İsrail’in Gazze’de yürüttüğü
“devlet terörü”
tüm hızıyla devam ediyor. 600’den fazla Filistinli İsrail
bombalarıyla katledildi ki, bunların yüzde 80’inin sivil, 100
kadarının çocuk olduğunu uluslararası ajanslar
bildiriyor.
Buna karşı İsrail’de sivil can kaybı sadece iki. 30 kadar da
İsrail askeri ölmüş. Durum bu iken, Amerikan Başkanı olacak adam
başta olmak üzere dünya ekabirleri “İsrail’in kendini
savunma hakkı” var diyor, başka bir şey demiyorlar.
Yüz kat daha mağdur olan Filistin’in kendi savunma hakkı yok
ama!..
İnsana “batsın bu dünya” denen
adaletsizliklerden biridir hakikaten bu. Yahut Necip Fazıl’ın
meşhur dizesini hatırlatır:
“Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah
olsa!”
İnanıyorum ki, bir kaç on yıl içinde, dünya, Filistin’e yaptığı
bu haksızlığı teslim edecektir. İsrail, Güney Afrika’daki Apartheid
rejiminin 90’larda yaşadığı gibi, uluslararası izolasyon sonucunda
dize gelecek, bağımsız bir Filistin’i kabul edecektir.
Bu sonuca varmak için yapılması gereken en önemli işlerden biri
ise, gerek mazlum Filistinlilerin gerekse onları destekleyenlerin
bu haklı davaya haksızlık gölgesi düşüren tutumlardan
kaçınmalarıdır.
Örneğin, İsrail’e olan haklı tepkimizi, tüm bir Yahudi dinine ve
milletine düşman olmaya, yani anti-Semitizme çevirmek, böyle bir
haksızlıktır. İlkesel düzeyde yanlış olduğu gibi, bir önceki
yazımda anlattığım gibi, aslında İsrail militarizminin işine
yaramakta, onu beslemektedir.
Yapmamız gereken ikinci önemli iş ise, bir millet olarak
Filistin’e karşı duyduğumuz vicdani hassasiyeti, siyasi
rakiplerimize vurmak ve kendi cephemize puan toplamak için
kullanmamaktır.
Yani, Gazze’nin dramını Türkiye iç siyaseti için suistimal
etmemektir.
Oysa, gördüğüm kadarıyla, bu suistimal bol bol yapılıyor şu
ara.
Örneğin, açıkça söyleyeyim, Başbakan Erdoğan’ın “17-25
Aralık operasyonunu Filistin için susmayan hükümeti susturmak için
yaptılar” sözü, açık bir Filistin istismarıdır.
Zaten Erdoğan ve çevresi, Gezi olaylarından beridir, bir
zamanlar karşı çıktıkları “niyet okuma”
hastalığını en üst düzeyde benimseyerek, kendilerine karşı çıkan
herkesi ve her olguyu “şer odaklarına” hizmet
etmekle suçlama yanlışını sürdürüyor. Bu yüzden de “Yeni
Türkiye” umudumuzu söndürmüş, bilakis en eski ve en habis
siyasetlerin aynen sürdüğüne ikna etmiş durumdalar bizi.
Aynı şekilde, bazı Erdoğan taraftarlarının, Gazze dramını siyasi
muhaliflerine — bilhassa “Pensilvanya”ya — amiyane
tabirle “çakmak” için kullandıkları da gözden
kaçmıyor. Asıl dertleri Filistin mi, Pensilvanya mı,
anlaşılmıyor.
Buna mukabil, muhalefet de boş durmuyor. Muhalefet sözcüleri de
Erdoğan’ı görünüşte İsrail’e karşı olup aslında onunla işbirliği
yapmakla suçluyorlar. Kanımca, bunlar da, abartılı ve haksız
suçlamalardır. Bütün bir Batı basını Türkiye’yi fazla Filistin
yanlısı ve fazla İsrail karşıtı olmakla suçlarken, aksi yöndeki iç
yorumlar, zorlamadır.
Aynı şekilde, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a
söylediği “Yahudi Cesaret Madalyası'nı hala boynunda
taşıyacak mısın?” sözü, yersiz bir hamasettir.
Çünkü Erdoğan 2005’te aldığı o ödülü, “İsrail’e hizmet
etmekten” değil, 2003’te sinagogları bombalanan
Türkiye’deki Yahudi vatandaşlarımıza sahip çıktığı, dostluk
gösterdiği için almıştı.
İyi ki de almıştı. İyi ki de bugüne dek İsrail’e tepki ile
Yahudi düşmanlığını birbirinden ayırmıştı Erdoğan. Bundan sonra da
ayırması, kendisini destekleyen medyadaki anti-semit seslere karşı
çıkması için teşvik edilmelidir. “Madalyasını
çıkarması” için değil.
Diyeceğim odur ki, gelin, Gazze’ye duyduğumuz hassasiyeti iç
siyasete malzemeye dönüştürerek ucuzlatmayalım.
İsrail’in devlet terörüne karşı çıktığımız gibi, bu meselede bir
millet olarak hakikaten ne yapabiliriz, haklı hissiyatımızı nasıl
etkili politikalara dönüştürebiliriz, bunu konuşalım.
Hamasete, hele de iç siyaset odaklı hamasete, boğulmayalım.