BIST 9.525
DOLAR 32,52
EURO 34,77
ALTIN 2.492,69

Yılmaz Vural: Yaptıklarımızla Aziz Nesin'i haklı çıkartıyoruz

Cizrespor - Göztepespor Türkiye Kupası üçüncü tur müsabakasında yaşananların ardından; futbol ve politikanın nasıl içe içe geçtiğini, Barış sürecinin toplumsal psikolojideki yansımasının stadyumlarda nasıl ortaya çıktığını bir kez daha görme fırsatımız ol

Cizrespor - Göztepespor Türkiye Kupası üçüncü tur müsabakasında yaşananların ardından; futbol ve politikanın nasıl içe içe geçtiğini, Barış sürecinin toplumsal psikolojideki yansımasının stadyumlarda nasıl ortaya çıktığını bir kez daha görme fırsatımız oldu.

Ben de Futbol-siyaset ilişkisini ve Barış sürecini Türkiye’nin her bölgesinde görev almış efsane hoca Yılmaz Vural’la konuşmanın faydalı olabileceğini düşündüm. Ve kolları sıvadım.
Kendisiyle bir araya geldik ve gündemi masaya yatırdık.

İşte o söyleşi...

 

 

Sorunları korku ve sindirmeyle çözemezsiniz

Cizre’de oynanan Cizrespor-Göztepespor Türkiye Kupası maçında taraftarın yapmış olduğu siyasi tezahüratlar, bazı Göztepespor’lu futbolcu ve yöneticilerin futbolun alanını aşan, politik sayılabilecek demeçlerine konu oldu. Barış süreci ve etkileri, futbol arenasında kendini gösterdi diyebilir miyiz?  

Yurt dışında siyasi bir söylem yaparsanız ceza alırsınız. Federasyon da batı ya da doğu diye düşünmeden, sportmenliğin dışında olan her şeyin cezasını vererek müdahale etmeli.  Türkiye bir süreçten geçiyor ve en önemlisi bu kadar provokasyona rağmen hala insanlar ayakta ve birbirlerine olan yakınlıkları, ilişkileri bozulmuş değil. Ve çok gecikmeli de olsa çözüm adına bir şeyler yapılıyor. Tabi, enteresan bir bölgede yaşıyoruz. Bu bölgede daha önceleri sağ-sol olayları varken, Türkiye’nin en büyük düşmanı komünizmken şimdi düşman değişti. Ülkeler kendilerine sürekli düşman yaratabiliyorlar. Böyle bakıldığında Türkiye’de Alevi-Sünni, Kürt-Türk gibi çok hassas konular var. Ve bu konulardaki söylemler, maalesef olay haline gelebiliyor. Ben bu durumun eğitimsizlik ve tamamen dünya insanı olmamaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Yani siz dünyanın yan yana gelmeye çalıştığı, sınırların kalktığı bir dünyada bu tarzla bir yere varamazsınız. Bugün Amerika’da çok farklı etnik gruplar olduğu halde hiçbir tanesi kendi etnik kökenini ön planda tutmuyor. Ben Amerikalıyım diyor. Çünkü güçlü bir ülke ve vatandaşlarını ayırmadan aynı hizmeti götürebiliyor. Bu nedenle orada insanlar milliyet değil, vatandaşlık duygusuyla hareket ediyorlar. O ülkenin pasaportuna sahipse, gururla ben Amerikalıyım diyebiliyor. İşin özünde devletin herkese eşit yaklaşması yatıyor. Siz bunu korkuyla, sindirerek bir yere getirebilirsiniz ama sonuç olarak böyle bir soysal patlamaya ve otuz yıldır devam eden bir kavgaya dönüşür. 

Türkiye’de kazanmak adına her şey mubahtır

İçinden geçtiğimiz süreç itibariyle endişeleriniz var mı?

Hiçbir endişem yok. Türkiye’nin bir devlet kültürü var. Tabi cumhuriyetimiz daha emekliyor. Demokrasi nedir, ülke idaresi nasıl yapılır, ülkede herkese kucak açma gerekliliği var mıdır bunu yeni yeni öğreniyoruz. Yöneticiler de, devlet de öğreniyor. Tamamen bir kaos ortamına girdik ve herkes çözümü merakla bekliyor. Bu ülke, yaşayan her bir ferdin emeği ile bugünlere geldi. Türkiye bu anlamda ciddi bir etnik zenginliğe sahip ülkelerden biridir. Ama dediğim gibi temel sorun eğitim seviyesinin çok üst seviyede olmamasıdır. Eğitimsiz insanları yanıltmak daha mümkün... “Senin dinin gidiyor elden” deyin, “sen Alevisin, sen Türksün, zenginsin-fakirsin” deyin hemen kendinden olana inanılmaz bir hassasiyetle yaklaşıyor. Bir anda kavgaya tutuşabiliyor.  Ben Cizre’de de batı kentlerinde de top oynadım. Futbolda şiddete yönelik davranışlar ortada. Onun için batıda da kazanmak adına soyunma odasından çıkarılmadığımızı,  oyuncuların oralarda dövüldüklerini bilirim. Türkiye’de kazanmak adına her şey mubahtır. Tabi doğu,  devlet otoritesinin çok sağlıklı olmadığı bir yer. O yüzden buradaki olayları engellemek batıya oranla daha zor. Ama yaşananları çok abartmamak lazım...

Yandaşlarımıza imkan sağlamaya bayılıyoruz

Siz çalıştığınız futbol kulüplerinde Türk-Kürt ayrışması ya da taraf tutma gibi olaylarla karşılaştınız mı?

Türkiye’de taraf tutma meselesi maalesef var. Bizim ülkemizde güncel güç kimse, onun yanında veya karşısında konaçlanmak üzere bir faydalanma kültürü var. Bu Türkiye’nin gerçeği... Türkiye’de işe adam alınmaz, adama iş verilir. Okumuşluğun, liyakatin hiç önemi yoktur. Yandaşlarımıza imkan sağlamaya bayılıyoruz. Bu da kültürel bir olay. İktidar bende olduğu için her türlü imkanı yaratayım derseniz, o zaman ülkeyi kucaklamış olmazsınız.

Türkiye’de herkes güçten yana davranır

Düne oranla siyaset kurumlarının futbola olan müdahalesinde bir azalma ya da artma söz konusu mu?

Ben 60 yaşındayım. Eskiden beri Türkiye’de gücün kimde olduğu çok önemlidir. Herkes güçten yana davranır. Burada bir şark kurnazlığı vardır elbet. Benim çocukluğumdan beri aynı şeyleri yaşayıp duruyoruz. Neticede ben sporcuyum. Bana hangi takımı tutuyorsun dediklerinde Galatasaray’ı, Fenerbahçe’yi, Trabzon’u Bursa’yı hepsini birbirinden ayırt etmeden seviyorum derim. Onlar varsa futbol vardır. Siyaset de böyle bakmalı. Tabi ki bir takımı tutabilirsiniz. Ama asıl felsefe birlikte yaşayabilmek olmalıdır. O olmadığında sen olmazsın diye düşünmektir. Empati yaparak yaşayabiliyorsanız ve objektifseniz, her çözümü çok rahat bulabilirsiniz.

 

TFF zaman zaman Bodrum-İstanbul hattında çalıştığı, Türkiye’yi tam anlamıyla kucaklamadığı, Hakkari’ye Van’a Bitlis’e gitmediği ya da ülke genelinde gerekli alt yapı çalışmalarını eşit bir biçimde yapmadığı şeklinde eleştiriler alıyor. Siz böyle bir eksiklik görüyor musunuz?

Dünya’nın hiçbir yerinde ülkelerin her tarafına eşit hizmet gitmiyor. Ve imkanlar ne taraftaysa, o tarafa doğru bir yığılma oluyor. Bugün İstanbul’da 2.5 milyon Kürt yaşıyor. Peki niye geliyorlar buraya? Boğazda mı yaşarsın, Diyarbakır’da mı? Ben orda doğdum diye, orada yaşamak zorunda değilim. İmkân neredeyse oraya giderim.

Ben vergimi verirken, doğudaki neden vermiyor

Peki, o imkanı bulamayıp da gidemeyenler?

Ben işçi çocuğuydum. Çok zor şartlarda yurtdışına gittim. Eğitimimi aldım ve geldim. Bana kimse git orada kendini eğit demedi. Her şeyi bu kadar devletten beklememek lazım… Siz gitmezseniz, kimse size gelmiyor. Dünyada hangi ülkede herkes aynı mutluluğu ve refahı sağlamış? Allah bile vermemiş ki; Kimi kör, kimi topal, kimi sağlıklı, kimi yatağa mahkum. Bu hayatın gerçeği...  Ama temel prensiplerde buluşmaksa amaç, Almanya benim için önemli bir örnektir. Sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlar anlamında bir eşitlik var. İşte bunu hep birlikte çalışarak yapacağız. Doğudaki ağlıyor ama doğudakinin bir lira vergi vermediğini biliyorum. Böyle bir hakkın yok ki. Ben çalıştığımın vergisini ödüyorum, sen neden vermiyorsun. Doğu’da kendini geliştirmek için bir şeyler yapacak. Hala feodal yapıyı bozamamış. Hala bir ağa “Şu partiye oy vereceksin” dediğinde, oyunu oraya verebiliyor. Hani senin birey olman. Sen ne yaptın? Hep devletten bekledin. Biraz da kendinden bekle. Kendin bir değişim için mücadele ver. Doğu, ezilmişliğini hep kabul etmiştir.

Herkes layık olduğu düzeni kendi yaratır

Peki, bu olanlarda hükümet politikalarının etkisi yok mu?

Hükümet, devlet dediğin sensin, benim.  Almanya’da ben bakıyorum 4 senede bir hükümetler değişiyor. Bir bakıyorsun Hıristiyan demokratlar geliyor, bir bakıyorsun Sosyal demokratlar... Kim beni daha çok refaha kavuşturmuşsa, buna bakıp ötekini seçebiliyorsun. Bu ne demektir, benim seçebilme becerim var. Ama burada milyonlarca insan birinin sözüne bakıp belli birine oy verebiliyor. Biz de birey olarak hatalıyız. Benim çok doğulu arkadaşım sanatçı, yazar, sporcu olmuş. Kendi şartlarını zorlamış ve bir yerlere gelmiş. Biraz da insan kendini düşünüp “Ben neyim” diye sormalı. Sen köleliği benimsediysen, kölelikten seni kimse kurtaramaz. Ben İzmit’in bir köyünde doğdum. Elektrik, su yoktu. Batı köyleri, çok daha mı iyiydi doğu köylerinden. Orda imece usulü vardı. Köylü kendi kalkar, ihtiyaçlarını kendisi sağlardı. Doğuda ise bu yön biraz zayıf... Mesela İsviçre’de yanlış yaparsan bir daha seçilemezsin. Toplum baskısı vardır. Bu nedenle bir şekilde herkes layık olduğu düzeni kendi yaratıyor diyebiliriz.  Sen mücadele vermezsen, olmaz. Bu bir kültürel sorun.

Yaptıklarımızla Aziz Nesin’i haklı çıkarıyoruz

Yani çözüm  bireyin kendini gerçekleştirebilmesinde ve katkı sunmasında bitiyor diyorsunuz?

Ben muhafazakâr bir ailede büyüdüm. Öyle bir kültür terbiyem de var. Diğer yanda mesleğim gereği 5 kıtayı da gördüm, olaylara geniş baktığımı düşünüyorum. İnsanlar niye aklın yolunu seçmezler? O kadar akılsız insan var ki… Senin aklınla iş yapmaya çalışırlar ve bu yüzden de hep yönetilmeye ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle Türkiye’de yöneticiliğe talip olmak da ağır bir sorumluluktur. Çünkü insanların yönetilme kültürü yok. Otoriteye saygıları yok. Yönetirken ödül teşvik etmeye, ceza caydırmaya yetmiyor… Geriye bir tek şiddet kalıyor. Bazen Aziz Nesin’in o söylemi aklıma geliyor. Doğru diyorum… Akıllıysak neden bu haldeyiz. Yaptıklarımızla onu haklı çıkarıyoruz. İyi eğitilmemişsen, başkasının aklına ihtiyacı vardır. Ama herkesin gerekli eğitimi aldığı yerde böyle bir sorun olmaz. Bugün kendin ne ürettin, ne ortaya koydun. Çünkü devlet kendini yeniden üretirken, senin gibi akıllı insanlara ihtiyacı olacak. Seninle kendini düzeltecek, eksiklerini giderecek. Sen olmadan olmaz.