Antalya Zirvesi ve G20'ye Farklı Bir Bakış

G20, tüm dünyaya ait bir sağduyu çizgisi, bir küresel adalet dağıtıcısı ya da uluslarararası bir "yönetişim platformu" mu? bunu zaman gösterecek.

Ulvi Saran ulvisaran@internethaber.com

Dönem başkanı olarak Türkiye'nin ev sahipliğinde gerçekleşen ve Paris terör saldırılarının dünyaya yaşattığı şokun ardından uluslararası kamuoyunun üç gün süre ile tüm ilgi ve  dikkatini ülkemize yönelten "G20, 2015 Antalya Zirvesi" 16 Ekim tarihi akşamı Cumhurbaşkanı Sayın R.Tayyip Erdoğan'ın kapanış konuşmasıyla sona erdi.

Ortaya çıkışından bugüne kadar geçen yaklaşık 20 yıllık süre içinde G20 grubunu oluşturan ülkelerin hangi eksende bir araya geldikleri, kuruluş felsefelerinin, ortak paydalarının ve faaliyet amaçlarının ne olduğu konularındaki tartışma ve spekülasyonlar sürekli canlılığını koruduğu gibi yakın gelecekte de sona erecek gibi gözükmüyor.

G20, dünyanın en zengin ülkelerini bünyesinde barındırıyor ama zenginler kulübü değil. Dünyanın en kalabalık ülkelerini kapsıyor, ama içinde nüfusu fazla olmayan ülkeler de var. Topluluk, Yirminci yüzyılın sonunda dünyanın önemli bölgelerinde meydana gelen ve pek çok ülkeyi sarsan ekonomik krizlerin ardından, uluslararası ticaretin geliştirilmesi, dünya ölçeğinde makro ekonomik politikaların tartışılması ve koordinasyonu ve küresel ekonomik istikrarın sağlanması amacıyla kurulan bir yapı. Başlangıçta II. Dünya Savaşı sonrası Bretton Wood düzenini koruma amaçlı girişimlerin devamı olarak en güçlü ekonomileri oluşturan G8 ülkelerinden meydana gelmekte iken, topluluk profili 2008'den itibaren gelişmekte olan ülkelerin ve Avrupa Birliği Komisyonu'nun da katılımıyla yüksek ve orta gelir grubu ülkelerin oluşturduğu karma nitelikte bir yapıya kavuşmuş bulunuyor. Ama üye ülke ekonomilerince üretilen değerlerin dünya gayrisafi hasılasının % 85'ini, dünya ticaretinin % 80'ini oluşturduğu ve üye ülkelerde dünya nüfusunun üçte ikisinin yaşadığı dikkate alındığında, topluluğun sadece 20 ülkeden meydana gelmiş gibi gözükse de aslında dünyadaki nüfus ve üretim potansiyelinin çok büyük bir bölümünü kapsadığı görülüyor.


G20'inin Yapı ve Amaçlarında Değişim:

Topluluğun 8 üyelik ilk nüvesinin oluştuğu 1976-98 döneminde gündemini  "patronlar kulübü" niteliğine de uygun olarak daha çok makroekonomik sorunlar, uluslararası ticaret, enerji güvenliği gibi müreffeh ülkelerin küresel çıkarlarını güvence altına almaya yönelik konular oluşturmuştur. 20'inci yüzyılın son çeyreğinde küresel ekonomide ortaya çıkan Uzakdoğu Asya eksenli üretim patlaması, sosyal ağların ve ticari ilişkilerin canlanması ve uluslararası rekabete dayalı yeni pazar arayışlarıyla birlikte gelişen ülkelerin önemi artmış, gündem konuları içinde yükselen ekonomilerin büyüme ve gelişme sorunları ağırlık taşımaya başlamıştır.

Topluluğun üye ülke profilinin ve gündem konularının değişiminde etkili olan ikinci önemli gelişme, soğuk savaş döneminin kalıcı olarak sona ermesiyle birlikte özellikle 2000'den sonra tüm dünyada yaygınlaşan uluslararası terör eylemlerinin ve örgütlü suçların küresel güvenliği tehdit etmeye başlamasıdır. 11 Eylül saldırılarının, uluslararası örgütlü suçların ve artan uyuşturucu kaçakçılığının ardından teröre karşı uluslararası işbirliği, uyuşturucu ve kara para aklamayla mücadele konularının ön plana çıkmaya başlaması bu gelişme ile yakından bağlantılıdır.

Sanayi devrimi sonrası batılı kalkınmış ülkelerin hakimiyet ve kontrolleri altında gerçekleşen ve üçüncü dünyanın doğal kaynaklarının sömürüsüne ve dengesiz kullanımına dayanan sanayi patlamasının ürettiği sorunlar kendilerinden çok yoksul ve gelişmekte olan ülkeler üzerinde etki ve tahribata yol açmıştır. Zengin ya da yoksul olsun dünyanın her ülkesinde ortaya çıkan ve 21'inci yüzyıla miras kalan çevre kirliliği, çarpık kentleşme, silahlanma, nükleer tehdit, gelir adaletsizliği, uyuşturucu bağmlılığı, demografik değişim, göç hareketleri gibi küresel sorunların bunlardan en çok etkilenen ve dünya nüfusunun en geniş kesimini oluşturan ülkeler dışlanarak ele alınmasının ve çözüme kavuşturulmasının mümkün olamayacağı reddedilemez bir gerçeklik haline gelmiştir. G20'nin 2000'lerden sonra "En zengin 7'li ülkeler" grubunu aşarak nüfusu en fazla ve en hızlı büyüme eğilimi olan ülkeleri bünyesine almasının temel nedeni budur.

Topluluğun bünyesine gelişmekte olan ve nüfusu kalabalık ülkelerin de katılımıyla üye sayısının 20'ye yükseltilmesi, kimilerine göre uluslararası ekonomik kalkınma ve işbirliği konularının yalnızca 7-8 zengin ülkenin hakimiyet ve kontrolü altında ele alınıp yönetilen ve bütünüyle onların çıkarlarıyla özdeşleşmiş bir ilgi alanı olduğu yönündeki algıyı değiştirmiştir. Böylelikle küresel kapitalizme ve çevre sorunlarına karşı tüm dünyada yükselen protesto ve direnç dalgasının da bir parça kırılması sağlanmıştır.

Türkiye, sadece nüfus ölçeği ve ekonomik büyüklüğüyle değil, tarihten gelen rolü, jeostratejik konumu, bölge ülkeleri üzerindeki liderlik misyonu ve odak ülke olma özelliğiyle de topluluk içinde vazgeçilmez bir öneme ve ağırlığa sahip.



Topluluğun üye profilinin düşük ve orta gelir grubu ülkelerin de katılımıyla dünyanın ağırlıklı nüfus tabanına dayandırılması ve küresel gelir ortalamasını temsil eden bir yapıya kavuşturulması, ekonomik kaynakları yönetenlerin sahip oldukları güçler arasındaki dengesizliği gidermeye yönelik olumlu bir işaret olarak görülmeye çalışılmıştır. Bu değişimin 21'inci yüzyılın üretim ve yönetim anlayışının tüm dünyada yükselen ve popülerlik kazanan "ekonomik yönetişim"(economic governance) anlayışına da uygun düştüğü, deyim yerindeyse küresel ekonomik ve sosyal düzenin hiç değilse sorunların ele alınması ve tartışılması bağlamında demokratikleşme ekseninde bir değişim çizgisine yöneldiği biçimindeki iyimser yorumlar bunun ifadesidir.

Türkiye'nin Topluluk İçindeki Yeri ve Önemi:

Türkiye, sadece nüfus ölçeği ve ekonomik büyüklüğüyle değil, tarihten gelen rolü,  jeostratejik konumu, bölge ülkeleri üzerindeki liderlik misyonu ve  odak ülke olma özelliğiyle de topluluk içinde vazgeçilmez bir öneme ve ağırlığa sahip. Etnik ve sosyal dokuları ve tarihsel sorunları itibariyle Irak, Suriye, İsrail gibi en kırılgan ülkelerin yer aldığı, sürekli savaş ve  çatışma ortamının hüküm sürdüğü kaotik bir siyasi coğrafyada bulunması bunun açık bir göstergesidir. Öte yandan Türkiye'nin yakın tarihte bölgesinde en fazla mülteci barındıran ülke durumuna gelmiş olması da Ortadoğu'nun siyasi dengeleri ve dünya barışı açısından vazgeçilmez olduğunu ortaya koymuş bulunuyor. Nihayet kısıtlı mali imkanlarına rağmen 2 milyonun üzerindeki mülteciyi misafir ettiği halde, Avrupa ülkelerinin sınırlarını aşarak Schengen Sistemini çalışmaz hale getiren ve sadece yüzbinlerle ifade edilen Suriyeli mülteci akınının AB üyesi ülkelerde yol açtığı panik ve çaresizliğin aşılmasında Türkiye'nin bir dalgakıran işlevi üstlenmesine yönelik oluşan ortak beklentiler de bu önemi doğruluyor.

Zirvenin Ana Teması ve Sürükleyici Motifleri:

Başbakan Sn. Davutoğlu'nun da dile getirdiği gibi mottosu, "Kollektif eylem ve işbirliği ile güçlü, sürdürülebilir ve dengeli kalkınmayı sağlamak" olarak belirtilen zirvede, geleneksel olarak ele alınan küresel ekonomik büyüme, kalkınma, istihdamın arttırılması, finansal istikrar, güçlü bankacılık sistemi, dengeli gelir dağılımı, kamu borçlarının azaltılması, dengeli döviz kurları, vergi sisteminde adalet, yatırım ortamının iyileştirilmesi, girişimciliğin geliştirilmesi, şeffaflık ve yolsuzluklarla mücadele gibi konuların dışında terörizmle mücadele, enerji güvenliği, iklim değişikliği, göç krizi gibi doğal, siyasal ve toplumsal nitelikteki sorunlara da yer verilmiştir.

Türkiye, üye ülke temsilcilerine  başarılı  bir ev sahipliği yapmış olmanın yanında zirvenin ana temasının işlenmesinde, stratejik konulara yönelik esaslı vurgular yapılmasında ve sonuç bildirisinin şekillenmesinde önemli ölçüde etkili oldu. Sayın Cumhurbaşkanı'nın kapanış konuşmasında uluslararası terörizmin önlenmesinde ve mülteci krizinin çözümünde uluslararası toplumu etkin bir işbirliğine ve samimi külfet paylaşımına davet etmesi, kendi halkını katleden Esad'ın Suriye'nin geleceğinde yerinin olmaması ve özellikle DAİŞ, El Kaide, Boko Haram gibi örgütlerden hareketle din adına insan öldürenlerin eylemleriyle dinlerin evrensel ilke ve mesajlarının ilişkilendirilmemesi gerektiğine vurgu yapması bu etkiyi pekiştirmiştir.

ABD'nin Türkiye'nin Suriye'de güvenli ve uçuşa yasak bölge önerisine karşı çıkması, topluluk üyelerinin en fazla Türkiye'nin yükünü çektiği ve bir insanlık trajedisine dönüşen mülteci krizinin çözümünde sorumluluk üstlenmekten kaçınarak sonuç bildirgesinde göstermelik ve etkisiz ifadelerle yer vermekten başka bir şey yapmaması, müreffeh ülkelerin iş zora geldiğinde geleneksel olarak sergiledikleri fedakarlıktan uzak ve samimiyetsiz tutumlarını bir kez daha tekrarladıklarını ortaya koymuştur.

Sonuç:

Uluslarararası ilişkiler ve siyaset alanı adalet, eşitlik, hakkaniyet, feragat, fedakarlık gibi duygu ve ideallere yer verilmeyen; ülkeler arasındaki güç ve çıkar çatışmalarının uluslararası hukuk normları ve diplomatik teamüller altında en acımasız biçimiyle hüküm sürdüğü  bir mücadele arenasıdır. İnsanlığın binlerce yıllık tarihi tecrübesinin yanında, geçtiğimiz yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı sonrası sözde uluslararasında barış ve adaleti sağlamak üzere kurulan BM başta olmak üzere tüm uluslararası örgütlerin yakın tarihimizde dünyanın bir çok bölgesinde yaşanan savaş, katliam ya da adaletsizlikleri önlemekten aciz kalmış olmaları bunu açık bir göstergesidir.

Suriye'deki savaşın yol açtığı trajik sonuçlar karşısında tüm dünyanın ve uluslararası örgütlerin suskunluğu ortada iken; kuruluşu, bileşimi ve amaçları konusunda pek çok belirsizlik bulunan G20 topluluğunun zayıf örgütlenme yapısı, oturmamış teamülleri ve elinde hiç bir yaptırım aracı olmaksızın sonuç bildiresinde yer alan kararları nasıl hayata geçireceği merak konusudur.

G20, tüm dünyaya ait bir sağduyu çizgisi, bir küresel adalet dağıtıcısı ya da uluslarararası bir "yönetişim platformu" mu? bunu zaman gösterecek. Halen yaşamakta olduklarımızdan ve geçmiş tecrübelerden hareketle bakıldığında, Antalya zirvesi programı ve sonuç bildirisi
can yakıcı küresel sorunların çözümüne ilişkin güçlü bir çözüm arayışı ve kararlılık ifadesi taşımaktan uzak görünüyor.