BIST 9.662
DOLAR 32,59
EURO 34,84
ALTIN 2.499,37

Üniversitelerdeki sınav usulsüzlükleri...

Üniversiteler de para da var, insan kaynakları da. Sınav manipülasyonu da var.. Akademik casusluk da var. Bilimsel makale toplayıp, “yetersiz” diyip, yetersiz bulduklarını söyledikleri benzer...

“Bir akademisyen arkadaşla konuşuyoruz. Üniversitelerde dönen dolapları anlatıyor. “Kaç üniversitesi var paralel yapının” dedim, kendilerine bağlı 13 üniversiteleri varmış. Etkili oldukları devlet üniversitesi sayısı daha çok. Üniversitelerdeki ihaleler, döner sermaye işleri, bilirkişilikler, akademik yayınlar, akademik dergiler.. İntihaller, sertifika programları, akademik programlar, eşdeğerlik konusu, yeterlilik sınavları say say bitmez. Bir arkadaş yabancı dil sınavlarına dikkat çekiyor. Bir başkası SANTEZ ve kalkınma ajasları ile ilişkilere dikkat çekiyor. Üniversitelerdeki terör eylemlerinin arkasında derin ve paralel yapının rolü olduğunu söylüyor………

Üniversiteler de para da var, insan kaynakları da. Sınav manipülasyonu da var.. Akademik casusluk da var. Bilimsel makale toplayıp, “yetersiz” diyip, yetersiz bulduklarını söyledikleri benzer birkaç makaleyi kendi adamlarından birine verip, yeniden yazdırıp, kendi adamlarını yükseltenler de.. Paralel yapı “Akademisyen Fabrikası” gibi çalıştı bir ara. Nasıl olsa her şey ellerinde idi. Lise mezunu birini alavere - dalavere nasıl doçent yaptıkları anlatılır. İstihbarat faaliyeti için kullandıkları boş diplomayı nasıl doldurup usulsüz birtakım işler çevirdikleri de anlatılır….” 

Anlamak mümkün değil…Gün geçmiyor ki, üniversitelerde ve sınavlarda (ÜDS/YDS/İETS) yapılan usulsüzlükler hakkında yazı/belge çıkmasın…

İnanın bu tür haberler ve gereği yapılmayanlar, kurumlarında hakkı olmayanların yükselmeleri “etik” akademisyenleri derinden üzüyor.. Yüzlerce telefon alıyoruz…

Ne olacak?

Bizim hakkımızı kim koruyacak?

Geçmiş hak kayıplarımız nasıl telafi edilecek? diye…

Cevap veremiyoruz…

Yani, devran aynı sürüp gidecek ve “yapanın yanına kar kalacak” gibi görünüyor…

Üzgünüz…

Her geçen gün basına yansıyan bu sınav suistimalleri gına getirdi…Yetkililer, sorumlular, sorumsuzlar birbirine karıştı. Bu nasıl bir çalışma/sızmaymış…Nasıl fark edilmemiş?.. Nasıl gözü kapalı inanılmış?..Nasıl din adına diğer insanların hakları yenmiş?..Nasıl? Nasıl?

Daha öncede yazmıştım; 2018 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na kadrolu olarak atanmam için yazı gelmiş, zamanın rektörü imzalamış, ancak atama bir türlü olmamıştı. Ankara’ya gittiğimde karşıma Bakan danışmanı diye Polis okulu hocası Önder Aytaç çıkmıştı.

Sonra baktım ekranda her programa çıkan (AK Parti lehine) adamdı. Aytaç; araştırmaları sonucunda telefon etmiş, “sizin ile ilgili hiçbir yazı/belge yok” demişti. Ben de “rüyamı görüyor, yalan mı söylüyorum” demiştim… Ama, sonra onun paralelci olduğu anlaşılmıştı. Sonra anladım ki paralelciler benim atamamı engellemişlerdi. O zamanki müsteşar İsmet Yılmaz şahidimdir. Şimdi habere bakalım;

“Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın, "50-60 sahte diplomalı öğretmen tespit ettik" açıklamasının ardında?n "sahte diploma" skandalının detayları ortaya çıktı. Sahte diploma çetesinin, FETÖ ve PKK/KCK terör örgütüyle işbirliği içinde sahte diploma hazırladıkları tespit edildi. Sahte diploma çetesi, yüksek puan gerektiren branşlardan mezun öğretmen adaylarını hedef aldı. Ataması görece az olan fizik, kimya, biyoloji ve tarih mezunu öğretmen adaylarına, ataması kolay olan zihinsel engelliler öğretmenliği, din kültürü ve ahlak bilgisi, okul öncesi, psikolojik danışmanlık ve rehberlik bölümlerinden mezunmuş gibi sahte diploma teklif ettiler. MEB ve üniversitelerdeki örgüt bağlantıları ile de sahte diplomalar hazırlandı. Böylece en az 95 puanla öğretmen olabilecek fizik bölümü mezununun, sahte diplomayla 55 puanla zihinsel engelliler öğretmeni olarak ataması yapıldı. Bazı öğretmen adaylarının sahte diploma almak için 30-100 bin TL arasında banka kredisi çekerek çeteye ödeme yaptığı belirlendi. Çetenin şubat ayında yapılacak 30 bin öğretmen atamasında da sahte diploma için öğretmen adaylarına ulaşacağı bilgisini alan MEB, konuyu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na iletti. Başsavcılık, çeteden diploma alarak 56 öğretmenin yakınları ve ilişkili olduğu diğer öğretmen adaylarını incelemeye aldı. MEB 1999 yılından itibaren öğretmen olan yüz binlerce öğretmenin diplomasının sahte olup olmadığına ilişkin incelemeye başlattı.” 

TSK’da HAK KAYBI TELAFİ EDİLİYOR, AMA!…

“Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Balyoz, Ergenekon gibi açılan davalar nedeniyle hak kaybına uğrayan emekli ve muvazzaf personelin mağduriyetlerinin giderilmesi için Genelkurmay Başkanlığı'nın hazırladığı taslak çalışmayı bakanlığına sunduğunu açıkladı.”

(Basından/31.12.2015))

Çok iyi de;

Konservatuar sanatçı öğretim elemanları akademik zamdan yararlanamadılar,.. (Sadece listeye bir madde eklenecekti)

Konservatuar sanatçı öğretim elemanları akademik teşvikten yararlandırılmıyorlar...(Listeye eklenmediği için başvuramazsınız

Yani devlet iyi bir şey yapıyor üretimi desteklemek için, ama, yönetmelikle bir bölümü ötekileştiriyor, siz akademisyen değilsiniz diyor (ama akademisyenlerde olan diğer her haktan yararlandırıyor),

Kısaca kurumlarda, sanatçılarda kırgınlıklar yaratıyor,

2809 say.kan.geçici 10. Mad. 5. Fıkrasına göre eksik ünvan verilen, çoğunluğu İTÜ TMDK’da kalmış 5-10 Y.Doç.Dr. sanatçılar için geçici bir yönetmelik çıkarmamak için adeta direniliyor…

Devlet topluluklarında ve konservatuarlarda çalışan sanatçıların/sanatçı öğretim elemanlarının özlük hakları düzeltilmiyor/gösterge rakamları yükseltilmiyor…

Onların hak kaybı, hak değil mi?

Çözüm YÖK’ün -TSK gibi- çalışan sanatçılarına sahip çıkması…

GERÇEK SANATÇILAR’DAN 2016’YA GİRERKEN TOPLUMA MESAJLAR VAR…

Siz, sabah akşam yalan/yanlış konuyu anlamadan, ya da gündeme gelmek için atılan tweetlere bakıp, sanatçıları yargılamayın lütfen.. İşte; 2 değerli sanatçının söyledikleri;

1/ METİN AKPINAR:

Ceren Çıplak (Cumhuriyet) yılların sanatçısı, musıki sevdalısı, değerli insan Metin Akpınar ile bir röportaj yapmış.

Biz sanat ile ilgili olanları buraya almak istiyor, sanatçımıza sağlıklı yıllar diliyoruz.

-O makale sonrası sosyal medyadan ne gibi tepkiler aldınız?

“O yazıyı benim yazdığımı sanan bir AKP yandaşı “Bizim şehitleri görmüyor musun lan gavat” dedi, zarif bir şekilde. Herhalde aynı zarafetle utanmıştır yazanın ben olmadığımı öğrenince. Buna karşın ben yazmadım deyince de “Metin Akpınar utanmıyormuş” diyen de

-Bugün politik hiciv pek yazılmıyor, yapılmıyor. TV’de sulu zırtlak komediler izliyoruz. Elbet baştan sona politik olsun demiyoruz ama mizahın harcında politika, toplumsallık vardır, bunu da görmek istiyoruz. Siz, sahnelerde yıllarca siyasi taşlamalar yaptınız.

Bu anlamda neler söylemek istersiniz?

“Hiciv bizden çok önce de vardı. Öğrencilerime, her devirde her şey eleştirilebilir diyorum. Bir kabarecinin önce entelektüel olması lazım. Empati kültürüne hâkim olması lazım. Kabare tiyatroları dünyada çok olumsuzluklar yaşandığı dönemlerde çok daha kuvvetli gelişmiştir. Hitler Almanyası’nda da kabare tiyatrosu vardı.”

-Tiyatro var ancak tiyatrodaki muhalif isimler susturulmak isteniyor, mesela Şehir Tiyatroları bunun kavgasını veriyor. Siz olan biteni nasıl görüyorsunuz?

“Yanlışlıklarla, olumsuzluklarla kavga edilecek en iyi yer tiyatrodur. Tiyatro insan oldukça var olacak. O yüzden kimse kendini yırtmasın. Boşuna metabolizmalarının sonuna zarar vermesin! Tiyatro, kapısına kilit vursan bacasından söyler, ama söyler. Tiyatro empati kültürünün mabedidir. İnsanlar burada karşı taraf gibi düşünebilmeyi, karşı taraf gibi anlamayı öğrenir. Kendini sorgular, kendini sorgulayan insan vicdanlı insandır.

Bugün vicdan diye herkes bağırıyor. Vicdan budur. Kendini sorgulamaktır. Geçmişe baksınlar görsünler. 5 bin yıllık bir öykü bu.

Bir bağnaz beyin gelip bunu yok edemez, imkânı yok, hiç kimse korkmasın. Olmazsa bizim ruhlarımız gelir yine tiyatro sahnesinde oynar.

Niye bıraktık o kadar malzemeyi? Zeki Alasya gelecek, ben geleceğim yine tiyatroda olacağız.”

- Çaycuma ilçesinde Milli Eğitim Müdürlüğü okullara gönderdiği yazıda yılbaşı etkinliğinin kutlanmamasını istedi. Yılbaşı yasakları da geliyor diyebilir miyiz?

“Yeni yıl, Orta Asya geleneğidir çünkü Türk mitolojisine baktığınız zaman orada yeni yılı kutlarlar, çünkü orada güneşle gecenin bir kavgası vardır. Güneşle gecenin kavgasını 21 Aralık’ta güneş kazanır. Günler uzamaya başlar, onun kutlamasıdır bu. Yeni yıl o zaman gelir. Doğayla ağaçla kutlarlar. Ağacın dibine birbirini mutlu edecek yiyecekler koyarlar, bugün konulan hediyeler gibi... Ağacı, süslerler çaputla, boncukla.

Yılbaşı Türk geleneğidir aslında. Yılbaşını kurup da yılbaşını kutlayanlara kızmasınlar. İsteyen namazını kılsın, duasını etsin, portakalını yesin. İsteyen tombalasını oynasın. Buna kimsenin bir şey diyeceği yok. Bırak biri de sokakta bağırsın, şampanyasını içsin. Biri kırmızı don giysin biri de uzun evliya donuyla sevişsin ne yapayım canım”

2/ORHAN GENCEBAY;

-“Nasıl birlik oluruz?

“Siyaseti kapının önüne bırakırsak olur. Herkesi barışa çağırıyorum. İnsan önce kendi içindeki barışı sağlamalı. Kendisiyle barışık olmayan başkasıyla barış yapamaz. Yanlış her yerde vardır. Siyasi görüşlerimizi katılaştırarak, başka fikri olanların yaşama hakkını kısıtlamaya hakkımız yok. Empati ve sempati eksikliğimiz var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes aynı haklara sahiptir. Bunu bilerek varlığımızı sürdürmeliyiz.”

-Peki, insani ilişkiler bakımından kıyaslarsak, eski dostluklar daha mı güçlüydü?

“Eskiden daha kadim dostluklar vardı. Şimdi de yok sayılmaz. "Aşk, sevgi bitti" diyorlar. Hayır, bitmesi mümkün değildi. Her çocuğun annesi, babası vardır. Aileler çocuğu sevgiyle, bilgiyle özene bezene yetiştirirler. Bu böyle devam ettiği sürece sevgi kaybolmaz.”

-Ya aşk?

“Eski romantizm daha farklıydı. Daha çok saygı vardı. Muhafazakarlık vardı. Sert sözler kullanılmazdı. Daha romantikti, hassastı.

Bugün insanlar her şeyi pat diye söylüyor. En son söyleyeceğini en başta söylüyor. Bu rahatlık karşı tarafı kırıyor. İlgisizlik oluyor. Bu da ilişkileri bitiriyor.” 

SEZEN AKSU’NUN 40. YILI…

Polimeks sponsor olmuş, Mustafa Oğuz projelendirmiş. Zorlu Center’in duyurusunda; Dünyaca ünlü The Royal Philharmonic Orchestra, Sezen Aksu'nun eserlerini seslendirecek (11 Aralık 2015) Unutulmaz eserler ünlü aranjör Erdal Kızılçay'ın 1,5 yıllık çalışmasının ardından yepyeni düzenlemeleriyle ilk kez seyirci karşısına çıkacak. Orkestra şefliğini ise dünyanın en önemli orkestra şeflerinden Marcello Rota üstlenecek. Sezen Aksu da izleyici olarak katılacağı gecede ilk defa kendi bestelerini The Royal Philharmonic Orchestra icrasıyla dinleyecek.” denmiş. İşin içine, İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası girince ve S.Aksu’nun 40. Sanat yılı birleştirilince ortaya müthiş proje çıkmış!.. Herhalde salon dolmuştur….Popüler olmak böyle bir şey…Üstelik Londra ayağı da olacakmış, yani uluslar arası etkinlik olacakmış.

Konserden haberim olmadı, izlemek isterdim. Çünkü; ülkemizde bu kadar önemli ve değerli orkestralar varken İngiltere’den getirilmesi ilginç. (Masraflı olmuştur) Basında olumlu ve olumsuz bir çok eleştiri almış konser. Kimi umduğunu bulamamış kimi yere göğe sığdıramamış. Tabi burada önemli olan şu: Eğer S.Aksu eserlerini ilk defa dinliyorsanız konseri beğenirsiniz. Ancak, yıllardır Aksu, kendini tekrarlıyor, ama çok sevildiği ve besteleriyle seyircisini/kitlesini oluşturduğu için de her konserinde salon doluyor. Bu durumda, -daha önce izlemişseniz- beğenme oranı düşüyor.

Benim üzerinde durmak istediğim konu, konserde üst makamlardan kimsenin olmaması. MV, köşe yazarları, yöneticiler v.b. yokmuş. Fikirlerine önem verdiğim –konseri çok beğenmiş- Ali Saydam’da soruyor; Ülkenin Kültür Politikacıları Neredeydiniz? diye…

Bize göre:

1/ Çok yoğun işleri vardır.

2/Başka bir etkinlik nedeniyle katılamamıştır?

3/Aniden bir toplantı çıkmıştır.

4/ Zaten bu tür etkinliklere gelmezler.

5/ Sosyal olmayı beceremezler.

6/Artık, bir makama gelmişlerdir, ne işleri vardır sanat etkinliklerinde.

7/ Sıradan bir seyirci olmayı içlerine sindiremezler, çünkü büyümüşlerdir!...

MURAT BARDAKÇI VE PADİŞAHLARIN HAC’CI…

M.Bardakçı, köşesinde çok özel bir bilgi sunmuş, paylaşmak istedim: “Eski asırlarda padişahların hiçbiri hacca yahut umreye gitmemişlerdi. Sebep, başkenti boş bırakmamak idi. Gitmediler ama Mekke’ye yüzyıllar boyunca çok sayıda vekil gönderdiler.

Sadece padişahlar değil, şehzadeler de hacı olamadılar; zira denetimden uzak kalacakları ve siyasi fırsat bulabilecekleri endişesiyle İstanbul’dan ayrılmalarına izin verilmedi. Hanedanın kadınlarının hacca gidişleri mesele olmadı ve padişah soyundan gelen çok sayıda hanım asırlar boyunca Mekke’yi ziyaret edip hacı olabildi... Hanedanın hacca giden tek erkek mensubu Fatih Sultan Mehmed’in küçük oğlu Cem Sultan oldu. Mekke’ye ancak sürgün senelerinde gidebilen Cem Sultan’ın haricinde hiçbir şehzade hacı olamadı…..

Padişahlar hacca gitmezlerdi ama kesilmiş saçlarını gönderirlerdi. Berberbaşı padişahın saçlarını keser, saçlar gümüş bir leğende yıkandıktan sonra buhurlarla tütsülenir, mühürü bir çekmeceye konur, “surre” denen resmî hac kervanına verilir; çekmece önce Mekke’ye, oradan da Medine’ye götürülür ve Hazreti Muhammed’in kabrinin civarında bir yere gömülürdü….

19. yüzyıla kadar İstanbul’dan hacca gidip gelmek yaklaşık dokuz ay sürüyordu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim sistemi, bir hükümdarın bu kadar uzun müddet merkezden ayrı kalmasına uygun değildi. Böyle bir yolculuğa çıkan padişahın döndüğünde tahtını elinden gitmiş olarak bulması ihtimali oldukça yüksekti, üstelik İran ve Habsburglar gibi iki büyük düşmandan dolayı, padişahların merkezden uzaklaşmamaları gerekiyordu.”

ÖNEMLİ NOT:

Bilindiği üzere geçen yazımızda “Müzikte metodoloji ve müzikle iletişim uluslar arası sempozyumu” nun davetine yer vermiştik.

Ancak, arkadaşlarımız uyardılar ki; bundan böyle YÖK Akademik teşvik yönetmeliğine göre, uluslar arası sempozyum v.b. larda sadece yabancı bilim insanının katılımı yeterli bulunmamış, bilim kuruluna da 5-6 yabancı isim yazılması şart koşulmuş. Bizde ona göre alanla ilgili yabancı bilim insanlarını eklemeye çalışıyoruz. Ancak; yönetmelik geriye doğru uygulanamayacağına göre ve yönetmelikte “2015 hariç” ya da “2016 dan itibaren” ibaresi olmadığına göre yine sorun yaşanacak ve kurullarda sorun/tartışma yaşanacak. Böyle güzel bir düşünce ile alınan karar neden yönetmeliklere doğru yansıtılmaz?, anlayamıyor, her zaman dediğimiz gibi “yönetmelik yazmak herkesin işi değildir”