BIST 9.645
DOLAR 32,53
EURO 34,85
ALTIN 2.430,22

Umutla yaşamak

Hayat, size daima seçenekler sunar. Bilgelik, öncelikle o seçeneklerin hepsini görebilmektir. Daha sonra da o seçenekler içerisinden, sizin için ve sevdikleriniz için şimdide ve gelecekte en doğru ve faydalı olanı seçmektir bilgelik.

Hayat, size daima seçenekler sunar. Bilgelik, öncelikle o seçeneklerin hepsini görebilmektir. Çünkü çoğu kimse, o seçeneklerden ya sadece birini görebilir ya da eksik görür.

    Daha sonra da o seçenekler içerisinden, sizin için ve sevdikleriniz için şimdide ve gelecekte en doğru ve faydalı olanı seçmektir bilgelik.

    Olumlu olmak, umutlu olmak veya her şeyin olumsuz tarafını görmek ve karamsar olmak bir tercihtir.

    Umutsuz ve olumsuz tarafı seçmek ya da seçmemek bizim elimizdedir.

    İsterseniz olumsuz ve karamsar tarafı seçer ve hayatı kendinize zindan edersiniz.

    Kendinize zindan ettiğiniz gibi başkalarına da zindan edersiniz. Ayrıca bu olumsuz tarafın, umutsuzluğun sınırı da yoktur.

    Küçücük sorunları istediğiniz kadar büyültebilir, içinden çıkılmaz hale getirebilir, günlerce haftalarca o soruna takılabilirsiniz.

    Hayata istediğiniz kadar karamsar, mutsuz, neşesiz, donuk olarak bakabilirsiz. Bu sizin elinizde. Bunu yapmak için sadece biraz çaba harcamanız yeterlidir.

    Bazı tuzu kuru kişiler de olumlu olmayı ve umutlu olmayı “polyanacılık” diye küçümser.

    Onun ne anlama geldiğini umudunu yitiren, karamsarlık denizinde bocalayan insanlara sormak gerekir.

    İnsanların her türlü ihtiyacı yerinde olabilir ama beyinleri doğru çalışmıyorsa hep yanlış olumsuz tarafa bakıyorlarsa, hayat çekilmez olur.

    Şöyle çevrenize bakın; öyle insanlar vardır ki küçük sorunların altında ezilirler; öyle insanlar da vardır ki çok büyük sorunları aşarlar ve dimdik ayaktadırlar. Bu iki insan arasındaki fark nedir?

    Sorunlar karşısındaki tutumlarıdır.

    Biri, umutlu olmayı, olumlu olmayı ve çözüme odaklanmayı tercih etmiş, diğeri ise pes etmiştir.

    Yılların içinde yaşadığımız hayat

    Hayatımız içerisinde yaşadığımız yıllar mı, yıllar içerisinde yaşadığımız hayat mı önemlidir?

    Bir kaç yıl önce, baharın kendini cömertçe gösterdiği güzel bir günde Ankara’nın Şentepe mahallesinde bir gecekondu evinde kas gerginliği rahatsızlığına sahip Arif dayıyı ziyarete gitmiştim.

    Bu mahalle bir tepenin üzerine kurulu. Bahçe kapısından içeri girdiğimizde bahçedeki yeni çiçek açan ağaçlar adeta bize gülümsüyordu.

    Kapıyı  çaldık. Yüzünden huzur okunan yaşlı bir kadın bize kapıyı  açtı. Saygıyla bizi içeri davet etti.

    Kapı, pırıl pırıl, tertemiz genişçe bir salona açılıyordu. Tam karşımızda Arif dayı oturuyordu. Yerinden zorlanarak kalkmak için uğraştı Arif dayı. İçten, gülen bir yüz ifadesiyle sıcak bir “Hoş geldiniz” dedi.

    “Nasılsın Arif dayı” diye sorduğumda Arif dayıdan muhteşem bir cevap almıştım.

    Böyle bilgece cevaplar karşısında kanımın donduğunu hissederim.

    Arif dayı, ilkokulu bile bitirmemiş biriydi, ama belli ki hayat okulundan çok şey öğrenmişti. Benim de ondan öğrenecek çok şeyim vardı. Aslında ona yardımcı olmak için orada bulunuyordum ama onun söylediği arifçe sözler karşısında çoğaldığımı, arttığımı duyumsuyordum.

    Arif dayının rahatsızlığını ilk kez duymuştum. Kas gerginliği hastalığı; vücudun belli yerlerindeki kaslar kasılı kalmaya başlıyor ve bu zamanla vücudun her yerini sarıyordu. Kalbe sıra geldiğinde kalp kasılı kalıyor ve hasta hayata gözlerini kapatıyordu.

    Arif dayının belden aşağısı, el ve kolları kasılı kalmıştı. Hayatını, belden aşağısı, el ve kolları hariç yaşıyordu. Belki birkaç ay içerisinde kalp kasları da kasılı  kalacak ve hayata veda edecekti. Bunu o da biliyordu.

    Arif dayı, “Nasılsın? soruma şu güzel cevabı verdi;

    “Evet ayaklarım, bacaklarım, ellerim, kollarım tutmuyor. Ama olsun, bir yerlerden tutunarak da olsa yürüyorum ve tuvalet ihtiyacımı görebiliyorum. Üzerime döksem de yemeğimi yiyebiliyorum. Sizi bir kartal gibi net görebiliyorum, kalbim tıkır tıkır çalışıyor. Ciğerlerim sapasağlam. Sizi duyabiliyorum, sizinle konuşabiliyorum. Kafam da eh işte, biraz çalışıyor. Çok şükür... ve iyileşeceğime dair Allah’tan umudumu hep koruyorum...”

    Bu harika cevabından çok etkilenmiştim.

     Arif dayının bir de şöyle düşündüğünü varsayalım.”Allah kahretsin bu beton bacakları bu yerinden kalkamaz ayakları. Ellerim tutmuyor, yürüyemiyorum. Evin içine hapsoldum.

    Ben ne bahtsız adamım. Allah bir an önce canımı alsa da kurtulsam....” bu cümleleri çoğaltmak mümkün. 

    Söyler misiniz; Arif dayıya hayatının beklide bu son döneminde bu umutlu, bu hayat dolu düşünceleri oluşturan nedir?