Milliyet Gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş, CNN Türk’te
yayınlanan “Dört bir taraf” programında
“Ülke Ergenekon, Balyoz, KCK, 28 Şubat davalarıyla ciddi
bir gerilimin içinde girdi. Genel bir affa ihtiyaç var”
dedi.
Son zamanlarda yaygın olan bir görüşü dillendirdi. Peki,
gerçekten böyle bir ihtiyaç var mı?
Örneğin, bir kesim için “derin devletin”
temizlenmesi anlamına gelen Ergenekon davası, başka bir kesim için
“hükümete muhalif olanların budandığı” bir dava
halini aldı.
Ya da Türkiye’de herkesin en mutabık olduğu konu
“darbelerle yüzleşmek” iken, “balyoz
davasında” bölündük de bölündük, ayrıştık da ayrıştık.
KCK davası, “bu bir paralel devlet
örgütlenmesidir” diyenler ile “ama bu kadar da
insan içeride olamaz” diyen tarafları karşı karşıya
bıraktı.
Takım tutar gibi dava tutar olduk. Fanatikleştik. Coğrafi olarak
7 bölgeye, davalarla da bir o kadar parçaya bölündük.
Sanırım şu söyleyeceğimde ortak fikirde oluruz;
Bu davalar, hukuku, demokrasiyi kirden arındırmaya çalışan
davalar olarak tarihe geçtiği kadar, gariplikler tutarsızlıklar ve
çarpıtmalar tarihi olarak da yakın siyasi tarihimize adlarını
yazdırdı.
Birkaç notla değerlendirmek gerekirse;
1- Uzun tutukluluk halleri, usul hataları ve
yanıtsız cevaplar kadar “çarpıtmalar” da davaların
önüne geçti.
2- Çarpıtmalar artıp, hatalar eksiklikler
ortaya çıktıkça, davaların kendisi değil, yılların biriken
“ezilen-ezen” kavgası hortladı. İntikam ve
intikamcı kavramları kendini göstermeye başladı.
3- Her kesim kendi dava sürecini anlattı. Kendi
medya organlarıyla toplumu ikna etmeye çalıştı. Ama ilginç olan,
aynı dava için söylenenler birbirine tamamen zıt idi.
3- Tutukluluk süreleri, usul hataları arttıkça, iktidarın art
niyetinden şüphe eden kesimler için "şüphelerinin
inandırıcılığı" da artmaya başladı.
4- Davalar, zaman ve içerik açısından inanılmaz bir uzunluğa
ulaşınca, öncelikle medyanın ilgisi azaldı. İkincisi ise davaları
derinlemesine takip eden gazeteci sayısı da oldukça düştü. Çünkü
takip edilmesi gerçekten zordu. On binlerce sayfalık iddianameleri
okumak, dinlemek, neredeyse imkânsızdı.
5- Asıl film ise uzun tutukluluğun ardından beraat eden
insanların yapacakları hukuk mücadelesinde yaşanacak. Bir yüzleşme
daha yaşayacağız.
6-Belki de o zaman açılan davalarla o günün mağdurları bugünün
medyası ya da politikacılarını yargılayacak.
Hal böyle olunca belki de şimdi siz, “işler Arapsaçına
döner, davalar yanardöner bir mücadele halini alır ve herkes
birbirini yargılamaya başlar” diyeceksiniz.
Olsun. Yargılansın. Haksızlık varsa, haklar aransın.
Çünkü gerçeklerimizle açık ve net olarak yüzleşmemiz gerekiyor.
Bu nedenle ben genel aftan yana değilim, sadece adil bir
yargılamadan yanayım.
Adaletten yanayım.
Adaleti sağlayamaz isek, sürekli “genel af, intikamcı
davalar, jüristokrasinin egemenliği, yargı darbesi” gibi
konuları konuşmaya devam ederiz.
Bunlardan dolayı yargı düzenini toparlamak en öncelikli
adımlardan biri olmalı.
Çünkü Türk yargısı bu süreçte böylesine büyük davalara hazır
olmadığını gösterdi. Başarılı olmayan bir sınav geçirdi. Çok mağdur
yarattı. Ve bu mağduriyetler, davaların toplumla olan iletişimini
tamamen değiştirdi.
Demokrasiyi paklamak için umut ışığı olarak görülürken, yılların
kavgalarını, nefretlerini ortaya döken bir sonuca sebebiyet
verdi.
Yani anlayacağınız bu adalet bize dar geliyor.
Bize daha geniş, daha üstümüze oturacak bir "XL
adalet" lazım.
Şimdi 3. yargı paketi derken, 4. Yargı paketi geliyor.
İyileştirmeler devam edecek ve etmek de zorunda.
Çünkü Türkiye’nin kendi iç huzuru ve barışı adına bugün Kürt
sorunuyla yüzleşmeye çalışması gibi, bu davalarla da adil yargılama
ve hukukun üstlünlüğü ilkelerinin şemsiyesi altında yüzleşmesi
şart.
8 işçi
Onlar 8 işçi.
İsimleri de yok.
Şimdi kendileri de.
Sadece bir günlüğüne haberleri işgal ettiler,
Azıcık da vicdanlarımızı.
8 işçi…
“Yok yere ziyan olanlar” kervanına
katıldılar.
Biz ne de olsa ihmal konusunda kalplerde yer etmiş bir
ülkeyiz.
Güvencesizlik, sorumsuzluk göbek adımız sayılır.
Yönetici abilerimiz hep haklı, kader ise hep belalımızdır.
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin raporuna göre,
2012 Aralık ayında en az 76, 2012 yılı boyunca ise en az 878 işçi
öldü.
Ve bu zihniyete “bir dur” diyemez isek,
istatistikler artmaya devam edecek.
Ama sadece istatistikler artmaya devam edecek.
Çünkü bizim ölen işçiler diye ne bir derdimiz ne de ilgilimiz
var.