Vatana Kafes'ten bakmak!
"Bu bir dönem tutunamayanların, yahut da tutunanların, tutunacakların filmi..." Böyle diyordu Lütfü Şehsuvaroğlu, Kafes filmi için. Uzunca bir süredir merakla ve hasretle beklediğim bir filmdi Kafes.
"Bu bir dönem tutunamayanların, yahut da
tutunanların, tutunacakların filmi..."
Böyle diyordu Lütfü Şehsuvaroğlu, Kafes filmi
için.
Uzunca bir süredir merakla ve hasretle beklediğim bir filmdi
Kafes.
80 darbesinden önce yaşanan sağ-sol mücadelesini ve darbe dönemini
çevresinden dinleyerek büyüyen, büyüdükçe okuyan, belgesellerden,
tv programlarından ve dönem filmlerinden/dizilerinden seyreden bir
neslin ferdiyim ben de.
Babamdan bu sağ-sol mücadelesi içinde üniversiteyi nasıl okumaya
çalıştıklarını, amcamdan solcularla girdikleri kavgada yediği
kurşunu ve daha nice hikayeyi her dinleyişimde "ülkücüler
de az çekmemiş, neden bunları anlatan bir film yapılmıyor"
diye hayıflanıp duruyordum.
Hatırla Sevgili, Çemberimde Gül Oya, Babam ve Oğlum
gibi yapımlar peş peşe geldikçe bu hayıflanmaların dozu tabi ki
arttı.
Ve aradan geçen onca zamandan sonra Kafes filmi benim gibi,
hayıflanmalarla, merakla, hasretle bekleyenlerin yüreğine su
serpti.
Darbeyi soldan gören, solcu yönetmenlerin bilhassa
sağcıları/ülkücüleri ya hiç görmediği ya da hepten kötülediği
filmlerin ardından darbeye sağdan bakan bir film izlemek oldukça
heyecan vericiydi.
Çünkü ilkti ve neyle karşılacağımızı pek de kestiremiyorduk
doğrusu.
Bir "ilk" olması dolayısıyla beklentimi asgaride tutarak gittim
filme ve itiraf etmeliyim ki beklentimin üstünde olmuş.
Filmin hikayesi Lütfü Şehsuvaroğlu'nun Kafes
romanından.
Sinema salonunda beklemediğim bir sürprizle de
karşılaştım. Filmi ülkücü camianın önde gelen isimlerinden
Lütfü Şehsuvaroğlu'yla aynı salonda izlemek kısmet oldu. Yazının
girişindeki o cümlesi de Şehsuvaroğlu'nun, film başlamadan önce
yaptığı kısa konuşmadan alıntıdır.
Gelelim filme...
Olay örgüsüne çok da girmeden kısaca izlenimlerimi
paylaşayım.
* Film, 12 Eylül darbesinde yaşananları oldukça
sade bir dille, ülkücülerin gözünden anlatıyor bize. Bunu
yaparken rol çalmıyor, slogan atmıyor, haksızlık
etmiyor.
* Dursun Önkuzu ve Mustafa Pehlivanoğlu'nun hikayesiyle yüreklerin
telini sızlatıyor.
* Hem solculara, hem devlete, hem de kendi içlerinde fitneyi
körükleyenlere karşı inatla sözden, sabırdan, itidalden ve
en önemlisi vatandan yana olanların hikayesi bu.
* Dönem filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz, "katil",
"faşist" ülkücü tiplemelerinin aksine naif; naif olduğu
kadar da mert bir ülkücü portresiyle karşı karşıya kalıyoruz.
*Mahallenin abisi Mehmet Sipahi'nin bir yandan vatan mücadelesine
bir yandan aşkına tanıklık ederken; darbeyle o gencecik bedenlere,
ailelerine ve aslında bir millete nasıl da kök söktürüldüğünü bir
kez daha idrak ediyoruz.
* Mehmet Sipahi rolünde gördüğümüz İsmail
Hacıoğlu, oyunculuğuyla filmi tek başına götürmüş desem
abartmış olur muyum, bilmiyorum.
* Fakat belki, ülkücü gençlerin lideri İhsan Başkanı
canlandıran Şefik Onatoğlu'na, Barış Küçükgüler ve Nilay
Duru'ya haksızlık etmiş olurum. Onlar da filmde
oyunculuklarıyla öne çıkan isimlerden.
* Mehmet Sipahi'yi uzunca bir süre beyaz boğazlı kazakla izleyince
içimden, "demek bu ülkücülerde önceden kalma bir
gelenekmiş" demeden de geçemedim.
* Kafes slogan atmayan bir film demiştim ya, işte o sloganların
yerini Niyazi Mısri şiirleri almış. Bir aşk hikayesini Niyazi Mısri
üzerinden yürütmek ve bu zamana kadar yapılagelen "nobran,
kaba, cahil, boş ülkücü gençler" ezberlerini yine Niyazi Mısri ile
kırmak ustaca olmuş.
* Filmin eksikleri yok muydu? Elbette vardı. Fakat bir "ilk" olması
sebebiyle eksiklerinden ziyade kattıklarına odaklanmak belki de
şimdilik daha doğru.
* Ucu açık bırakılan bazı sahneler vardı ki bunlar sanırım filmin
devamının geleceğini işaret ediyor. Özellikle filmin
sonundaki "bekle" notu, sadece Mehmet Sipahi'ye değil izleyiciye de
bir mesaj içeriyordu.
Filmin bende
bıraktığı...
Her dönemde binbir oyunla bir kafesin içine tıkılmak
istenen bir millet olmuşuz biz.
O kafesin içinde "huzur"dan başka her şey
var.
Öfke var, düşmanlık var, ayrıştırma var, ötekileştirme var,
kutuplaşma var, bölme, parçalama, yıkmaya dair ne ararsanız
var.
Hem de öyle bir var ki;
Dün kardeşim dediğine bugün düşmanım diyebilecek kadar,
Dün beraber büyüdüklerine, mahalleline, komşuna, akrabana bugün
"yok olsun" diyebilecek kadar.
Dün aynı sofrada çayı, kahveyi, yemeği bölüştüğünün hatrını
bugün bir çırpıda yok sayabilecek kadar.
Dün de bu kafese giren herkes, diğerine "öteki" derken "vatan için"
diyordu, bugün de...
Dün sağcı solcu diye kırdırmışlar bizi bize, bugün Türk-Kürt diye, ocu-bucu diye...
Oyun aynı oyun, kafes aynı kafes...
Ve biz bu oyunu görmedikçe daha çok kafesler kurulur!
twitter.com/Htckubra
Facebook Hatice
Kübra