BIST 9.525
DOLAR 32,70
EURO 34,77
ALTIN 2.521,13

28 Şubat’ın Mağdurları Nasıl Mağrura Dönüştü?

Hayat tarzımıza her türlü müdahaleyi yapanların kimliğine bürünür olduk.

Bir toplumu dönüştürme projesi olan 28 Şubat’ın mühendisleri her ne kadar kendi istedikleri dönüşümü gerçekleştiremedilerse de emellerine başka bir şekilde ulaştılar maalesef: 28 Şubat’ın mağdurları günümüzün mağrurları haline dönüşerek, oluşturulmak istenen deformasyonu gerçekleştirdiler.

28 Şubat turnusol kâğıdı gibi asıl olanla sahte olanı ortaya koydu. Ki o zamanlara kadar, hedefi belli olan bir yapıyla mücadeleye azmetmiş Müslümanlar için tam bir elek görevi gördü. Samimiyetler sınandı, imanı hayatta görünür kılmak mücadelesi verenlerin tavırları sınandı, niyetleri sınandı.

Rabbimden bir daha yaşatmamasını niyaz ettiğim 28 Şubat dönemi toplumsal hafızamızdan asla silinmemesi gereken sahneler barındırıyor. Sadece ve sadece başörtülü olduğu için büyük mağduriyetler yaşayan genç ve yaşlı binlerce insanın yaşadıkları halen hafızalarımızda.

İkna odalarında, yaşadıkları değerlerinden taviz vermesi için üzerinde büyük baskılar kurulan insanlar, başörtüsü hoyratça çekilip alınan genç kızlar, askeriyenin kapısından geri çevrilen anne babalar, mesleğinden atılan, yokluğa mahkûm edilen aileler…

Bunların sayısı artırılabilir elbette ancak yazımızın konusu yaşanan mağduriyetler değil. Zaten bununla ilgili onlarca kitap kaleme alındı, belgeseller çekildi. Yaşanan acılar elbet unutulmayacak ama ben bu yazımda bütün bu yaşanan acıların arkasından gelinen noktaya dikkat çekmek istiyorum.

Başörtüsü zulmüne karşı değerlerinden asla ödün vermemek için o gün büyük mücadeleler sergileyen muhafazakâr toplum bugün maalesef kendi rızasıyla mücadele verdiği değerlerden hızla uzaklaştı. Her ne kadar başörtüsü halen bir “simge” gibi başlarda tutulsa da başörtüsünün olmazsa olmazı “tesettür” kavramı yokmuş gibi davranılıyor. Hele bir de “tesettür modası” kavramı var ki evlere şenlik.

O gün başörtüsüne “füruattandır” diyen şeytani ağızlardan dökülen kirli lafızlara karşı mukavemet gösteren duruşlar, bugün başörtüsünü füruat görmeyi geçin adeta tesettürü dahi füruat görmeye başladılar.

Yaşanmaya başlanan hayatın “israf” boyutu ise akıl almaz seviyelerde.

En lüks mekanlarda, en pahalı yiyecek ve içeceklerle yapılan gerek sünnet gerekse evlilik düğünleri, görenleri ve duyanları kahrediyor. “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden programın başında ve sonunda okunan Kur’an-ı Kerim’in düsturlarına inat, bir Müslümanın hayatında hiç de olmaması gereken lüks ve debdebe görüntüleri görenlere zihin travması yaşatıyor.

Altlarında milyonlarca lira değerinde lüks arabalar, yazlık ve kışlık mekanlar, şehrin en lüks mekanlarında boy göstermeler ise “vukuat-ı adiye” haline dönüştü. Türkiye’deki mağazalar yetmiyormuş gibi Avrupa ve Amerika’da yapılan alışverişler ise meseleye tüy diker kabilinden.

“İbadetin güzeli gizli olandır” düsturuna mugayir olarak yapılan ve Mekke ve Medine’deki en lüks mekanlarda konaklamalar ve gidiş ve dönüşlerde gözde gösterisi yaparcasına afişe edilen Hac ve Umre ibadetleri ise işin cabası.

Çok değil daha 24 yıl önce dinine sahip çıkmak için yerlerde sürünenlerin bugün “deizm” batağına sürüklenmiş gençlerine ne demeli. Bırakın başörtüsünü, iman değerlerinden taviz veren bu gençlik kimin eseri acaba?

Tabii ki bizim, yani 28 Şubat mağdurlarının…

Açlıkla, yoklukla, zulümle olduğu gibi bolluk, refah ve varlıkla da imtihan olacaktı Müslümanlar. Çünkü Rabbimiz bizi her koşulda, ortamda ve zamanda nasıl davrandığımızı görmeyi murat etmişti ve imtihan sırrı da burada yatmakta idi.

O zulüm günlerini yaşayan nesil keşke yeni nesle yaşadıkları zulmün, omurgalı duruşun öğütlemesini yaşayarak ve yaşatarak gösterebilselerdi.

Rahatlama ve konforun, yüreği nasır tutmuş günümüz Müslümanlarında bıraktığı tesir çok farklı olmakta. Bu rahatlık bizlere yaramadı. Hayat tarzımıza her türlü müdahaleyi yapanların kimliğine bürünür olduk.

Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in enfes bir sözü ile ne demek istediğimi taçlandırayım: “Davalar acılar içinde doğar, refah içinde ölür!”

Bizler “mağdur”luktan “mağrur”luğa öylesine bir geçiş yaptık ki 28 Şubat’ın sahipleri bile eminim ellerini ovuşturuyorlardır. Onlar bile hiç de ummadıkları bir neslin ortaya çıkmış olması karşısında adeta zevkten dört köşe bir halde kadehlerini tokuşturuyorlardır.

Eğer “mağrur” olmayı bir an önce terk edip yeniden 28 Şubat öncesinde sahip olduğumuz dava şuuru ve ruhuna dönemezsek gelecek adına ağıt yakmaya şimdiden başlayabiliriz.

Sosyal medyada karşılaştığım güzel bir uyarı ile sonlandırmış olayım: Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. 28 Şubat'lar da tekrar yaşanabilir, 15 Temmuz'lar da...!!!