Söylemler ile eylemler birbirine uymadığı vakit ortaya ilginç
tablolar çıkıyor. İşte o zaman insanın ‘bu ne perhiz bu ne
lahana turşusu’ diyesi geliyor.
Geçtiğimiz Cuma günü camilerde ailenin önemi
hakkında bir hutbe irat edildi.
Diyanet tarafından hazırlanan hutbede
aile olmanın önemine vurgu yapılarak eşler
arasında, anne-baba ve çocuklar arasında ve diğer aile fertleri
olan büyükanne ile büyükbaba arasında mutlu ve huzurlu bir aile
ilişkisi olmasının önemine değinildi.
Hazırlanan hutbe elbette ki olması gerekeni yansıtıyor. Ancak
hayatın her yönünde uygulanan ve bizzat devlet kurumları
tarafından desteklenen bazı uygulamalar bu hutbeye ne
kadar destek sağlıyor acaba?
Veya başka bir deyişle hayatın gerçekleri Diyanet'in
idealleri ile ne kadar örtüşüyor acaba?
Mesela kadının yerinin evi olduğu ve
çocuklarına annelik yapmasının topluma daha
faydalı olacağı söylemi ile kadın istihdamını yüzde
41’e çıkarma hedefi ne kadar uyuşuyor
acaba?
Bir yanda kadının evinde olmasının daha iyi olduğunu
söyleyeceksiniz diğer taraftan kadını evinden çıkarmak,
annelik vazifesini yapmaktan alıkoyacak hedefler
koyacaksınız?
Ben bu iki söylem ve eylem arasında bir bağ kuramıyorum tam
tersi birbirini yok eden iki söylem var
ortada.
Mesela çocuğun annesi ile birlikte olmasının onun
gelişimi için gerekli olduğu söylemi ile
anaokulunu zorunlu hale getirme eylemi uyuşuyor mu
sizce?
Bir taraftan aileyi korumak gerektiğini
söyleyeceğiz ama diğer taraftan sivil toplum, siyaset gibi
alanlarda rol model olan boşanmış veya bekâr bayanların sayısındaki
hızlı artışa engel olamayacağız…
Anneliğin kutsal bir meslek olduğunu
söyleyeceğiz ama çalışan annelere değil çalışan kadınlara
daha fazla destek ve imkân sunmanın yollarını
açacağız…
Bu örnekleri daha da artırabiliriz.
Demem şu ki, eğer ailenin önemini vurguluyorsak
bunu destekleyecek eylemlere ihtiyacımız var.
Feminizm adı altında ailenin köküne kibrit suyu
dökülmesine izin vermememiz gerekiyor.
Çocukların küçük yaşta annelerinden
uzaklaşmasını gerektirecek zorunlu uygulamaları hayata
geçirmememiz gerekiyor.
Çalışan kadını değil tam tersini annelik kurumunu
desteklememiz gerekiyor…
Nuri Pakdil’in sözlerini hatırlatmak
isterim;
"Gel Anne ol,
Çünkü anne,
Bir çocuktan, bir “Kudüs” yapar."
Evlatların ve bütün toplumun yüreğini umut ile
yeşerten, attığı her adımın kararlılığını
onun gücünden alan, vefakarlığın, hizmetin,
merhametin bütün nişanelerini göğsünde taşıyan ‘anne’
mefhumunu feminist söylemler ile yok etmenin bir anlamı var
mı?
Dijital ve sözüm ona modern dünya her an duyarlılığını zaten
yitiriyor!
Aile mefhumundan uzaklaşarak sadece benmerkezci bir yaşam
standardı ile müstakil hayatlar peydahlanıyor!
Birkaç yıl önce Prof. Dr. Ergün Yıldırım’ın bir
yazısını okuduğumu anımsadım bu yazıyı kaleme alırken.
İnternet üzerinden yazıyı aradım ve buldum. “Kadın
Ev’in Direğidir!” başlıklı yazısının özeti
mukabilinde bir paragrafı sizlerle paylaşmış olmakla bu meselenin
özünü aslında söylemiş olalım; “Ev, kadının direk
olduğu hayat varlığıdır. Direk, kadim geleneklerde bütün kâinatı
ayakta tutan kozmolojik bir semboldür. Kadının evden çekilmesi, evi
taşıyan direğin yıkılmasıdır. Anneliğin çöküşü ve doğurganlığın
ölümüdür. Erkeğin, ruhsal düzeninin bozulmasıdır. Çünkü evin direği
yoksa, o evin altında yaşayan erkek de bu yıkıntının altında
mahvolmaya mahkumdur.”
Velhasıl kelam devlet ve millet olarak tek telden tek yürekten
konuşmamız gerekiyor.
Yoksa “Altı Tophane, üstü Şişhane”
nev’inden birbiriyle uymayan söylem ve eylemlerle
bir yere varmamız mümkün değil.
Alttan ailenin öneminden bahsedip, üstten feminist
uygulamalara yol vermenin âlemi yok…
“Dostlar alışverişte görsün” nevi bir
yaklaşımla bir yere varamayız…
Başta devlet olmak üzere millet olarak bir an önce söylem ve
eylem birliğini yakalayamayız.
Yoksa “Madem dininiz bu kadar güzel şeyler söylüyor
niye bunu hayata geçirmiyorsunuz kardeşim” derler
adama…
SOSYAL MEDYA
TAKİP
twitter.com/msbeser
facebook.com/msbeser