BIST 9.525
DOLAR 32,57
EURO 34,72
ALTIN 2.487,47
HABER /  MEDYA

Zaman yazarından 'inlerine gireceğiz'e yanıt

Zaman yazarı Abdullah Aymaz, Gülen cemaatine operasyon iddialarına ilişkin, hapishaneye girmekten korkmadıklarını dile getirerek, 'Hapishane bile bize bir medresedir' dedi

Abone ol

Gülen cemaatinin kurumsal yüzü olarak bilinen Gazeteci ve Yazarlar Vakfı Mütevelli Heyeti üyesi ve Zaman gazetesi yazarı Abdullah Aymaz, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "inlerine gireceğiz ve cezalarını keseceğiz" sözleri ile hedef tahtasına oturttuğu Fethullah Gülen cemaatine operasyon yapılacağı yönündeki beklentilere ilişkin, "Yusuf’lar için hapishane bile, bir medrese, bir Medrese-i Yusufiye’dir. Gerisini kardeşlerini üç-beş paraya satanlar düşünsün!.." dedi.

"Allah işine, icraatına her dâim hâkim ve galiptir" diyen Aymaz, Evet bu günlerde Yusuf'u kuyuya atan kardeşlerin, sonra onu çok ucuza, üç-beş paraya köle diye nasıl satabildiklerini düşünmeye başladık" diye belirtti.

Abdullah Aymaz'ın Zaman gazetesinde "Çok ucuza sattılar" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

"Öğrencilik yıllarımda Ramazan aylarında İzmir-Buca Cezaevi’nde vaaz ediyor ve teravih namazları kıldırıyordum.

Biraz, mahkûmların alâkasını çeksin diye Yusuf Sûresi’nden konuları seçiyor ve bulundukları yerin bir Medrese-i Yusufiye yani Yusuf Aleyhisselam’ın Medresesi yani Üniversitesi olduğunu söylüyordum. Bediüzzaman Hazretleri’nin Denizli Hapishanesi’nde yazmış olduğu Meyve Risalesi’nden de bahisler aktarmaya çalışıyordum. Bir gün yine Yusuf Aleyhisselam’ın kardeşleri tarafından susuz bir kuyuya atılıp sonra geçen kervanlara satılışını, sonra da Mısır pazarlarında bir köle gibi satılışın arkasından Mısır Azizi’nin evine İlahi bir irade ile yerleştirilişini anlatıyordum. Âyette “Nihayet Mısır’a varınca, onu düşük fiyata, birkaç paraya sattılar. Zaten ona pek kıymet biçmiyorlardı. Mısır’da Yusuf’u satın alan vezir, hanımına; ‘Ona güzel bak! Belki bize faydası dokunur, yahut onu evlad ediniriz’! dedi. Böylece Yusuf’un o ülkede yerini sağlamlaştırdık, ona imkân verdik ve ona tevil-i ehâdisi (rüya tabirlerini, olayların dilini anlamayı) öğrettik. Allah Taâla iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yusuf Sûresi, 12/20-21)  buyuruluyordu.

Bu âyetlere dayanarak, Cenab-ı Hakk’ın icraatındaki hikmet ve sırları anlatmaya çalışıyordum. Bazen şer zannettiğimiz şeylerin hakkımızda nasıl hayra dönüştüğünü, seneler sonra nasıl hayrete düştüğümüzü misallerle ifade etmeye uğraşıyordum. Konuşmam bittikten sonra yanıma bir mahkûm geldi. Kendisinin hâfız olduğunu, çok iyi bir medrese tahsili gördüğünü, fakat bir aile meselesinden dolayı hasımlar ile giriştiği amansız mücadeleden dolayı hapse düştüğünü söyledi. Bu Karadenizli hocamız beni imtihan etmek istiyordu… Dedi ki: “Vallâhü ğalibün alâ emrihî” âyetinde ‘ğalibün’ ism-i fâil kelimesi yerine ‘yağlibü’ fiil-i muzârî fiili de aynı mânayı ifade ediyor. Niye fiil yerine isim tercih edilmiş?”

Biz, Allah rahmet eylesin Simavlı Hacı Ali Hocamızdan Arap edebiyatından “Meânî” kitabını okumuştuk. Ayrıca Üstad Bediüzzaman Hazretleri de İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde, Bedî, Beyan ve Meânî kaidelerini hep cümlelere ve kelimelere tatbik ediyordu. Onun için dedim ki: “İsim cümleleri devama delâlet eder. Fiil cümlelerinde hareketlilik vardır. Yani bu şekliyle âyet, Allah’ın her zaman işine, icraatına hâkim, devamlı gâlip olduğunu ifade ediyor. Halbuki fiil cümlesi olsaydı. Sadece  o olayın olduğu  anda gâlip geldiğini ifade edecek, devam ve sübut mânası olmadığından isim cümlesinin verdiği o mânayı ifade edemeyecekti.”

Bunları söyleyince, “İmam-hatip okullarında bunların öğretildiğini bilmiyordum. Çok güzel!” dedi. Zaten biz bunları okulda değil de, İzmir İmam-Hatip ve İlahiyata Öğrenci Yetiştirme Derneği Kestanepazarı Yurdu’nda özel olarak aldığımız derslerde öğreniyorduk.

Bunları niye anlatıyorum? Bu günlerde “Vallahü ğâlibün alâ emrihî.” âyetini çok okumaya başladık da… Hem de kardeşlerini kuyuya atan kardeşlerin, sonra onu çok ucuza, üç-beş paraya köle diye nasıl satabildiklerini düşünmeye başladık…

Ama Allah işine, icraatına her dâim hâkim ve galiptir… Zaten âyette, “Yusuf’u Mısır Sarayı’na Aziz’in evine biz yerleştirdik.” buyuruluyor. Hiçbir şey tesadüf değil…

Bakınız vaaz için gittiğim bu hapishaneye çok geçmeden 12 Mart 1971 fırtınasında biz de düştük. Sonra hayırlara vesile olduğuna da şâhit olduk…

Mahkûmlar arasında Tireli Zeki Kamalı isminde bir delikanlı vardı… 18 seneye mahkûmdu. Bizimle tanıştıktan sonra, Kur’an öğrendi, ilmihal bilgileri edindi ve namaza başladı. Hatta başka hapishanede bulunan bir arkadaşına yazdığı dînî muhtevalı mektubundan dolayı ayrıca altı aya mahkûm oldu. Ama o çok sevinçliydi… Ziyaretine gelen babasına artık namaz kılması için yalvarıyordu. Kendi küçük kardeşini çobanlıktan aldırıp imam-hatibe göndermesi için babasının her ziyaretinde gönül koyucu ifadelerle teşviklerde bulunuyordu. Bir gün bizlere dedi ki: “Ne iyi oldu da bu hapse düştüm!.. Yoksa ben dağlarda dinden-imandan habersiz, güttüklerim gibi boşu boşuna yaşayıp gidecekmişim. Meğer bu hapis benim hakkımda ne kadar hayırlı imiş! Allah sizlerden razı olsun…”

Evet, Yusuf’lar için hapishane bile, bir medrese, bir Medrese-i Yusufiye’dir. Gerisini kardeşlerini üç-beş paraya satanlar düşünsün!..

HASTANE RANDEVU TIKLAYIN