BIST 9.717
DOLAR 32,54
EURO 34,92
ALTIN 2.439,65
HABER /  GÜNCEL

Yedi kez nişanlanan gazeteci

Akşam gazetesinin en kıdemli yazarı Şakir Süter ile özel röportaj

Abone ol

Röportaj: İnternethaber – Dilek Yaraş

Akşam gazetesinin en kıdemli yazarlarından olan Şakir Süter; gazetecilik mesleğine 1970 yılında ‘eski’ Akşam gazetesinde başladı. Onun şu anda da Akşam gazetesinin yazarı olması sürekli aynı gazetede çalıştığı anlamına gelmiyor elbette. Tam tersi, ‘eski’ Akşam ile ‘yeni’ Akşam arasına tam on altı gazete sığdırmış... Otuz altı yıllık meslek yaşamının gazete sayfalarına sığmayan bazı ilginç konularını ise ‘’Beyaz Elbiseli Kadın –Tansu Çiller’’, ‘’Merkez Sağda Tapu Kavgası’’ ve ‘’Derin Halk’’ isimli kitaplarda toplamış.

Geçtiğimiz yaz, kansere yakalandığını öğrendiğimiz Şakir Süter hepimizi çok korkutmuştu. Ama o, zorlu bir ameliyatın ardından kısa sürede toparladı kendisini ve yazılarına, yani okuyucularına geri döndü...

Çok zorlu bir süreç geçirdiniz. Şimdi nasılsınız?

Geçen sene Temmuz ayında, nefes borumdaki bir tümörün alınmasıyla sonuçlanan ameliyatın ardından şimdi yorucu bir tedavi süreci içindeyim. Ama insan nelere katlanmıyor ki... Hem, tıpta gerçekten çok iyi gelişmeler var. Erken müdahale edilebiliyorsa ölümcül tehlike ortadan kalkıyor.

Okurlarınızın köşenizden aldığı ilk izlenim, siyasi gündemi yazan, kulis haberleri veren bir ‘ağır abi’ görüntüsü. Aşağılara indikçe bu görüntü değişiyor ve karşımıza, son derece muzip ve hınzır fıkralar anlatan -deyim yerindeyse- ‘fırlama’ bir kişilik çıkıyor. Bunlardan hangisi sizin genel yapınıza daha çok uyuyor?

Espriyi çok severim. Espritüel insanlara ve mizah yazarlarına saygım büyük. O işi beceremediğim için de eksiklik hissederim. Kahkaha atmayı, kahkaha atabilenlerle dostluk etmeyi severim. Ama asla sululuk etmem, tahammül edemem ve bunu belli de ederim. Bu halimi görenler ister ‘nemrut’ ister ‘ağır abi’ derler. Gelenekleri dikkate alırım ve tutucu olmaktan uzak, muhafazakar bir kimliği içimde barındırırım.

Hep böyle miydiniz?

Ben gençliğimi içimden geldiği gibi yaşadım. Çocukluğumu da öyle. Aslında yaşını yaşayabilmiş şanslı kullardan biriyim. Kendimi sadece belli konularda frenledim. Mesela büyüklerime karşı asla saygısızlık etmemek gibi bir hassasiyetim var. Bu konuda biraz tutucuyumdur. Hele hele meslek büyüklerimi incitmemek için çok özen gösteririm. Onların emeklerine hep saygı duymuşumdur. Aldığım terbiye benim böyle davranmamı gerektiriyor.

Ama karakter olarak, uçarı, yerinde duramayan bir adamımdır ben. Kova burcuyum, yükselenim de Aslan. Çabuk sıkılan bir adamım.

Çabuk sıkıldığınız on altı gazete, yedi de nişanlı değiştirmenizden anlaşılıyor biraz....

Evet, Akşam on yedinci gazetem... Yedi kez nişanlandığım da doğru, ama yurt dışında oldu bu.... Ancak, tek işli ve tek eşliyim. İş ve eş konusunda tutucu da diyebilirsiniz bana. Sülalemde de ikinci evliliğini yapanların sayısı azdır mesela.

Oğlunuz Barış, askerden yeni geldi... Nerede yapmıştı askerliğini?

Erzincan ve Burdur’da. Şu anda, çok yakın ve düzgün bir arkadaşıyla ortak iş yapıyorlar. Barış, nişanlı. Yıl sonuna kadar evlenecekler herhalde...

Barış’la birbirinize benzer misiniz?

Onun annesiyle benim aramda bir sentez olduğunu öyleyebilirim. Böylesinin daha iyi olduğunu düşünüyorum... Allah herkese böyle bir evlat nasip etsin.

Gazeteciliğin muhabirlikten yöneticiliğe her alanında çalıştınız yıllarca... En sevdiğiniz alan hangisiydi?

82-83’te bir yıl boyunca serbest muhabirlik yaptım. O sene, araştırma-inceleme dalında yılın gazetecisi seçildim. İki dalda birden giremediğim için Bekir Çelenk ile yapılan röportajım güme gitti. Bütün dünya basını Çelenk’in peşindeyken onunla Sofya’da görüştüm. Dünya basını ve ajanslar o röportajdan alıntılar yaptı. Türkiye’den Hürriyet gazetesi o haber için on bir muhabiri Bekir Çelenk ile görüşmek üzere göndermişti ayrı ayrı. İçlerinden yalnızca biri (Serdar Koçak) sadece fotoğraf çekerek geri döndü. Diğerleri görüşemedi. O fotoğraf da sekiz sütuna manşet olmuştu Hürriyet’te. Bir hafta sonra ben gittim, görüştüm; bu müthiş bir başarı olmuştu...

Kısacası o dönem muhabir olarak en verimli olduğum, en severek çalıştığım hem muhabirliği hem de yazarlığı bir arada yaptığım bir dönem olmuştu.

Ya köşe yazarlığı...

Ben hiç köşe yazarı olayım diye plan yapmadım doğrusu. Röportaj yazarlığı benim çok severek yaptığım bir şeydi...

1982 yılında bir gün, Oktay Abi (Verel) çağırdı, yanında Orhan Tahsin ile Rauf Tamer var. Orhan Tahsin iyi bir gazeteci ama ters bir adam, asla kolay beğenmeyen biri. Oktay Abi, ‘’haftalık köşe yazısı yazacaksın’’ dedi. Benim röportaj diye yazdığım yazıyı çok beğenmiş. ‘’Rauf’a okuttum,’’ dedi, Rauf Abi eliyle çok güzel işareti yaptı. Döndü Tahsin’e, ‘’iyi iyi’’ dedi. Bunun üzerine Rauf Abi ‘’ Bu Orhan Tahsin nalet bir adamdır. Hiçbir şeye iyi demez, kıymetini bil..’’dedi. Öyle başladım...

Kaç yaşındaydınız?

32 yaşındaydım. (Ama 29 yaşında da haber müdürlüğü yapmıştım.) Köşe yazarlığına, üç ustanın onay ve teşviğiyle başlamama rağmen yadırganabileceğini düşünerek mahçup bir ruh haliyle yazıyordum. Çünkü, bana hâlâ ‘’dünkü çocuk’’ gözüyle bakanlar vardı.

Mesleğinizde en iddialı olduğunuz konu...

Haber konusunda iddialıyım. Bu benim mesleki anlamda en önemli avantajımdır diye düşünürüm. Hiçbir şeyi bilmesem haberciliği iyi bilirim.

Köşenizde sizi en çok yoran bölüm hangisi....

Ana yazının altındaki küçük fıkralardır. O zor bir iştir, oturtabilmek lazımdır.

71 senesinde Akşam gazetesinde bu imkanı verdiler bana. 12 Mart darbesinde Çetin Altan’ı içeri aldılar. Altan Öymen onun yerine geçti. Sonra, Altan Abiyi de uçak kaçırmaktan dolayı hapse attılar. İlhami Soysal da hapisteydi. Yavuz Donat iseTercüman gazetesine geçti ve köşeler boşaldı. Çetin Altan’ın ‘’Taş’’ isimli köşesinin sonunda ‘Şeytan’ın Gör Dediği’ klişesi altında fıkralar yazdığı bir bölüm vardı.... İşte o günlerde beni yazı işlerinden çağırdılar ve Çetin Altan’ın o köşesinde 6-7 tane fıkra yazmamı istediler. Böylece Ş.S imzası ile mini fıkra yazarlığına başlamış oldum.

Meslek büyüklerim bana hayli şans tanıdılar. Eski Akşam’da, henüz iki yıllık gazeteciyken günlük yarım sayfa hikaye yazdırdılar. Spor servisinde çalışırken, birinci sayfaya yazı dizileri yazdırttılar. Aynı gazetede, bana sayfa çizmeyi de öğrettiler. Yani, birden fazla öğretmenim vardı ve o süre içersinde hepsinden bir şeyler öğrendim. Onların her birine kendimi hâlâ borçlu hissederim. Bu vesileyle onlara şükranlarımı sunmak istiyorum.

Borcunuzu kendiniz de gençlere öğretmenlik yaparak ödüyorsunuz...

Evet, 1990 yılından beri İstanbul üniversitesinde ders veriyorum. Bunu da çok severek yapıyorum. Paylaşma duygusu yüksek olan insanlar vardır, ben de onlardan biriyim.... Ustalarımdan öğrendiklerimi ve birikimimi öğrencilerle paylaşıyorum.

Eminim okuyucularınız -hepimizin abisi- Sıtkı Sinir’in nasıl doğduğunu çok merak ediyorlardır...

28 Şubat sürecinde müthiş bir Başbakan’a yalakalık yarışı vardı. Başbakan her kimse, bizim basınımızda korkunç bir övgüler manzumesi oluyordu.

O günlerde ben bunlara açıktan tepki gösteremiyordum. Oturdum bir yalaka tipi çıkardım. Sıtkı Sinirli diye yaşlı bir adam. Başbakanın korumacılığına soyunmuştu. Başbakanın kim olduğu değil, Sıtkı Abi’nin çıkarlarını koruyup korumadığı önemliydi. O kritik dönemde bu yolla yani şakayla karışık çok şey söylediğimi düşünüyorum...

Şimdi de, çocuğu yaşındaki Tayyip Erdoğan’ı koruyup babalık ve hamilik yaparak avantasını buluyor Sıtkı Abi....

Okuyucu mektupları geliyormuş Sıtkı Abi’ye....
Evet, geliyor. ''Alçak, utanmaz, şerefsiz, yalaka,'' diyen de var... ''Helal olsun sana Sıtkı Abi, bu Türkiye’nin en namuslu gazetecesi sensin,'' diyenler de...

Kahvelerdeki, sokaktaki vatandaşın arasına karışmaya ve onların görüşlerini köşenizden aktarmaya özen gösterdiğinizi biliyorum.... Sokaktaki vatandaşın gündemiyle medyanın gündemi örtüşüyor mu sizce?

Hiç örtüşmüyor. Mesela geçenlerde, kimimiz yüklenmek, kimimiz sahip çıkmak adına şakır şakır Ali Kırca yazıyorduk. O günlerde izne çıkmıştım... Bir tek Allahın kulu çıkıp da şu Ali Kırca meselesi nedir diye sormadı.

Neydi peki halkın gündemi?

Örneğin, '‘Allah belanı versin'' diye bir şarkı var... Buna müthiş bir öfke var. Ama bu haber olarak yok medyada...




Hiç olur mu, ''liseli gençlerin en sevdiği şarkı'' haberi vardı ya...

Ben de bunu söyleyeceğim işte... onlara, ‘’Ya siz böyle söylüyorsunuz ama gençler bunu seviyor’’ diyorum. ‘’Siz yalan yazıyorsunuz, O herifin kaseti çok satsın diye alet oluyorsunuz.‘’ diyorlar.

Cumhurbaşkanı kim olacak diye bir derdi var mı milletin? Erdoğan’ın Köşke çıkmasını istiyor mu sokaktaki vatandaş?

O konuda fikir sahibi olmak istiyorlar doğrusu. Ama, halkın seçmesini istiyorlar. Hatta Tayyip Erdoğan’ın olmasını istemeyen Ak Parti’ye oy vermiş olanlar da var....

Doğrusu şu, Erdoğan hukuken Cumhurbaşkanı olmayı hakediyor. Özal ve Demirel’den farkı yok. Fakat, problem sadece eşinin türbanlı olması meselesi değil...

Ne peki mesele?

Deniz Baykal’ın yaklaşımı şu mesela ‘’ Yeterli olmadığı bir konudur.’’ diyor. Sanıyorum DYP ve ANAP’ın karşı çıkışındaki temel nokta bu.... Halk ise kendi karar vermek istiyor. Ama bu ancak sistemi iyi kurulmuş bir seçimle olabilir.

Vatandaşın Erdoğan’a ve Ak Parti’ye muhabbeti eskisi gibi mi sizce?
Bizim halkımızın aşkları mevsimliktir. Çabuk tutulur, çabuk vazgeçerler. Henüz Erdoğan’dan tamamen vazgeçtiklerini söyleyemem. Ama tıpıkı zamanında Menderes’ten, Demirel’den, Ecevit’ten, Özal’dan vazgeçtikleri gibi Erdoğan’dan da vazgeçmeye başladıklarını görüyorum... O nedenle ben Erdoğan’ın yüzde 30’un daha da altında düşme ihtimalinin olduğuna inanıyorum.

Eğer bizim halkımız mazohist değilse Ak Parti’nin birinci parti olsa bile tek başına bir iktidar olamayacağına inanıyorum... Ama bu önümüzdeki dönemde diğer partilerin göstereceği performansa ve siyaset sahnesindeki yeni siyasi oluşumların nasıl sonuçlanacağına da bağlı...

Muhalefetin performansını nasıl buluyorsunuz peki?

Muhalefete haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Bence, iyi muhalefet yapılıyor.
Kimler yapıyor bu ‘iyi’ muhalefeti?

CHP de yapıyor, MHP de, DYP de ANAP da....

Ama, özellikle de CHP'nin sadece belli konular üzerine yoğunlaşarak muhalefet yaptığına dair yazılar okuyoruz sık sık...

Bu muhalefete medyanın yer verip vermemesiyle ilgili... Medya şunu dememeli. ‘’Canım onlar da sırf demeç muhalefeti yaparak yasak savıyorlar’’. Öyle yaptıkları günler de olabilir. Ama bazen ortaya gümbür gümbür bir şeyler koyuyorlar... Fakat, medya görmezden geliyor.
Muhalefetin ‘muhalefet’ yaptığını sokaktaki vatandaş nasıl bilecek o zaman.... Meydan meydan dolaşıyor adamlar... Orda bir şeyler söylüyorlar... Ancak o sözler sadece Ordu’da duyuluyor....

YARIN: ‘’Muhtıra gibi’’ yazısına Başbakanlığın ve Genelkurmayın verdiği cevaplar. Politikacılarla faza samimi olmanın sakıncaları. Halk darbe ister mi? Aydınların nasıl tepki göstermesi gerekir?