BIST 9.774
DOLAR 32,52
EURO 34,87
ALTIN 2.431,30

Vatana Kafes'ten bakmak!

"Bu bir dönem tutunamayanların, yahut da tutunanların, tutunacakların filmi..." Böyle diyordu Lütfü Şehsuvaroğlu, Kafes filmi için. Uzunca bir süredir merakla ve hasretle beklediğim bir filmdi Kafes.

"Bu bir dönem tutunamayanların, yahut da tutunanların, tutunacakların filmi..."

Böyle diyordu Lütfü Şehsuvaroğlu, Kafes filmi için.

Uzunca bir süredir merakla ve hasretle beklediğim bir filmdi Kafes.

80 darbesinden önce yaşanan sağ-sol mücadelesini ve darbe dönemini çevresinden dinleyerek büyüyen, büyüdükçe okuyan, belgesellerden, tv programlarından ve dönem filmlerinden/dizilerinden seyreden bir neslin ferdiyim ben de.

Babamdan bu sağ-sol mücadelesi içinde üniversiteyi nasıl okumaya çalıştıklarını, amcamdan solcularla girdikleri kavgada yediği kurşunu ve daha nice hikayeyi her dinleyişimde "ülkücüler de az çekmemiş, neden bunları anlatan bir film yapılmıyor" diye hayıflanıp duruyordum.

Hatırla Sevgili, Çemberimde Gül Oya, Babam ve Oğlum gibi yapımlar peş peşe geldikçe bu hayıflanmaların dozu tabi ki arttı.

Ve aradan geçen onca zamandan sonra Kafes filmi benim gibi, hayıflanmalarla, merakla, hasretle bekleyenlerin yüreğine su serpti.

Darbeyi soldan gören, solcu yönetmenlerin bilhassa sağcıları/ülkücüleri ya hiç görmediği ya da hepten kötülediği filmlerin ardından darbeye sağdan bakan bir film izlemek oldukça heyecan vericiydi.

Çünkü ilkti ve neyle karşılacağımızı pek de kestiremiyorduk doğrusu.

Bir "ilk" olması dolayısıyla beklentimi asgaride tutarak gittim filme ve itiraf etmeliyim ki beklentimin üstünde olmuş.


Filmin hikayesi Lütfü Şehsuvaroğlu'nun Kafes romanından. 

Sinema salonunda beklemediğim bir sürprizle de karşılaştım. Filmi ülkücü camianın önde gelen isimlerinden Lütfü Şehsuvaroğlu'yla aynı salonda izlemek kısmet oldu. Yazının girişindeki o cümlesi de Şehsuvaroğlu'nun, film başlamadan önce yaptığı kısa konuşmadan alıntıdır.

Gelelim filme...

Olay örgüsüne çok da girmeden kısaca izlenimlerimi paylaşayım.

* Film, 12 Eylül darbesinde yaşananları oldukça sade bir dille, ülkücülerin gözünden anlatıyor bize. Bunu yaparken rol çalmıyor, slogan atmıyor, haksızlık etmiyor.

* Dursun Önkuzu ve Mustafa Pehlivanoğlu'nun hikayesiyle yüreklerin telini sızlatıyor.

* Hem solculara, hem devlete, hem de kendi içlerinde fitneyi körükleyenlere karşı inatla sözden, sabırdan, itidalden ve en önemlisi vatandan yana olanların hikayesi bu.

* Dönem filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz, "katil", "faşist" ülkücü tiplemelerinin aksine naif; naif olduğu kadar da mert bir ülkücü portresiyle karşı karşıya kalıyoruz.

*Mahallenin abisi Mehmet Sipahi'nin bir yandan vatan mücadelesine bir yandan aşkına tanıklık ederken; darbeyle o gencecik bedenlere, ailelerine ve aslında bir millete nasıl da kök söktürüldüğünü bir kez daha idrak ediyoruz.

* Mehmet Sipahi rolünde gördüğümüz İsmail Hacıoğlu, oyunculuğuyla filmi tek başına götürmüş desem abartmış olur muyum, bilmiyorum.

* Fakat belki, ülkücü gençlerin lideri İhsan Başkanı canlandıran Şefik Onatoğlu'na, Barış Küçükgüler ve Nilay Duru'ya haksızlık etmiş olurum. Onlar da filmde oyunculuklarıyla öne çıkan isimlerden.

* Mehmet Sipahi'yi uzunca bir süre beyaz boğazlı kazakla izleyince içimden, "demek bu ülkücülerde önceden kalma bir gelenekmiş" demeden de geçemedim.

* Kafes slogan atmayan bir film demiştim ya, işte o sloganların yerini Niyazi Mısri şiirleri almış. Bir aşk hikayesini Niyazi Mısri üzerinden yürütmek ve bu zamana kadar yapılagelen "nobran, kaba, cahil, boş ülkücü gençler" ezberlerini yine Niyazi Mısri ile kırmak ustaca olmuş.

* Filmin eksikleri yok muydu? Elbette vardı. Fakat bir "ilk" olması sebebiyle eksiklerinden ziyade kattıklarına odaklanmak belki de şimdilik daha doğru.

* Ucu açık bırakılan bazı sahneler vardı ki bunlar sanırım filmin devamının geleceğini işaret ediyor. Özellikle filmin sonundaki "bekle" notu, sadece Mehmet Sipahi'ye değil izleyiciye de bir mesaj içeriyordu.

Filmin bende bıraktığı...

Her dönemde binbir oyunla bir kafesin içine tıkılmak istenen bir millet olmuşuz biz. 
O kafesin içinde "huzur"dan başka her şey var. 

Öfke var, düşmanlık var, ayrıştırma var, ötekileştirme var, kutuplaşma var, bölme, parçalama, yıkmaya dair ne ararsanız var.

Hem de öyle bir var ki;

Dün kardeşim dediğine bugün düşmanım diyebilecek kadar,

Dün beraber büyüdüklerine, mahalleline, komşuna, akrabana bugün "yok olsun" diyebilecek kadar.

Dün aynı sofrada çayı, kahveyi, yemeği bölüştüğünün hatrını bugün bir çırpıda yok sayabilecek kadar.

Dün de bu kafese giren herkes, diğerine "öteki" derken "vatan için" diyordu, bugün de...

Dün sağcı solcu diye kırdırmışlar bizi bize, bugün Türk-Kürt diye, ocu-bucu diye...

Oyun aynı oyun, kafes aynı kafes...

Ve biz bu oyunu görmedikçe daha çok kafesler kurulur!

twitter.com/Htckubra 

Facebook Hatice Kübra