Gül'ü etkileyen 'Hakkari' raporu
Abone olCumhurbaşkanı Gül, Tarabya’ya davet ettiği psikanalistten bölgenin durumuyla ilgili bilgi aldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Ekopolitik Danışmanı ve
beraberindeki heyeti kabul etmesi geçtiğimiz haftaya damgasını
vuran olaylardan biri oldu.
Gül’ün Tarabya toplantısında Kürt ve ülkücü aydınların yanı sıra
ilginç bir isim daha bulunuyordu: Psikalanist Dr. Ayla
Yazıcı.
Yazıcı’nın toplantıya davet edilmesinin sırrı ortaya çıktı.
"Taş atan çocuklar"la ilgili Hakkari'ye giden ve
bir rapor hazırlayan Dr. Yazıcı, bunu Köşk'e göndermişti.
Yazıcı'nın raporuyla yakından ilgilenen Cumhurbaşkanı Gül,
Tarabya'ya davet ettiği psikanalistten bölgenin durumuyla ilgili
bilgi aldı. 10 Kürt aile ile görüşülerek hazırlanan rapor Abdullah
Gül'ü çok etkiledi.
"Hakkari’de yaşayan insanların ruhsal ortamlarının
psikoanalitik olarak değerlendirilmesi" başlığını taşıyan
rapor, psikanalist, psikiyatrist Dr. Yazıcı’nın bir haftalık
Hakkari gezisinde Kürt ailelerle görüşmesi ve taş atan çocukları
incelemesiyle hazırlandı.
Rapordan çarpıcı başlıklar ve çözüm önerileri şöyle:
DAĞLARLA ÇEVRİLİ KOCAMAN TAS GİBİ
Hakkâri ilinde yaşayan herkesi cezaevinde yaşıyor gibi
düşünebiliriz. Hakkarili Kürtler, orada çalışan görevli polisler,
bütün devlet çalışanları ve askerler de dâhil olmak üzere. Hakkari
dağlarla çevrili kocaman bir tasın içinde gibi. Dağların bir
çoğunda gözetleme noktaları var. Şehre bakan bir dağda da; ‘Ne
mutlu Türküm diyene’ yazıyor. Hakkari’de yaşayan halkın çoğu Kürt.
Böyle bir toplumun üstünde şehre bakan bu yazı, şehirdeki Türklerin
kendilerini güvende hissetme ihtiyacını karşılarken, Kürtlerin ise
kendilerini yokmuş gibi hissetmelerine neden oluyor.
PKK'YA KATILIMDA KAYIP KAYIP OLARAK YAŞANIYOR
Görüştüğümüz her aile ve konuştuğumuz her Hakkârili kişinin
ailesinde muhakkak bir veya daha fazla kayıp var. Faili meçhuller,
cezaevine girenler veya PKK’ya katılarak kaybedilen yakınlarÖ Bu
kayıpların hiç biri de olağan değil. Hakkâri’de görüştüğüm kişiler
bu durumu da normalleştirmeye çalışıyor ama aslında hiçbiri de bunu
başaramıyor. Bu kayıpları olağan yas süreci içinde yaşayamıyorlar
ve çok acı çekiyorlar. Cezaevine girenlerin ailelerinin kafasında
yakınlarının suçları net değil, neden tutuklandıklarını bir kısmı
bilmiyor... PKK’ya katılım da bir tür kayıp gibi yaşanıyor.
AİLELER PSİKOLOJİK FELÇ GEÇİRİYOR
Kayıpların normal psikolojik süreç içinde yasının tutulamaması
(patolojik yas) sonucunda acı katlanarak devam ediyor. Halen bu
kaygı ortamı içinde yaşamak durumunda olmak da eklenince tamamıyla,
ana-babalarda, yetişkinlerde bir ruhsal ölüm, psikolojik olarak
felç olma, ilerleyememe halinden söz edebiliriz. Bu yaslar
katlanarak, patolojik şekilde hemen her ailenin belini bükmüş ve
onları kolsuz bacaksız bırakmış durumdadır.
Göç eden ailelerde, göçün çok ağır travmalara neden
olduğunu söylemek mümkün. Özellikle göç eden kuşak, geçmişe ciddi
bir özlem içinde... Köklerinden koparılma duygusu başlı
başına çok önemli bir travmadır. Zorunlu göç eden kuşakta köylerine
dönme arzusu var ama dönebileceklerine inanmıyorlar, sonraki kuşak
ise kaosun içinde kaybolmuş durumda.
TAŞ ATAN ÇOCUKLAR GÖÇ EDEN AİLELERDEN... AYRINTILAR
DİĞER SAYFADA...
TAŞ ATAN ÇOCUKLAR GÖÇ EDEN AİLELERDEN
’Taş atan çocuklar’ adı ile nerdeyse özdeşleşen çocukların çoğu,
göç eden mahallelerde yaşayan ailelerden geliyor. Bu isimle
özdeşleşmeleri de çok ilginç. Çocuklar bu ortam içinde
geleceklerini göremedikleri gibi, geçmişlerini, köklerini de
göremiyorlar ve sanki o bağı da kaybetmişler gibi. O kadar
kaybolmuşlar ki sanki tek belirgin şey taş atmaları.
Hakkâri’de halkta, ‘Türk’,’Kürt’, ‘Kürtlerden göç eden’, ‘yerli,
Türklerde polis’, ‘asker’, ‘valilik’, ‘hâkimler’ vs. şeklinde
bölünmeler mevcut. Herkes herkesten şüpheleniyor.
ÇOCUKLAR POLİSİ PANZER GÖRÜYOR
Hakkari’deki son 20-25 yıl içinde bu ortama doğan çocuklar aslında
kendilerini görmek için bir ayna arıyorlar. Evde yakınları
yas içinde, ruhsal ölüm içinde. İşin en üzücü tarafı, evin
dışındaki seçenekler de pek iç açıcı değil. Seçenekler
PKK’ya katılma veya polis. Evin dışında polisi görüyor. Ama polis
de insan şeklinde değil, panzer şeklinde. Yani saldıran bir şeyle
bu çocuklar özdeşim yapıyorlar. Bu aynaya bakıyorlar ve bir
anlamda ‘canlı mı?’ diye taş atıyorlar. Panzerlerde onlara ‘canlı’
olarak cevap veriyor. Ama bir sıcaklık, şefkat, koruma
içeren anne- baba canlılığı değil de saldırganlık içeren bir
canlılık bu.
POLİSLE ÇATIŞINCA KİMLİKLERİ OLUYOR
Bu çocuklar boşluk-karanlık, kaybolmuşluk içinde, polisi bir tür
can simidi gibi görmekteler. Ama öyle bir simit ki zarar verici,
döven, hırpalayan ama yine de karanlıktan, kaostan yeğ tutulan bir
simit. Polisle bu tarz bir çatışmaya girdiklerinde bir de
kimlikleri oluyor. Kürtlerin ambivalan( iki değerli) duyguları çok
belirgin. Devleti iyi görüyorlar ve kendilerini beslemesini
bekliyorlar. Ancak bir taraftan da kendilerine acı çektirerek bunu
yapacağını düşünüyorlar.
KÜRTLER GRUP KİMLİĞİNE SIĞINIYOR
PKK’da iken öldürülen yakınları geldiğinde toplu taziye evi
oluşturuyor ve yası toplu tutuyorlar. Yani bu toplumsal psikolojik
gerileme nedeniyle Kürtlerin bireysel kimliklerinin belirsizleştiği
ve grup kimliğine sığındıklarını söylememiz mümkündür. Toplu taziye
evi, toplu taş atma eylemleri, toplu kepenk kapatma eylemleri
bunların en tipik örnekleridir. Felç olma hali ve ruhsal ölüm
nedeniyle kurban olma psikolojisi de Kürtlerde grup kimliğinin
önemli bir parçası haline gelmiş. Her şeyi devletten beklemeleri,
sürekli devleti suçlamaları vb.
HAKKARİ'DE ASKER HER İKİ TARAFIN DA GÜVENDİĞİ
İSİM
Polisler de aynı cezaevinde korku içinde bir gerileme halindeler.
Bu gerileme nedeniyle onların da bireysel kimlikleri
belirsizleşiyor ve suçluluk duygusu içinde, toplu olarak saldırgan,
saygısız, aşağılayıcı rolüne giriyorlar ve Kürtler tarafından böyle
algılanıyorlar. Devlet erkanında da aynı korku ve gerileme
gözleniyor. Asker her tarafın en güvendiği kesim gibi. Kürtler de,
devlet erkanı da askere güveniyor (Bu bölümün de daha
netleştirilmesi için askerlerle de görüşmeler yapılması
gerekmektedir). Hakkâri’de bir tür anahtar-kilit ilişkisi oturmuş
durumda.
Peki ne yapmalı?
İlk olarak, Kürtlerin kimliklerinin tanınması (dilleri, eğitimleri
vs.), aşağılanmanın durdurulmas (polis-devlet sert baba yerine,
koruyucu, adil, otoriter bir babaya dönüşmeli), Hakkari’nin cezaevi
durumundan çıkarılması halkın tekrar dağlarını, yaylalarını
istedikleri gibi kullanmalarının sağlanması, ekonomik gelirleri
düzeltilmeli yas içinde olan anne-babalara destek verilmeli.