BIST 9.645
DOLAR 32,59
EURO 34,81
ALTIN 2.413,24

Taraf Gazetesi bu haberi İngiltere'de yayınlasa ne olurdu?

Bu belgelerin yayınlanması, yarın gerçekten ülkenin geleceğini ve güvenliğini tehdit edecek belgelerin yayınlanmasının da yolunu açıyor.

Herşey, bir polis memurunun Londra’nın Tottenham bölgesinde yaşayan Mark Duggan adındaki siyah bir genci sokakta vurarak öldürmesiyle başladı.

Bu olayı protesto etmek için bölgede toplanan yaklaşık 500 kişilik bir gruba, emniyet güçlerinin orantısız kuvvet ve fiziksel şiddet uygulayarak müdahale etmesi, ülkede eşi benzeri görülmemiş bir ayaklanmanın önünü açtı.

500 kişiyle başlayan protestolar bir anda ülke geneline yayılan bir harekete dönüştü. Kundaklama ve yağmalamalar ülkenin en önemli iki kentine, yani Liverpool ve Manchester'e sıçrayınca ülkenin başbakanı David Cameron çıkıp şu tarihi konuşmayı yapacaktı:

"Çapulcular. Yaptıklarınızın karşılığında kanunun tüm gücünü hissedeceksiniz. Eğer suç işleyecek yaştaysanız, aynı zamanda cezasını da çekecek yaştasınız demektir."

Bu sözlerden sonra ne oldu dersiniz?

Sokaklarda eylem yapanların yüzde 95'i "Biz çapulcu değiliz" diyerek evlerine çekildi.  David Cameron böyle bir genelleme yaptığı için yalnızca, "Kınıyoruz" yorumlarına maruz kaldı.

Olaylardan sonra yapılan sorgulamalarda tam 3 bin kişi tutuklandı, 1000 kişiye çok ağır cezalar verildi. Kimse çıkıp da İngiltere'nin Başbakanı'na, "Diktatör" demeyi aklından geçirmedi.

Peki bizim ülkemizde olaylar nasıl cereyan etti?

Bir avuç insan Gezi Parkı'ndaki ağaçları korumak için gayet masumane bir eylem yaparken şiddetli bir müdahaleye maruz kalınca olaylar alev aldı ve ülke geneline yayıldı.

Masum başlayan eylemin içinde PKK, DHKP-C, TİKKO, TKPML, TGB gibi illegal örgütler karıştı. Arabalar yakıldı, işyerleri ve evler yağmalandı. Kapılarını açmayan işyerleri adeta harabeye döndürüldü.

Erdoğan çıkıp, "Çapulcular" dediğinde banka müdürleri, AK Parti iktidarı döneminde iyiden iyiye palazlanan işadamları bile "Ben de çapulcuyum" ilanı verdi.

Erdoğan, "Orada üç-beş ayyaş orada pinekliyordu" dedi, bir anda eylemciler "Ayyaşım da ayyaşım" diyerek naralar atmaya başladı.

Erdoğan "Teröristler" dedi, bu bile gururlarına, onurlarına dokunmadı. Bayrak yakanlarla, devletin arabasını yakanlarla tek vücut olurcasına kenetlendiler. Öcalan'ın posterini ve PKK bayrağını Taksim'in orta yerinde dalgalandırmaya başladılar. Yetmedi, o teröristlerle beraber devletin polisini kovalayacak kadar alçaklaştılar.

"Çapulcular" dedi diye kimse Başbakanlığı, Meclis'i işgal etmeye kalkmadı İngiltere'de.  Kimse Cameron'un bulunduğu ofisi basıp onu ölü ya da diri ele geçirmeye çalışmadı.

Bizdeki çapulcular ise bu ünvanı sonuna kadar haketmek için ellerinden geleni ardına koymadı. Özel harekat timleri denizden gelen botlarla müdahale etmese, Kaddafi yakalanırken başına gelenleri nasıl izlediysek, Erdoğan'ı benzer bir şekilde izleyecektik.

Bir başka örnek...

Eylemcilere "çapulcular" diyen David Cameron, ülkedeki medyanın tamamı tarafından desteklendi. Bütün gazeteler, "Çeteler ülkeyi yağmalıyor, polis daha sert önlemler almalı" diye yayınlar yaptı.

Bizdeki bir kısım medya ise bu haysiyetsizce harekete "Haysiyet mücadelesi" adını verdi. "Polis orantısız güç kullanıyor" dedi, ayaklanmanın devam etmesi için taraftar grupları ve lise öğrencilerinin bile eylem yapması için çağrıda bulundu.

Adeta darbe çağrıları yapıldı.

İngiltere Parlementosu bu şehir barbarlığının sona ermesi için Cameron'a tam destek verirken, bizdeki siyasiler dolmuş şoförü havasında Taksim'e eşkiya taşıma görevi üstlendi. İngilterede sanatçılar tek yumruk halinde sokaktakileri lanetlerken, bizdekiler bilgisayar başında oturup provokatörlüğün resitalini sundu.

Olmadı!

Tutmadı.

Taksim'i Tahrir'e çeviremeyince, 48 saat direnmelerine rağmen hükümeti düşüremeyince, istifaya çağırdıkları Erdoğan geri adım atmayınca büyük bir gazla çıktıkları evlerine tıpış tıpış dönmek zorunda kaldılar.

Bütün bunları şunun için anlattım.

Ülkedeki ayaklanmalar İngiltere'de suç ve suçlu ile mücadele anlamında bir milat olarak kabul edildi. Bizdeki ayaklanma ise bambaşka bir ilkelliğin, bambaşka bir eşkiyalığın önünü açtı.

Türkiye artık suçun aleni işlendiği, suçu işleyenin göğsünü gere gere gezdiği bir ülke haline geldi. Artık suç işlendiğinde değil, suçluya müdahale edildiğinde bağıranların sesini daha çok işitiyoruz.

Şimdi yazacağım şu satırları lütfen dikkatlice okuyun.

"Yayınlanan belgeler ülke güvenliğini tehdit ediyor. Bu belgeleri elde edenler de, gazetelerinde yayınlayanlar da vatana ihanet ediyor. Bu belgeyi yayınlayan gazete, teröristlerin eline çok iyi bir hediye sunmaktan başka birşey yapmadı..."

Hevesinizi kursağınızda bırakmak istemem ama bu sözlerin sahibi Başbakan Erdoğan değil.

İngiltere Başbakanı David Cameron söylüyor bunları. Edward Snowden adlı Amerikalı genç bilgisayarcının çalıştığı yerdeki ‘gizli’ belgeleri yayınlayan The Guardian gazetesine tepkisini dile getiriyor.

Taha Kıvanç bugünkü yazısında dile getirmiş. Aynı konuşmada Cameron, yasal işlem başlatabileceğini belirterek, "Bunu yapmadan önce bu gazetenin sosyal sorumluluğunu yerine getirmesini bekliyorum" demiş.

Şuraya getireceğim konuyu...

Taraf Gazetesi kaç gündür MGK'da görüşülen gizli ibareli ve yayınlanması suç olan belgeleri çarşaf çarşaf yayınlıyor. Bunları yayınlamak suçtur diye ihtar verildikçe bir başka belge yayınlanıyor.

Savunma çok ilginç:

"Biz daha önce de darbe planlarını yayınladık. O zaman niye tepki vermediniz?"

MGK'da alınan gizli kararlarla, darbecilerin kışlada zeminini oluşturduğu darbe planlarını aynı kefeye koymak aynı şeyse, yorum yapmaya dahi gerek yok.

Sakın yanlış anlaşılmasın.

Ne yapılan fişlemeleri savunuyorum, ne de alınan kararları. Herkes kadar ben de bu durumun karşısındayım. 60 yıldır inançlı kesimi rejime düşman olarak gören, 30 yıldır pek çok iç ve dış terör örgütüyle savaşan bir ülkenin kendince önlemler alması birilerine ne kadar normal görünse de, vicdanları yaralıyor burası bir gerçek.

Mehmet Baransu da benim gerek kişiliğine, gerekse gazeteciliğine büyük saygı duyduğum bir isim. Türkiye'de herkese nasip olmayacak bir iş yapıyor. O'nun belgeleri elde etmesi gazetecilik görevidir ama o belgeleri kanuni ölçülerde yayınlayıp yayınlamamak, gazetenin görevidir. Gazeteler, işlenen bir suçu suç işleyerek duyuramaz.

Hukümetin aldığı kararları yorumla, analizle ve "Böyle kararlar aldınız mı?" diyerek açıklamaya zorlayarak yazmak ayrıdır, gizli ibareli bir belgeyi madde madde, satır satır ve tek tek isimler vererek deşifre etmek ayrıdır.

Dünyanın gelişmiş hangi ülkesine giderseniz gidin bunun adı suçtur ve bir karşılığı vardır.

Demek istediğim şey şu.

Bu belgeleri yayınlayanlar, ülkenin geleceğini ve güvenliğini tehdit edecek belgelerin yayınlanmasının da yolunu açıyor. Yarın bir başka gazetenin, herhangi bir törör örgütüyle veyahut illegal grupla ilgili alınan gizli kararları çarşaf çarşaf yayınlamasının oluşturacağı güvenlik tehdidine zemin hazırlanıyor.

Yine Taha Kıvanç'ın söylediğine göre bu ve benzeri belgeleri (Çoğu gizli ibareli bile değil) yayınladıkları için medeniyetin beşiği İngiltere'de 100 gazeteci yargılanıyor.

O zaman herşeyden önce şu soruya cevap vermemiz gerekiyor.

David Cameron söyleyince iyi de, Erdoğan söyleyince neden bir anda diktatör oluyor?

twitter.com/slymnoz

facebook.com/slymnoz