BIST 9.525
DOLAR 32,57
EURO 34,72
ALTIN 2.487,47

Türkiye IŞİD’i destekledi mi sahiden?

Makul bir şekilde analiz eder ve tartışırsak, Suriye tecrübesi, gerek bizim hükümete gerekse muhafazakâr kesime bu açıdan öğretici bir tecrübe olabilir.

Başbakanlık makamına gelen Sayın Ahmet Davutoğlu’nu tebrik etmekle söze başlayayım.

Dilerim Türkiye için hayırlı bir değişim olur Davutoğlu’nun liderliği. Umarım, kendisini sevmeyenlerin dahi teslim ettiği vasıfları (seviyeli üslubu, nezaketi, yolsuzluklara hiç karışmamış temiz ismi) siyasetimize artılar kazandırır.

Fakat bu yazıda iç değil dış siyasetle ilgili bir konuyu ele alacağım. Suriye ve Irak’ı kana bulayan, İslam’ın güzel adını da vahşetle lekeleyen korkunç IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti) örgütü ile Türkiye’nin alâkasına.

Malum, Davutoğlu’nu eleştiren kimi öfkeli muhalifler, onu “IŞİD’i desteklemekle” suçluyorlar. “Kafakesicilerin hamisi” ilan ediyorlar.

Oysa, yiğidi öldürüp hakkını vermek düsturuyla söyleyeyim ki, Davutoğlu’nun Suriye politikası elbet eleştiriye muhtaçtır. Ama “IŞİD hamiliği” suçlaması abartılı ve haksızdır.

Niçin mi?

 

Gizli Suriye toplantısı

Önce size meşhur bir “tape”yi hatırlatayım: 30 Mart seçimlerinden bir kaç gün önce internete servis edilen “gizli Suriye toplantısı”nın ses kayıtlarını. Davutoğlu’nun, Genelkurmay ikinci başkanı Yaşar Güler, MİT müsteşarı Hakan Fidan ve Dışişleri müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile yaptığı o toplantının gizlice kayd edilmiş olması büyük bir rezalet ve suç idi, buna kuşku yok. Bu işi yapanların bulunup cezalandırılması gerektiğine de kuşku yok.

Peki ama ne konuşulmuştu o toplantıda? Kamuoyunun dikkati Hakan Fidan’ın laf arasında telaffuz ettiği “boş alana füze attırma” opsiyonuna odaklandı, bunun üzerine de bir sürü spekülasyon yapıldı. Ama tapeden çıkan asıl sonuç şuydu: Devlet, Irak’taki IŞİD tehdidinden rahatsızdı ve buna karşı neler yapabileceğini tartışıyordu.

Çünkü IŞİD, Suriye sınırları içindeki Süleyman Şah türbemizi tehdit ediyordu uzun süredir. (Çünkü bu fanatik Selefilerin ideolojisine göre her türbe “şirk mekanı”dır ve mutlaka yıkılmalıdır.) Davutoğlu ve ekibi de “bunları ne yapalım, havadan vuralım mı, vursak hukuken ne olur” gibi opsiyonları tartışıyordu.)

Yani bu toplantı, bizim devletin IŞİD’i bir müttefik değil, bilakis tehdit olarak gördüğünün ispatıydı.

 

MİT Tırları

Peki ya Suriye’ye giden MİT tırları? Onlar IŞİD’e silah taşımıyor muydu?

Bu da muhalif seslerin şu aralar dillerine doladıkları iddialardan biri. Oysa bunda da bir abartı ve spekülasyon var.

Var, çünkü ben de meşhur “MİT tırları”nın Suriye’ye silah, mühimmat veya askeri gereç taşıdığını tahmin etsem de, bunların adresinin IŞİD olduğunu düşünmek için hiç bir sebep görmüyorum.

Böyle düşünenler, muhtemelen, Suriye’deki iç savaşın ne kadar karmaşık olduğundan habersizler. Ortada sadece iki aktör var sanıyorlar: IŞİD ve Esad rejimi. Oysa, Esad rejimiyle savaşan çok parçalı bir muhalefet var ve bunun içinde Özgür Suriye ordusu gibi uluslararası meşruiyete sahip ana bir çatının yanında, IŞİD’e göre daha ılımlı sayılan en az dokuz ayrı İslamcı grup da var: Ahrar El-Şam, Tevhid Birliği vs. gibi. Bu gruplar Eylül 2013’te bir “İslami Koalisyon” oluşturdular ve o zamandan beri hem Esad rejimi hem IŞİD’le savaş halindeler.  

Bu grupların yaklaşımının izlerini Türk basınında da görmek mümkün. Star yazarı Hakan Albayrak’ın 22 Ocak 2014 tarihli “” başlıklı yazısı kayda değerdir mesela. Yazıda aktarılan Furkan Azeri imzalı ve “Suriye Devrimi’ni fitneye boğan Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütüne” hitap eden şu satırlar enteresandır:

Ey IŞİD… Ne olur git! Bizi kendi dertlerimizle ve 100 bin şehidimizle baş başa bırak ve git. Giderken de dünyadaki en temiz ve saf duygularla Suriye’deki kardeşlerine yardıma gelen gençleri de bize bırak. Yazık değil mi dünyanın her köşesinden, en samimi duygularla Suriyeli kardeşlerine yardıma gelen gençlerin temiz duygularını suiistimal ediyorsun. Lütfen onları Din ile aldatma ve bize bırak onları ve git.”

Aynı dönemde bizim hükümetin IŞİD’e bakışının da aşağı-yukarı bu yönde olduğunu tahmin edebiliriz: Yani, örgüte sempati değil, bilakis Suriye muhalefetini böldüğü ve dahası terörist konumuna düşürdüğü için öfke.

 

Gerçek ne?

Peki ama hiç mi yoktur Türkiye’nin bu IŞİD vehametinin ortaya çıkmasında vebali?

İşte burada gerçekçi bir eleştiri getirmek gerekiyor Davutoğlu’na ve onun liderliğindeki Suriye politikasına. Bu da, IŞİD’i bilerek ve isteyerek desteklemek değil, ama bu gibi fanatik örgütlerin ortaya çıkacağını kestirememek ve bu tehlikeye karşı biraz “geç uyanmak” yönünde bir eleştiri olmalıdır.

Türkiye’nin Irak ve Suriye politikalarını iyi izleyen yabancı uzmanlardan Aron Stein da konuyla ilgili aynı yorumu yapıyor. “Ankara’nın IŞİD’i desteklediği bir gerçek gibi kabul edilebilir oldu, ama aslında realite çok daha karmaşık” diyen Stein ekliyor:

Bir yıl kadar önce, Ankara (Suriye) politikalarını Batı’nın Körfez Devletleri’nin çizgisine yakın hale getirdi… Ankara Suriye sınırını kapatmak için önlemler aldı. Ama, bu noktada, zarar zaten oluşmuş ve IŞİD Suriye’de kendine bir bölge oluşturmuş durumdaydı.”

Durumu şöyle de özetleyebiliriz: Suriye muhalefetini Türkiye gibi en başından beridir destekleyen Batılı ülkeler, en başta ABD, son iki yıldır Türkiye’yi “fanatik cihatçılar” konusunda uyarıyordu. Ama Ankara, uzun süre, Esad’a karşı kim savaşıyorsa ona sempatiyle baktı. Kapıları açtı. “Fanatik cihatçılar” sorununu yeterince önemsemedi. Ama IŞİD gerçeği tüm vahşetiyle belirginleşince, Ankara da bunu bir tehdit olarak kabul etti. Bugün de kesinlikle IŞİD’i bir tehdit olarak görüyor.

 

'Cihad' ve 'mücahid'

Türkiye’nin bu tehdidi niçin geç gördüğü ise, bence, iki sebeple ilgilidir:

Bir; Suriye iç savaşını, baştan beridir, ak-kara bir tablo gibi görmek; Esad’ın vahşetlerini haklı olarak tel’in ederken diğer tarafta gelişen vehametleri uzunca süre göz ardı etmek.

Bir de; kültürel ve ideolojik sebeplerle, “İslam” adına ortaya çıkan gruplara gerektiğinden fazla “hüsn-ü zan” göstermek.

Bu probleme geçen Ocak ayında Star gazetesinde yayınlanan “” başlıklı yazımda şöyle işaret etmiştim:

Bu noktada ‘cihad’ ve ‘mücahid’ kavramlarına dair bir dipnot düşmek isterim: Batılılar [ve de ‘Batıcılar’], bu kavramları duyunca duygusal bir reaksiyon gösteriyor, peşinen mahkum ediyorlar. Bu bir hata. Ama biz de bazen aynı kavramlara duygusal bir sempati gösteriyoruz ki, bu da aksi yönde bir hata. Cihad ediyorum diye ortaya çıkan adamların hangi amaçla ve hangi yöntemle savaştığına dikkatle bakmak lazım.”

İşte, eğer makul bir şekilde analiz eder ve tartışırsak, Suriye tecrübesi, gerek bizim hükümete gerekse muhafazakâr kesime bu açıdan öğretici bir tecrübe olabilir.

Ama heyhat…  Neyi makul bir şekilde analiz edip tartışabiliyoruz ki, şu kutuplaşmış, bilenmiş, öfke ve nefretle dolmuş acayip memleketimizde?..