tanımlamaların çoğu, Harem"i bir kez dahi görmemiş
Avrupalılara aitti. Avrupalılar için Harem, esrarengiz, her zaman
ilgi uyandıran ve hayalleri süsleyen bir yerdi. Üst düzey Osmanlı
devlet görevlilerinin bile giremediği Harem"i Avrupalı
Hıristiyanlar"ın görmesiyse hayal dahi edilemezdi. Buna rağmen,
Harem"in işleyişi ile ilgili hayaller kuran Avrupalılar, Harem"le
ilgili pek çok -yanlış!- bilgiyi içeren yazıları da kaleme aldılar.
Örneğin, IV. Mehmed (1648-1687) döneminde İngiliz Elçiliği Kâtibi
Rycaut, padişahın geceyi birlikte geçireceği cariyeyi seçmek için
iki sıra hâlinde dizilmiş cariyeler arasından geçerken beğendiği
güzelin önüne mendil bıraktığını söylemişti ki bu bilgi bir
fanteziden öteye gidemezdi.
UYDURMA MENDİL HİKAYESİ
III. Ahmed döneminde (1703-1730) İngiltere"nin İstanbul elçisi olan
Wortley Montagu"nun eşi Lady Montagu, üst düzey devlet
görevlilerinin eşleriyle kurduğu ilişki nedeniyle Harem hakkında
bilgi edinebilen nadir Avrupalılardandı. Lady Montagu, 10 Mart 1718
tarihli mektubunda Osmanlı padişahı II. Mustafa"nın (1695-1703)
eşlerinden Hafsa Sultan"ın ağzından mendil hikâyesinin doğrusunu
şöyle aktarmıştı:
“Öteden beri söylenildiği üzere, padişahın hangi kızı isterse ona
bir mendil attığının kesinlikle doğru olmadığını ifade etti.
Padişah, kızlardan hangisini isterse onu harem ağası vasıtasıyla
çağırtırmış. Harem halkı, padişahın çağırttığı kızı, hamama
götürürler, vücuduna kokular sürerler, gayet zarif giydirirlermiş.
Padişah kendisinden evvel kıza bir hediye gönderir, sonra da
bulunduğu daireye gidermiş. Yatağın eteğine kadar kızın sürünerek
geldiği de yalanmış...”
Adalet Kulesi, kubbeli binalar, avlu ve kasırlar ile birlikte
Harem'de yaklaşık 400 oda yer alıyor.
Akkadça"dan Arapça"ya geçmiş bir kelime olan harem, “korunan,
mukaddes şey ve yer” anlamına geliyor. Evlerde kadınların
erkeklerle karşılaşmadan günlük hayatlarını sürdüreceği bölüme
“harem” deniyor.
Osmanlı Harem teşkilatının ilk yılları hakkında pek bilgi yok.
Osmanlı Devleti"nin ikinci hükümdarı olan Orhan Gazi (1326-1362)
döneminde devletin teşkilatlanmasına paralel olarak Harem kurumunun
ilk çekirdeği atıldı. Orhan Gazi, Bizanslı iki prensesle
evlenmişti. Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) zamanında devlet ve
saray teşkilatının gelişmesine paralel olarak Harem-i Hümâyûn da
teşkilatlandırıldı. III. Murad"la (1574-1595) birlikte Harem
halkının sayısı arttı ve Harem-i Hümâyûn büyüdü. Harem denildiğinde
akla cinsellik gelse de Harem-i Hümâyûn padişahın evi ve bir eğitim
kurumuydu.
HAREM BİR EĞİTİM KURUMUYDU
Osmanlı sarayı Birun, Enderun ve Harem olmak üzere üç bölümden
meydana geliyordu. Ve Harem-i Hümâyûn, Harem"le birlikte Enderun"u
da içine alıyordu. Osmanlı tarihçisi Halil İnalcık"ın söylediği
gibi Enderun, Osmanlı devletinin erkek yöneticilerinin yetiştiği
üst düzey bir okulken, Harem de kadın yöneticilerin yetiştiği bir
mektepti.
Saray mimarı Melling, cariyeler koğuşunu görmemiş olsa da, 1819
tarihli gravüründe yaşam tarzı ve mimari özellikleri doğru
yansıtmış.
Harem"de padişah ve ailesiyle birlikte, onlara hizmet eden kadın
köleler, yani cariyeler ve harem ağaları yaşıyordu. Osmanlı
padişahları, II. Bayezid zamanına (1481-1512) kadar Bizans"tan,
Balkan prensliklerinden Anadolu"daki Türk beyliklerinden
prenseslerle evlenmişlerdi. Sultan II. Bayezid"den sonra ise
Anadolu"daki Türk beyliklerinin sona ermesi ve Harem-i Hümâyûn"un
iyice kurumlaşması ile birlikte -II. Osman (1618-1622) ve Sultan
Abdülmecid (1839-1861) istisna olmak üzere- padişah ve şehzadelerin
eşini sadece cariyelerden seçmesi âdet haline geldi.
Osmanlı sarayının cariye ihtiyacı, savaşta ele geçen esireler veya
esir pazarlarından satın alınan kadın kölelerden sağlanıyordu. 19.
yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Hanedan"la yakın ilişkisi
olan şair Leyla Saz, hatıratında, “Bazı Çerkez kadınlarının
kızlarını padişah haremi olup ihtişam ve elmaslar içinde hayat
süreceğine dair ninnilerle büyüttüklerini” ifade etmişti.
Yazının devamını National Geographic Türkiye"nin sayfalarında
bulabilirsiniz.