BIST 9.525
DOLAR 32,60
EURO 34,73
ALTIN 2.498,83

Türk Müziğinde yapılan genel hatalar ve arşivleme…(6)

Değerli okurlarım, bu yazı dizisi 2007’de dile getirilen, “halk kültürü ve Türk müziği” ağırlıklı serinin 6. yazısı…Yeni yetişen, konservatuarda okuyan gençlerin, ulaşamayacakları bir çok bilgiyi, kafalarındaki soruyu panellerdeki görüşlerden...

Değerli okurlarım, bu yazı dizisi 2007’de dile getirilen, “halk kültürü ve Türk müziği” ağırlıklı serinin 6. yazısı…Yeni yetişen, konservatuarda okuyan gençlerin, ulaşamayacakları bir çok bilgiyi, kafalarındaki soruyu panellerdeki görüşlerden bulmuş  olduklarını tahmin ediyoruz. Müzikte, her şey çalmak, söylemek üzeerine değil, bilimsel kısmınıda öğrenmek gerekli, yoksa konservatuarlarda neden 4 yıl eğitim alınıyor ki. Bir devlet korosuna, TRT’ye sanatçı olunca müziğin ana konularından vazgeçmeyiniz. Müziğin ana konularını; sorgulamak, araştırmak, bitirme ödevlerine-tezlerine konu yapmak  görevleriniz olmalıdır. Sevgilerimle.

Eğitimin en önemli amaçlarından biri öğrencilerin; potansiyellerini, eğilimlerini, yetenek ve kabiliyetlerini belirleyerek, onlara bir “sürekli gelişim” bilinci vermektir. Bir eğitim projesinin başarısı insanları ne kadar geliştirebildiği, kabiliyet ve potansiyellerini ne kadar ortaya çıkarabildiğiyle ölçülmektedir. Sözlük ve ansiklopedi kullanmayı alışkanlık hâline getiren, bilginin önemine inanan, bilgiye ulaşma yollarını bilen, okuma alışkanlığı edinmiş, ilim sevgisi olan, merak duygusuna sahip, gerektiğinde soran ve sorgulayan, çalışmayı seven ve tüm bunları genel ve meslekî ahlakla bütünleştirmiş öğrenciler yetiştirmek eğitim sistemimizin temel amaçlarıdır. Ülkemizde, araştırmalarda ortaya çıkan üniversitelilerin bile Türkçeyi birkaç yüz kelimeyle konuştuğu, gençlerin (sanat, edebiyat, bilim, müzik, nitelikli okuma, spor, resim vs.) bir yetenek sahibi olup olmadığı bilinmeyen/ölçülmeyen bir ülkenin; gelişmesi, sorunlarını çözmesi, bilim ve teknoloji üretmesi kolay olmayacaktır. Genel kuralları ile evrensel olan müziğin elbette çalgılar-ezgiler, kullanılan dil vb. özellikleri ile yerel olması kaçınılmazdır. Bu nedenle konservatuarlarda ve müzik bölümlerinde okuyan öğrencilerin evrensellik ile yereli iyi anlamaları, ayırt etmeleri ve uygulamaları şarttır. Bunlar olmadan sürekli konservatuarlar ve müzik bölümleri açmak doğru değildir. Bazı bilgiler, Batı müziğinde uygulanmakta, sanat müziğinde ve halk müziğinde ara sıra kullanılmaktadır. Türk müziği ile uğraşanlar, her ne kadar müziğin, yazım şekli ve kuralları ile evrensel olduğunu kabul etseler de, donanım konusunu Türk müziğinin özelliği diyerek yanlış olarak uygulamakta, batının işaretleme sistemlerinin çoğunu kullanmaya gerek duymamaktadırlar.

Genel kabul görmüş olan kuralları, hiçbir ihtiyaç yokken değiştirmek ve bunu tabu hâline getirmek “bilimsellikle” bağdaşmamaktadır. Genel kural olarak, “si b” donanımda gösterilmiş ise ve bir ölçü içinde bu ses değiştirilerek “si b2” konacaksa, önce o ses değiştirme işareti ile normal hale getirilir ve sonra “si b2” konulur. Türk müziği mensupları bu özelliğe dikkat etmemekte, sib donanımda olmasına rağmen, ölçü içinde sib2 koymakta, ancak seslendirmede sib2 yapmaktadırlar. Aslında bu şekil de 5+2=7 koma basılmalıdır. Bu çok bilinen kural bile kuralsızlık=alaturka hâline getirilmektedir. Tarihi süreçte, her ne kadar müzik evrensel bir dil olsa da, her milletin kendine has müziği vardır. Kısaca müziğin gelişimine bir bakalım; Müzik; ilk çağ müziği dini ayinlerde mistik törenlerde festivallerde ve savaş danslarında bir araç olarak kullanılmıştır. Örneğin; Mısır’da kazılarda bulunan çalgılardan, tapınak duvarlarındaki resimlerden; flüt, arp, def, darbuka, sistron, trompet, çitara, su basılarak isleyen org kullanıldığını biliyoruz. En eski müzik olan Çin müziğinin (müziğin önemini Konfiçyüs anlatmaktadır.) ses dizisinin 12 notaya dayandığı, 5 sesli pentatonik dizi içinde ortaya çıkmıştır. Bunlar do-sol-re-la-mi sesleridir. Hindistan’da müzikler doğaçlama yapılır ve makamsaldır(Raga denilmektedir); tambura, vina, sitar, davul çalgıları kullanılmaktadır. Yunanistan’da İlyada ve Odessia`da müzik, tanrısal bir uyarı ve bir güç olarak belirtilmiştir. Pisagor, müziksel uyumu “matematiksel formüllerle” dile getirmiş, Aristo ise “müziğin eğitimdeki rolüne” önem vermiştir.

Rauf Yekta, Suphi Ezgi, H. Sadettin Arel, Ekrem Karadeniz, Abdülkadir Töre, 24 eşit olmayan sisteme ve yeni sistemlerle ilgili çalışmaları devam ettirmişlerdir. Türk müziği ses sistemi üzerindeki çalışmalar ve tartışmalar hala devam etmektedir.

Türk Müziği-Evrensel Bilgiler Zıtlaşması:

Dizi: a. Art arda duran şeylerin oluşturdukları bütün, sıra. b. Sesin ve insan kulağının doğal yapıları paralelinde oluşmuş bazı ses sıralanmalarıdır. 12 aralıklı dizi batı müziğinin (majör ve minör), 24 aralıklı dizi “sanat müziğinin, 17 aralıklı dizi  “halk müziğinin” temeli olarak kabul edilmektedir.

THM’de diziler bir bütün olarak değerlendirilir, elbette kendi içinde kuralları vardır ama sanat müziği gibi kesin kurallara bağlı değildir. TSM’de ise dörtlü ve beşlilerin birleşmesi ile “makamlar” oluşmuştur. Bir makam da üç önemli ses vardır; durak (karar sesidir), güçlü (dörtlü ile beşlinin birleştiği yer), yeden  (7. derecenin bir oktav pes sesidir.) Bugün bu şekilde oluşmuş 13 ana makam vardır, bunların yaklaşık olarak karşılıkları da 13 ana dizi olarak halk müziğinde bulunmaktadır.

Diziler ve Makamlar Karşılaştırmalı Olarak Bunlar Aşağıda Verilmiştir:

Uşşak, Hüseyni, Huzi, Neva, Tahir Makamı: Yahyalı kerem dizisi (İstanbul’dan çıkar vapur dumanı, Atımın yelesi beyaz, Gine bugün yaralandım, Yar yüreğim yar, Ankara Postası, Gönül gurbet ele varma, Gönlümüm bir hali var ki, Gönül vermişken el çektim güzelden, Hicran oku sinem deler).

Karcığar, Hicazkar, Beyatî Araban Makamı: Düz kerem dizisi (Bende gittim bir geyiğin avına, Vardım ki yurdundan ayak göçürmüş, Bilmem ki sefa, neşe bu ömrün neresinde, Nevcivanım lutfedip mesruru şad eyle beni).

Hicaz Hümayun, Hicaz Makamı: Garip dizisi (Çemberim dalda kaldı, A Istanbul sen bir hanmısan, Tütüncüden tütün aldım, Bülbüller düğün eyler, Üğrünü üğrünü gelir dereden, Iğdır barı, Naz barı, Aşkı seninle tattı, hicranla yandı bu gönül, Affeyle suçum ey gül-i ter başıma kakma).

Rast, Mahur Makamı: Beşiri, (Ey benim nazlı cananım severim kimseler bilmez, Çektikçe sineye etraftasın sen cismi güzel).

Neveser, Nikriz Makamı: Yanık kerem (Zobalarında kuru meşe, Elmas senin yüzün gören, ayrılır mı kadrin bilen).

Hüseyni Aşiran Makamı: Kesik kerem dizisi.

Saba Makamı: Kalenderi, Derbeder dizisi (Aman doktor, Sallasana mendilini, Ankara Divanı, Güzel adın İsmail).

Segah, Hüzzam, Müstear Makamı: Tatyan, muhalif dizisi (Baharın gülşen çağında, Baba bugün dağlar yeşil boyandı, Al yeşil dökün anneler, Yandı canım, Şu uzun gecenin gecesi olsam, Dün gece yar hanesinde, Dil harab-ı aşkınam sensin sebep berbadıma, Aldım hayal-i perçemin ey mah didemi, O nevreside nihalim ne serv-ü kamet olur).

Kürdi Makamı: Bozlak dizisi (Ay dost, Güzelsin bi-bedelsin naz-ı perversin dilarasın).

Çargâh Makamı: Do müstezat (Altın hızma mülayim, Azeri oyun havası, Kervan, Sinsin, Safranbolu Kaşık havası).

Acemaşiran Makamı: Fa müstezat. Rast Makamı: Sol müstezat dizisi (Çekemedim akça kızın göçünü, Seherde oyan yeri, Adana çiftetellisi, Al yanak yaşmak ister, Tiridine bandım).

Eviç, Ferahnak Makamı: Misket dizisi (Kova kova indirdiler, Ezelidir deli gönül-Taşdı rahmet deryası-Eviç ilahi, Çok mu figanım ol gül-i zıba-hıram için, Meyl eder bu hüsn ile kim görse gül fem seni)

Genel bir kural vardır; Bir eseri ele alınca, önce donanıma bakılmalıdır. Bu şekilde eserin hangi anahtarda yazıldığı ( solfeji ona göre yapılacaktır), usulü ve makamı-dizisi, son olarak, karar sesine bakılarak hangi tonda yazıldığı anlaşılabilir.

Çok sesli bir müzik parçasında, her çalgının yükümlü olduğu ve icrada kolaylık sağlamak için ayrı ayrı yazılan kısıma, yani orkestralarda her bir çalgının seslendireceği ezgilere “parti” denir. Bu kısımları aynı hizada, ortak porte çizgisi ile gösteren büyük boyutlu nota defterine, yani tüm çalgıların çalacağı partileri bir arada bulunduran nota yazısına da “partisyon” denir. Partilerin üst üste bindirilmesi, batı müziğinde, notalama konusunda yapılan üçüncü temel buluştur. Türk müziğinde yaygın kullanılmamış, ancak, son yıllarda eğitimli müzik insanlarının artması ile yaygınlaşmaya başlamıştır. Türk müziğinde ilk denemeler, halk türkülerinin uyarlandığı 2 sesli kanonlardır. Batı müziği uzmanları, sanat müziğini hep görmezden gelmişler, çok sesli Türk müziğinin halk türkülerinin çok sesli yapılması ile oluşacağına inanmışlardır. Başarılı olup olmadıklarını müzik tarihi yazmaktadır ve yazacaktır. Ancak, bilinen, insanların kulağında olan türkülere-ezgilere yeni sesler yazmanın kabul görmediği, türkü formunda yeni eserler yazılarak denemelerin devam etmesinin daha doğru olacağı yönündedir.

Batı’da; yaylı, nefesli ve vurmalı çalgılar topluluğuna “orkestra” denir ve farklı çalgı ve çalgı gruplarından oluşmaktadır. Standart bir orkestra da şu çalgılar vardır(80):  16 birinci keman, 14 ikinci keman, 10 viyola, 8 viyolonsel, 4 kontrbas, 4 korno, 4 trombon, 2 fagot, 2 klarnet, 2 obua, 2 flüt, 1 tuba, 1 fikola flüt, 1 piyano, 1 bateri, 1 triyangil,1 islifon, 1 kampana, 1 davul, 1 gonk, 1 arp, 1 zil, 1 çeleste. Orkestra Türk müziğinde yeni kabul edilmeye çalışılan bir olgudur. Elbette ülkemizde bu konuda çalışmalar yapılmaktadır.

Ancak; bir Türk müziği orkestrasında hâlâ kaç çalgının olacağına, çalgıların oturtumuna karar verilememiştir. Bir orkestra içinde, bir “Türk müziği çalgısını” veya bir “Türk müziği grubunu” solist olarak koymak ve onlara parti yazmak şeklinde denemeler olmuştur. Türk müziğinde acilen “orkestra düzenine” geçilmeli, çalışmalar ona göre planlanmalıdır. Ülkemizin acil “çalgı ve ses virtüözlerine” ihtiyacı vardır. Bunun planlaması yapılmalıdır.

Koro: Batı’da ses gruplarının blok hâlinde yer aldığı, partileri ona göre yazılmış, ortak payda da buluşan “sesler topluluğudur” ve “şef” tarafından yönetilir. Koroya çalgı grupları da eşlik eder, (etmez ise a capella koro adını alır.) onların da partileri yazılmıştır. Türk müziğinde ise, bırakın ayrı sesleri, sesler karma olarak yer almakta, tek bir ezgi, çok kişi tarafından seslendirilmekte, çalgılarda aynı ezgiyi çalmakta ve yönetene de şef denilmektedir. Bu konuda bile yanlışlar  devam etmektedir. Devlete bağlı çalışan Türk müziği grupları, koro değil, “topluluktur.”, idare eden de şef değil, “yöneten”dir. Genel kabul gören, dünyanın kabul ettiği terimleri, kendimize uyarlar gözüküp komik olmaktan acilen vaz geçilmelidir. Devlet topluluğu bu yanlışı devam ettirince, binlerce dernek ve vakıf topluluklarına sirayet etmektedir. Kültürde yanlışın düzeltilmesi uzun yıllar almaktadır. “Türk müziğinde nota yazım sistemi genellikle her makamın nazariyat sistemindeki anlatıldığı yerden yazılır. Örneğin Uşşak (La) Rast (Sol) Nihavent (Sol) Hicaz (La) vb. Eğer bir eser transpoze yapılmak istenirse dünyanın kabul ettiği sistemde notanın yazılım olarak transpoze yapılması lazımdır. Diyelim ki zirgüleli hicaz bir parça okuyoruz. Parça Türk müziğinde “la” üzeri yazılır. Müzisyenler bunu kolaylıkla okur. Ama aynı parçayı “mi” üzerine yazın okumakta zorlanırlar çünkü nazariyat sistemini anlatımından kaynaklanan makamın yeri tabiri onları bu tembelliğe itmiştir. Hemen “mi” üzeri yazdığınız notanın üzerine Suzidil yazın onu kolaylıkla çalacaklardır. İşte bu da gösteriyor ki dünya ile entegre olmak için bazı tutucu bağnaz taraflarımızı atıp yeni bir reform’a gitmeliyiz.? Biz;  bütün dünyanın diyapazonun saniyede 440 defa titreşiminden doğan sese “la” dediği yerde,  bolahenk ney’in akort sistemini kabul ettiğimiz için “re” diyoruz. İlk etapta bu konuyu enine boyuna tartışıp dünya ile entegre olmalıyız. Daha sonra transpozisyon sistemini değiştirmeliyiz.”.

SONUÇ: Eğer bir konu eğitimde yerini almış ise; kaynak kitaplarının, kütüphanesinin ve arşivinin sağlıklı olarak hazırlanması önem kazanmaktadır. Bugün için Türk müziğinde, eserlerde notaların doğru yazımı olarak TRT kabul edilmektedir. Ancak; eserler incelendiğinde yanlışlar ortaya çıkmakta, bu da yanlışların yaygınlaşmasına sebep olmaktadır. Aslında, TRT bir eğitim kurumu değil, yayın kuruluşudur. Müzik kurumlarının programlar hazırlayıp TRT’ye destek olmaları gerekmektedir. TRT yıllarca önemli bir boşluğu doldurmuş ve üzerine vazife olmayan işleri dahi doğruya yakın bir şekilde yerine getirmiştir. Ancak, biz şu kadar yıllık kuruluşuz deyip, üretimde bulunmamak tembellik olsa gerekir.

Birçok kişi kendi yaptığı besteleri ve derlemeleri; kurumlara vermemekte, kendi adına yayınlamakta ya da Mesam gibi telif hakları ile uğraşan kuruluşlara vermektedir. Bu alanda yapılan bestelerin ve derlemelerin sağlıklı olması için bilgi birikimi-alanda uzmanlık ve özellikle derlemeler için bir profesyonel ekip kurulması gerekmektedir. Ülkemizde Cumhuriyet’in kurulması ile başlayan derleme faaliyetleri, son 30 yıldır kişisel çalışmalara dönüşmüştür. Elbette eserlerin çok iyi bir şekilde yıllar sonra doğru olarak icra edilmesi için arşivleme önem kazanmaktadır. Yine; eserler üzerinde yapılacak çalışmalar içinde-özellikle eğitim müziğinde kullanılan (özellikle halk ezgileri, halk türküleri) ezgiler için bu önemlidir. Ancak; yapılan incelemelerde, bestelerin ve derlemelerin; notalanmasında, genel müzik kurallarına uyulmadığı, evrensel müzik işaretlerinin kullanılmadığı, eksik işaretlemeler yapıldığı, prozodi ve usul hataları yapıldığı görülmektedir. 

Kurumlar arası çalışmalar yapılarak, notalar evrensel kurallar gözetilerek tekrar ve acilen yazılmalıdır. Bunun içinde yetişmiş insan potansiyelimiz ve kurumlarımız vardır. Her alanda, sorumluluk sahibi, kişilikli ve yetenekli gençler yetiştirmek için emek vermeli, zaman ayırmalı, bu iş için kafa yormalı ve ciddi projeler üretmeliyiz. Yeter ki “üretmek” istensin. Önderimiz Atatürk’ün, iyi bilinen aşağıdaki sözlerini lütfen gerektiği gibi algılayalım; “...Arkadaşlar! Güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk Musıkisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musıkide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeye yeltenilen musıki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musıki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu güzeyde Türk Ulusal Musıkisi yükselebilir, Evrensel Musıkide yerini alabilir... Kültür Bakanlığı’nın buna değerince özen vermesini, kanunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim...”

10-15.09.2007 ANKARA / TÜRKİYE) (Bildiri adı: KORUNMA, YAŞATMA VE NOTALAMA KAPSAMINDA; GELENEKLİ MÜZİKTE (BESTELERDE VE DERLEMELERDE) YAPILAN HATALAR VE ARŞİVLEMENİN ÖNEMİ )


YAZIKLAR OLSUN…

“17/25 Aralık Yolsuzluk Operasyonlarının ardından, Adalet Bakanlığı, son yıllarda yapılan adil ve idari hakimlik sınavlarını mercek altına almıştı. Bakanlık müfettişleri, sınav kitapçıkları üzerinde yaptıkları incelemede, 22 Aralık 2013 tarihinde yapılan ve 200 adayın idari hakim olarak atandığı sınavda kopya çekildiğini tespit etti. Dosyada görevlendirilen bilirkişiler, özellikle matematik sorularının sınavdan önce bazı adaylara ulaştığını belirledi.

Bilirkişilerin raporu üzerine bakanlık müfettişleri, sınavdan önce soruları aldığı iddia edilen ve cemaatle bağlantılı olduğu öne sürülen 49 aday hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu Savcısı Derda Gökmen, sınavla ilgili soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında, şüphelilerin banka hesap hareketlerinin incelenmesi için MASAK'a yazı yazıldı. Şüphelilerin birbiriyle irtibatlarının belirlenmesi için telefon kayıtları da incelemeye alındı. Şüpheliler arasında bir Yargıtay üyesinin gelini olduğu da öne sürülüyor. Savcı Gökmen dosyada, gizlilik kararı aldı. 2012 yılındaki avukatlıktan hakimliğe geçiş sınavında kopya iddiaları üzerine başlatılan soruşturmada HSYK, kopya çektiği belirlenen 36 hakim adayının mesleğe kabul kararını kaldırmıştı.” (M.H.Benli/27.02.2016)

Ülke delik deşik olmuş, ama kazananlar onlar olmuş…Etik/dürüst olanlar hep kaybetmiş. O kadar,yazıldı/çizildi, ama; ÜDS usulsüzlükleri konusunda  hiçbir çalışma gözükmüyor. Hayret ki hayret!..

MESAM 30 Yaşında!


             “2016 yılı içinde 30. yaşını kutlayacak olan MESAM, 8.300 üyesiyle ülkemizde bulunan en büyük müzik meslek birliği olmasının yanında,  alanında profesyonelleşmiş personeliyle de en köklü meslek   birliği olma özelliğini de elinde tutuyor. Müzik eserlerinin sahipleri, üyesi oldukları meslek birlikleri MESAM aracılığıyla fikri mülkiyet haklarını koruma altına alıyor. MESAM, üyelerinin manevi ve mali haklarını 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında yurtiçi ve yurt dışı meslek birlikleriyle yaptığı anlaşmalarla dünya çapında koruyor.

            MESAM'ın 19 Mart’ta yapılacak 14.Genel Kurulu öncesi,  Orhan GENCEBAY ve Arif SAĞ birlikte mücadele vurgusu yaptı. Arif SAĞ, “Öncelikle telifle ilgili tüm sorunlarımızı kendimizin çözmesi gerekiyor. Ben uzun zamandır MESAM’ı yekvücut olarak görmek istiyorum ve diyorum ki MESAM’ın içerisindeki bu büyük gücü omuz omuza vererek herkese gösterelim. Burada oluşturduğumuz güç birliği ile MESAM’ı daha da ileriye taşıyacağımızı düşünüyoruz." sözleriyle birlikteliğin önemine dikkat çekti.

            Orhan Gencebay ise MESAM'ın tüm eser sahiplerinin geleceği olduğunu ifade ettiği konuşmasında "Aldığımız haklar, şuan sektörümüzü yaşatamıyor, yaşatması mümkün değil. Sektörün içindeki bütün duyarlı insanların ve yöneticilerin sektörün nerede olduğunu görmesi lazım. MESAM bu kurumların içinde adeta bir okuldur, çünkü ilk kurulan kurumdur. MESAM sanatçının geleceğidir.” sözleriyle MESAM'ın varlığının önemine vurgu yaptı. MESAM'da 2010 yılından bugüne Başkanlık görevini yürüten Arif SAĞ, ekibiyle birlikte, uyum içinde çalışarak sadece son iki yıllık dönemde kurumu 5 milyon liranın üzerinde bir gelir fazlası ile yönettiklerini ifade etti.” (/Haberler/mesamda-guc-birligi) Hayırlı genel kurullar diliyoruz


İSTANBUL’LU NE YAPIYOR?..

Candaş Tolga Işık’ın yazısına göre; “….Çok değil birkaç sene önce yapılan araştırmaya göre 12 milyonluk şehirde tiyatro da dahil sanatsal aktivitelere gidenlerin sayısı sadece 600 bin kişi. Bir başka deyişle, İstanbul’da yaşayan her 100 kişiden sadece 5’i sanatsal aktivitelere ilgi duyuyor, katılıyor. Bu 600 bin kişinin demografik kırılımı ise içler acısı. İstanbul’da yaşayıp sanatsal aktivitelere gidenlerin neredeyse tamamı ya 25 yaşından küçükler ya da 40 yaşından büyükler...

Bu da şu demek: 25-40 yaş arası İstanbullular sanatsal aktivitelere neredeyse hiç ilgi duymuyor. Araştırmada enteresan bir de detay daha var: Yaşam gailesi, ekonomik sıkıntılar gibi gerekçelerle şehirdeki sanatsal aktivitelere katılmayan 25-40 yaş arası İstanbulluların bir istisnası var! Nedir o? Komedi içerikli filmler ve oyunlar. Anlayacağınız İstanbulluların sanat ne içindir sorusuna verdikleri yanıt net: Sanat gülmek içindir!”

NİYE DEĞİŞTİK!...

“Çocuklarını daha fazla şefkat ve alâka içinde yaşatan bir memleket de bilmiyorum. Sokaklarda çocuğunu omzuna, kucağına alarak yürüyen, onu fazla yürütmekten, yormaktan sakınan çok baba görülür. Ama büyüyen çocuk, babasına büyük saygı gösterir. Emretmedikçe oturmaz. Yalnız‘Baba’ şeklinde değil, babasının unvanı neyse ‘Efendi Baba’, ‘Ağa Baba’, ‘Bey Baba’, ‘Paşa Baba’ diye hitab eder. Küçük kardeş, büyüğüne saygı gösterir. Büyük kardeş asla ismiyle çağırılamaz, ‘Abla’ veya ‘Ağabey’ denir ki, bizim dilimizde bu kelimeler meçhuldür.” (La Türkiye Actuelle,Türkiye Günlüğü, F.H.A. Ubucini/1855)

GÜNÜN SÖZÜ

"Birçok insan, bizim gibi şov yapan radyocuların eğlendirmek dışında bir vasfı olmadığını düşünür. Ben aksini düşünüyorum. Aramızda genç ya da bizim yaşımızda arkadaşlar var. Hiç fark etmez. Dinleyicilerimiz bizden bir şeyler öğreniyor. Gerçekten çok iyi radyocular var Türkiye'de. Çok inanıyorum ve kalpten söylüyorum bunu. Bugün ödül alacak bütün radyocular, inanılmaz başarılı arkadaşlarım. Herkese bugünlerde ihtiyacımız olan tek bir şeyi öğretmeye çalışalım. Kaybettiğimiz bir şey bu aralar. Merhametimizi kaybettik. Merhametimizi hatırlatalım. Çok ihtiyacımız var."(Mehmet Akatay,11.02.2016)