Zamanı avuçlarında tutan adam!
Durun! Ve önünüz sıra akıp gitmekte olan dev bir nehri andıran yaşama bakın.
Dedi ki: Bilseydiniz eğer, bu kadar acele etmezdiniz.
Bilseydiniz, en hızlı koşanın en çok yorulduğunu, bu kadar hızlı
koşmazdınız. Molalar gerek yaşamak için bilmezsiniz. Molalar gerek
güzel olanı görmek için.
Dedi ki: Ölmeden önce yaşamayı öğrenin. Okumayı öğrenmek için okula
gidiyorsunuz. Yüzmeyi öğrenmek için kursa gidiyorsunuz. Yaşamayı
öğrenmek için neden birazcık zaman harcamıyorsunuz?
Durun! Ve önünüz sıra akıp gitmekte olan dev bir nehri andıran
yaşama bakın. İçinde oynaşmakta olan bin bir rengi görün. Oturun,
oturun çekinmeyin ve her gün geçip gitmekte olduğunuz yollara bir
daha bakın.
Bir sevgiliye son kez bakarmış gibi, bütün kıvrımlarını zihninize
nakşedin. Sokağınızın girintilerini çıkıntılarını, kaldırım
taşlarının altından fışkıran adını bilmediğiniz otları, her gün
aynı köşede selpak mendil satan kıvırcık ya da düz saçlı çocuğun
gözlerinin rengini görün.
O “Müşfik” insan zamanı avuçlarında tutmayı
nereden öğrendi? Nereden öğrendi yaymayı günü yüzüne ovaların?
An’ın bir kelebek olduğunu kim fısıldadı kulaklarına özgür ve
sevilesi? Kim fısıldadı “şimdi”den doğduğunu bütün
sevinçlerin? İstanbul muydu o bilge, bütün birikmişlikleriyle?
Yoksa Ankara Kalesi mi, zamanı bir şehrin burçlarında asılı
tutan?
Dedi ki: Hadi fanuslarınızdan çıkın! Sevgiyi klavye tuşlarında
aramayın! Bahçedeki akasya ağacının kokusunu da duyun. Toprağın
yağmur değmiş tenine dokunun. Vuslat nasıl olurmuş ondan
öğrenin!
Dedi ki: Gülümseyin! Dünyanın en verimli ağacıdır tebessüm.
Meyvelerini birbirinizden esirgemeyin! Bu güzelim ağacı camlar
arkasında soldurmayın. Sevdiklerinize, dostlarınıza hayatınızda yer
açın. Ve onları her seferinde ilk kez dinliyormuş gibi dinleyin.
Gözlerindeki sevince tanık olun.
Kendisi bol bol gülümsedi sahnelerden, televizyon ekranlarından,
ısıttı içimizi. Hayattan üşümüş ellerimizi ve en çok da yüreğimizi
ısıttı umut ve şefkat dolu sesiyle. Ve bütün oyunlardan
fısıldadı insanca yaşamanın sırrını. En büyük oyunuydu hayat,
içine yüzlerce oyun sığdırdığı. Yüzlerce hayat. O bir hayat
zenginiydi, düşlerini şimdiyle besleyen. “Şimdi ve
burada” oyunu olması gerektiği gibi oynayan.
Usulca hayatlarımıza sızan o "Müşfik" ses, Türk
tiyatrosunun o koca çınarı, usulca çekti gitti bütün görkemiyle
aramızdan.
Başın sağ olsun Türkiye!