BIST 8.708
DOLAR 32,33
EURO 35,16
ALTIN 2.241,34

Yüksek Ego Cumhuriyeti

Belki de son beş yıllık dış politikamızı özetleyecek en ince tabirdir mahalle maçının ortasında “topunu alıp giden” çocuk… Tıpkı onun gibi kafası attığında küsen, oynamıyorum diyen ve durmadan şikâyet eden bir hale büründük.

Belki de son beş yıllık dış politikamızı özetleyecek en ince tabirdir mahalle maçının ortasında “topunu alıp giden” çocuk…  Tıpkı onun gibi kafası attığında küsen, oynamıyorum diyen ve durmadan şikâyet eden bir hale büründük.

Kızdırırlarsa ikili ilişkileri kesiyoruz, diplomatlarımızı geri çağırıyoruz, medyan okuyoruz… Ama unuttuğumuz bir şey var ki, onlar bir şekilde maça devam ediyorlar. Yani bizim topumuz olmazsa da, başka bir top bulup kaldıkları yerden yeni bir oyun başlatıyorlar.

***                                                                                

Biz onurlu ve dik duruşlu diplomasiyle, efelenmeyi birbirine karıştırır hale geldik. Kendi yarattığımız dünyada, egosantrik bir çılgınlığın içine gömüldük.

Bizim penceremizden bakarsak;

Uluslararası mecrada herkese haddini bildiriyoruz, cevapsa cevap, lafsa laf…

Hiçbir ülke lideri sözümüzün üstüne söz söyleyemiyor,

Kimsenin bizi test etmek gibi bir şansı yok,

Obama zaten Türkiye olmadan Ortadoğu’da taş kıpırdamayacağını biliyor,

Avrupa ile Asya’yı birbirine öyle bağlamışız ki kör düğüm olmuş, artık kimsenin açmaya kudreti yok. İnanmazsanız yüz göz olmayıp ilişkileri maslahatgüzar seviyesine indirdiğimiz devletlere sorup öğrenebilirsiniz. Kızarsak topumuzu alıp gideriz, oynamayız. Dahası, seçmene şikayet ederiz. Onlar da gereken haddi bildirir.

***

Oysa AK Parti uluslararası arenada masada olmayı, diplomatik ilişkileri olabildiğince yüksek düzeyde tutmayı hedef edinen bir vizyonla yola çıkmıştı. Aktif bir dış politikayla durması gereken yeri doğru seçerek ve konjonktürün de avantajıyla gelmek istediği yere yaklaşmıştı. Fakat hem iç siyasette yaşananlar, hem de buna bağlı yıllardır toplumda Dünya’ya meydan okuyamamanın ve bir karşı duruş sergileyememenin getirdiği birikim; bu sert çıkışların bir iç siyaset malzemesi olarak kullanılmasına neden oldu. Bakkal Sadık abi ekranın karşısına geçtiğinde gururlanarak diyor ki “Vay be başbakanıma bak! Nasıl da lafını esirgemiyor.”

Ama aynı Sadık abi, akşam haberlerinde gurur duyduğu açıklamanın tam tersi demeci yine kendi Başbakan’ının ağzından dinlemek zorunda kalıyor. Çünkü iktidar, peşmergelere açılacak koridarda, PYD’ye ulaştırılacak silahlarda ya da örneği artırılabilecek birçok diğer olayda kendi iç dünyasında hissettiği duygularla reel politiği birbirine harmanlıyor. Uluslararası siyasetin dinamiklerini bir kenara koyup tüm kontrol avuçlarının içindeymiş gibi hissettirmeye çalışıyor. Fakat her seferinde vaziyetler, bunun doğru olmadığını yüzümüze vuruyor.

***

Ve buna mukabil herkes de bir rehavet durumu var. Sanki bir kabulleniş… Kimse neden böyle oluyor diye sorgulamıyor. Hani o çok imrendiğimiz batı medeniyetleri var ya; oralarda 12 saatte demeç değiştiren bir lider söz konusu olsa, ne oldu da demeç değiştirdi diye feryat figan koparılır. Oysa bu tutum biz de, bir dış politika geleneği olarak kayıt altına alınacak kadar sıradan bir hale gelmiş durumda. Bizim için önemli olan; “Bağırdık mı?, Ahkamımızı kestik mi?, sesimizi yükseltik diye Necati dayı kendini emin ellerde hissedip daha güvenli uyuyacak mı?” gibi sorular. Bu perspektif, bir dış politika tarzı olarak yeterli görülüyor.  

Oysa ulusal güvenlik ve ona bağlı konular teknik mevzulardır. İnce hesaplardır. Koskoca ülkenin bekası, Necati dayının egosunun tatmin olup olmamasına bağlanamaz.  

Bu sebeple egomuzu bir kenara asıp, onurumuzu da elden bırakmadan ve ayağa düşürmeden yeni bir dış politika tasavvuruna ihtiyacımız yok mu?

Her olayda efelenmek yerine, ayakları yere basan söylemler üreten bir dış politika adabına ihtiyacımız yok mu?

Ha dostlar siz söyleyin, yok mu?