Doçentlik sözlü sınavı ve uygulamadaki sorunlar

Doçentlik unvanı süreci ile ilgili sorunlardan biri de sözlü sınavın uygulanmasındaki karışıklık.

Muhammet Şakiroğlu msakiroglu@gmail.com

YÖK, 12 Haziran’da yayımlanan Resmi Gazete ile yılda iki defa olan doçentlik başvuru sayısını üçe çıkardı ve ön değerlendirmeyi kaldırarak sürecin hızlandırılmasını sağladı. Değişiklikler, doçent adaylarını sevindiren önemli gelişmeler. Ancak hem genel kadro yükseltilme ve atmalarında hem de doçentlik sınavının kendisinde bir kısım sorunlar hala devam ediyor. Üniversitelerde kadro yükseltilmesinde yaşanan en temel sorun ve çözüm önerileri ile ilgili yazdığım yazı hala tüm güncelliği ile şurada duruyor.

Doçentlik unvanı süreci ile ilgili sorunlardan biri de sözlü sınavın uygulanmasındaki karışıklık. Türkiye’de uzunca bir süre uygulanan doçentlik sözlü sınavı, aslında doktora yeterlilikte var olan eksikliğin ikamesi şeklinde idi. Doçent olacak kişi, tanımadığı bir jürinin karşısında alanın temel bilgilerinden sözlü sınava giriyor; başarılı olmak için de temel kitabi bilgileri kapsamlı bir şekilde çalışıyordu. Uygulama sübjektif öğeler barındırsa da sınav,  alanın temel textbook bilgisini edinmiş olmayı sağlama amacına dönüktü ve bana göre faydalıydı.

YÖK daha önce yaptığı değişiklikle doçentlik unvanı alabilmek için sözlü sınav yapma zorunluluğunu kaldırdı. Bunun yanında üniversitelerin, doçentlik unvanı almış öğretim üyelerini bu kadroya atarken isterlerse sözlü sınav talep edebileceklerini de belirterek uygulamayı üniversitelere bıraktı. Halen 20 kadar üniversite doçentlik kadrolarına atamalarda sözlü sınava girmiş olmayı zorunlu tutuyor.

Başlangıçta basit bir tercih gibi görünmekle birlikte oldukça karmaşık sorunlar çıkarıyor uygulama.

İlkin güncel sorunlardan başlayalım…

Eskiden ÜAK tarafından koordine edilen sözlü sınavlar, yedek jürilerin bulunduğu üniversitelerde ve yoğunlukla Ankara, İstanbul gibi merkezi şehirlerde yapılmakta idi. Sınav organizasyonun lojistiği ÜAK tarafından yapılıyor, seyahat bütçesi ise jüri üyelerinin görev yaptığı üniversitelerden temin ediliyordu. Ancak yeni düzenleme ile artık ÜAK sadece jüri üyelerini belirliyor, sınav organizasyonu ve seyahat giderleri, sözlü sınav talep eden üniversitelere bırakılıyor. En küçük üniversitelerde bile her dönem onlarca kişi doçent unvanı alıyor ve her bir aday için 5 kişiden oluşan müstakil bir jüri oluşturuluyor.  Bu jürilerin seyahat giderlerini de üniversite karşılamak zorunda.  Bu durum üniversitelerin seyahat bütçelerinin sınırını çok aşıyor.

Bazı üniversitelerin, adaydan sınav jürisinin seyahat masraflarını karşılamasını talep ettiğine dair e-postalar alıyorum. Sadece seyahat masrafları değil, konaklama ve organizasyon masraflarının da adaylara ödetildiğine dair şikâyetler var. İşin yasal boyutu bir tarafa, şehir dışından gelen jüriyi karşılayan ve onlara izzet ikramda bulunan bir adayın objektif bir sınava tabi tutulamayacağı aşikâr. Sınavın bu haliyle hedefi ıskaladığı kesin.

İkinci önemli sorun ise sınavın ertelenmesi sorunu. COVID-19 salgınından dolayı bir süredir yüz yüze toplantılar yapılamamakta. Doçentlik sınav jürileri de toplanamadığı için kadro atamaları gecikmiş durumda ve durumdan mağdur olmuş öğretim üyeleri var. ÜAK, sınavların yeniden yapılabileceğini duyurdu. Öncesinde sınavların online yapılabileceğini karara bağlamıştı YÖK. Ancak sınavlar henüz yapılabilmiş değil. Salgının gidişatını öngöremediğimiz için ileride benzer bir durum ile bir daha karşılaşmayacağımızın garantisi de yok. Atamalar yine etkilenebilir.

Asıl önemli sorun ise bu sözlü sınavın profesör kadrosuna yükseltilme ve atamalarında da ortaya çıkacak olması. Yani zincirleme bir sorun söz konusu. Doçentlik atamalarında sözlü sınava girmiş olma koşulunun karşılanmasını isteyen üniversiteler, profesör atama ve yükseltilmelerinde de doçentlik sözlü sınavına girmiş olma koşulunu sürdürüyor. Dolayısıyla profesörlüğü hak etmiş veya başka bir üniversitede profesör olarak çalışanlar, tekrar doçentlik sözlü sınavına girmeden bu üniversitelerdeki kadrolara atanamıyor. Bu sorun henüz gündeme gelmemiş olmakla beraber problemin gün yüzüne çıkması yakındır. Çünkü sözlü sınava girmeden doçent olan ilk nesil yaklaşık iki yıl sonra profesörlük kıdemini hak etmeye başlayacak.

YÖK şikâyet konusu olan doçentlik sözlü sınavını ıslah etmek yerine kaldırmayı tercih etti. Ancak tamamen kaldırıp uygulama eşitliği sağlamaktansa uygulamayı serbest bıraktı. Bu ise yukarıda anlatılan sorunlara sebep olmaya başladı. 

Konunun daha da dallanıp budaklanmasını engellemek adına sözlü sınav tamamen kaldırılabilir. Bu durumda sözlü sınav talep eden üniversiteler atama kıstaslarını yükseltebilir. Yapılan bilimsel yayınların niteliğine dair ilave ölçütler talep edebilir.  Nitekim bir çok üniversitede böyle kriterler var.

Sözlü sınavın kaldırılmaması yönünde talepte bulunan üniversitelerin bu konuda ihtiyaç hissettiği açık. Doçentlik sözlü sınavını, Türkiye akademisinde etkisiz olan doktora yeterlilik sınavının ikamesi olarak gördüğümü belirtmiştim. Sınavın tamamen kaldırılmaması durumunda ise sınav organizasyonun tamamıyla ÜAK tarafından yapılması ve seyahat ile konaklama giderlerinin ÜAK tarafından karşılanması gerekir. Ayrıca unvanı almış adayların atamalarının gecikmemesi adına her türlü tedbirin de alınması gerekir.