BIST 9.530
DOLAR 32,49
EURO 34,82
ALTIN 2.470,96

Sultan ve Reis-i Cumhur!

Bu büyük milletin ferdi olarak Türkiye’nin çevresinde yaşanan gelişmelere karşı sessiz kalmasını, diplomatik olarak bile müdahaleci olmaması gerektiğini söyleyenlerin ‘hangi vicdan?’ sorusu ile kimlere hizmet ettiğini kara, kara düşünüyorum!

Bu  büyük milletin ferdi olarak Türkiye’nin çevresinde  yaşanan gelişmelere karşı sessiz kalmasını, diplomatik olarak bile müdahaleci olmaması gerektiğini söyleyenlerin  ‘hangi vicdan?’ sorusu ile  kimlere hizmet ettiğini  kara, kara düşünüyorum!

Sormak istiyorum.

Güçlü bir devlet:

Dünyanın neresinde olursa olsun soydaşlarına sırtını dönebilir mi?

Haklarının, hukuklarının gasp edilmesini seyredebilir mi?                                        

Şiddete, teröre,  insan hakları ihlaline uğramaları karşısında sessiz kalabilir mi?            

Bırakın  sadece soydaşlarını  bütün mazlumların sesi olmaktan geri durabilir mi?

Hele, hele bu ülke tarihi derinlikleri ile dünyaya kök salmış  bir ülke ise  yaşanan eziyetlere seyirci kalabilir mi?

Bu devletin bu  milletin  tarihinin kendisine önemli sorumluluklar yüklediği gerçeğini kim yadsıyabilir?

Gazze’de Müslümanlara, Çin'de Doğu Türkistanlı Uygur Türklerine; Irak'ta, Suriye’de Türkmenlere dünyanın gözü önünde yapılan katliamlar karşısında sessiz kalan bir Türkiye’nin kendi tarihine ihanet  etmez mi?

Güçlü devlet olmak nedir ?

O nedenle  Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkemizin  çevresinde olup bitenler karşısında  sessiz kalmaması, mazlumların  gür sesi olması, dünyanın her bir köşesindeki  soydaşlarına sahip çıkmaya çalışması bu  milletin, bu devletin reis-i cumhuru olarak boynunun borcu  değil mi?

Bu büyük milletin tarihinin bütün köklerinin buluştuğu  milli ve manevi ortak nokta  bu  tarihi sorumluğu bu ülkeyi yönetenlere  vermiyor mu?

Bakın size  bu noktada tarihten bir liderlik portresi..

Okuduğum Sultan Abdülaziz'in Doğu Türkistan'a yapılan savaş yardımının   anlamlı hikayesi çok şey anlatır bu mesele üzerinde bize..

Ders gibidir..
Çünkü çile o günlerden beri çekiliyor!..
Değişen dünya düzeninde değişmeyen bir şey varsa  ne yazık ki o mazlumların haklı olanlar değil  güçlü olanlar tarafından ezilmesidir!..
Sultan Abdülaziz ‘in Doğu Türkistan   olayı bugün ülkeyi yönetenlerin çevresinde olan bitenlere karşı kayıtsız kalmamasının ne kadar doğru olduğunu gösteriyor..

Sultan Abdülaziz ne yapmıştı..
***
‘Yıl 1873.

Doğu Türkistan’dan gelen Yakup Han’ın elçisi, namesini Sultan’a sundu ve Çin zulmü altındaki halkının içler acısı durumunu anlatarak Padişah’ın engin kanatları altına sığınma dileğini dile getirdi.
Elçi tarafından örneklerle sunulan Doğu Türkistan halkının vahim durumu, Abdülaziz’in ince ruhunda derin akislerle yankılandı.

Her ne kadar sıkıntılar içinde de olsa, dünyada nerede bir mazlum varsa Osmanlı’nın eli oradaydı.

Osmanlı’nın, Afrika’daki Batı sömürgelerine uzanan yardım eli, kendi dindaşlarına uzanmazsa olur muydu hiç?
Yakup Han’ın elçisi, ülkesine donanımlı bir Osmanlı gemisi ve donanımlı bir savaş timiyle İstanbul’dan mutlu bir şekilde ayrıldı. Hindistan’ın Bombay şehrine varan gemi, yükünü burada boşalttı. Heyet, uzun bir kara yolculuğundan sonra Kaşgar’a vardı. Türk heyetinin şehre varmasıyla şehirde bir anda bayram havası esmeye başlamıştı.

Yakup Han, Osmanlı heyetini yüz pare top atışıyla selamlarken, halk da Osmanlı heyetini gözyaşları arasında karşıladı.
Kafilenin başında bulunan Yüzbaşı Ali Kâzım; etrafındaki dağlarda kimi yeşil, kimi sarı, hatta kimi kırmızı yeşim taşları bulunan bu gizemli Kaşgar şehrini tanımaya koyuldu. Burası herhangi bir Anadolu şehrinden farklı değildi. Hatta daha gizemli, daha sihirli, üstü açılmamış bir hazine gibi duruyordu.
Doğu Türkistan’a gönderilen Türk bayrağı geciktirilmeden Kaşgar semalarında dalgalanmaya, Kaşgar camilerindeki hutbeler Osmanlı Padişah’ı adına okunmaya başlandı.
Yüzbaşı Ali Kâzım, Kaşgar’da kısa zamanda bir topçu taburu kurdu. 
Kendi kurduğu birliğe de
Nizam-ı Cedid adını verdi.
Ancak bu durum, Çinlilerin hoşuna gitmemişti.
O günkü Çin ordusu bütün donanımıyla ve ezici çoğunluğuyla Doğu Türkistan’a saldırdı. Çinlilerle giriştikleri bağımsızlık mücadelesi sonucunda Osmanlı timi Çinlilere esir düştü. Uzak bir şehre götürüldüler. Yüzbaşı Ali Kâzım ve arkadaşları zindana atılıp zincire vuruldular. Günlerce işkence gördüler. Sırtlarında kamçı yarası olmayan bir deri parçası kalmamıştı. Tırnaklarına demirden iğneler sapladılar. Bu işkence faslı, tam otuz üç gün sürdü.
Nihayet başta Yüzbaşı Ali Kâzım olmak üzere hepsinin idamına karar verildi.
Elleri ve ayakları zincirlenmiş olan Yüzbaşı Ali Kâzım, omuzlarına gömülen başını kaldırdı. Sırtını duvardan ayırdığında derisinin bir kısmının duvara yapışıp kaldığını hissetmedi bile. Dua makamına varacağı için kendisini toparlamaya çalışıyordu. Rabbi Rahimine duada bulunmaya başladı:
Rabbim dedi, Rabbim. Sen biliyorsun ki buraya gelişimizde senin rızandan başka bir beklenti içinde değildik. Zalimin zulmünü durdurup, mazlumun gözyaşını dindirip senin rızana kavuşmaktı niyetimiz. Senin bizim için göreceğin her duruma rızamız vardır. Yeter ki hakkımızda hayırlısı olsun. Şimdi senin merhametine her zamankinden muhtacız.’
Başı öne düşüverdi. Daha fazla takati kalmamıştı.
O sabah görevine yeni atanan Vali, idamlık mahkûmları görmek için hapishanedeydi. Şehrin Valisi aslen doğu Türkistanlıydı. Ancak çocukluğundan bu yana Çinliler tarafından eğitilmişti.
Esirlerin idam edilişlerine Vali de eşlik edecekti. İnfaz öncesi esirlere son istekleri soruldu. Ali Kâzım kendisi ve arkadaşları için iki rekât namaz kılma isteğini belirtti. Namaz kılma istekleri kabul edilen askerler abdestliydiler. Ali Kâzım öne geçip imamlık yaptı. Diğer mahkûmlar onun arkasında saf tuttular.
Vali, mahkûmların yaptığı hareketleri dikkatle inceliyordu.
Mahkûmların namazı bittiğinde Vali, Ali Kâzım Bey’in yanına geldi. Gözleri yaşarmıştı. İkisinin duyacağı bir sesle ve aklında kalan Türkçesiyle:

Mazlumlara sırdaş, gariplere yoldaş olmak bu olsa gerek..

'Bu işlediğiniz neçedir?' diye sordu...
Ali Kazım Bey; 'Biz Müslümanların ibadetidir' diye cevap verince
Vali'nin 'Babam da böyle yapardı' sözleri, bir anda Ali Kazım Bey ve arkadaşlarını şaşırttı.
İdam, Vali tarafından ertelenmişti.
Çünkü Vali’nin içindeki Doğu Türkistan ruhu, yıllar sonra dirilmişti..
Bir zaman sonra Ali Kâzım ve arkadaşları, İstanbul yollarındaydılar…..
***
Çok ama çok anlamlı değil mi?

Bugün ‘Rusya’nın ne işi var  Ortadoğu’da’ diyemeyen ama ‘Türkiye’nin ne işi var Ortadoğu’da’ diyenlere ithaf olunacak bir duruş Sultan Abdülaziz!

O nedenle kim ne derse desin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Reis i Cumhuru olarak  Recep Tayyip Erdoğan’ın hem Başbakanlığı hem de Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde tarihine, soydaşlarına sırtını dönmemesi, mazlumların  gür sesi, kimsesizlerin kimsesi olmaya çalışması,  bütün riskleri alarak  savaştan kaçan Suriye halkını ülke olarak bağrına basıp kucaklaması  bir büyük sorumluluktur.

Bu duruşun siyaseti, seni-beni  yoktur..

Güçlü devlet duruşudur.

Tarih  bugünleri de yazacaktır.

Sultan Abdülaziz örneği çok şey anlattığı gibi Türkiye’nin soydaşlarına, mazlumların ezilmesine  kayıtsız  kalmaması gerektiği elinden  ne geliyorsa diplomatik olarak ortaya koyması bir görevdir..

Çin'in zulmündeki Doğu Türkistanlılar..

Irak'taki Türkmenler..

Gazze’deki Müslümanlar..

Esad rejimi  zulmünden kaçıp  ülkemize sığınan  Suriyeliler..

Rusya ve  Esed ortaklığı ile Suriye’de bombalanan Türkmenler..

Hepsinin  umudu Türkiye’dir..

Türkiye’nin bugün Suriye’deki  Türkmenlerinin kendi topraklarında   ezilmesine, katledilmesine karşı ses çıkarması, adını ne koyarsanız koyun onlara yardım etmesi tarihinin kendisine verdiği  sorumluluktur..

Anlamlı bir söz vardır..

Der ki  ‘Zulme, ancak paslı vicdanlar razı olur’

Bütün medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu toprakların hiçbir zaman vicdanı paslı olmamıştır..

O nedenle derim ki:

Bu vatanın Reis-i Cumhuru  Recep Tayyip Erdoğan’ın  vicdanlı dik duruşu, soydaşlarına sahip çıkışı, Ortadoğu’daki mazlumlara yönelik yaşanan katliamlar karşısında  bütün dünyaya karşı  her defasında yükselen sesi sadece kendi adına değil Türkiye  Cumhuriyeti Devleti adına gurur vericidir...

Ezilenlerin gür sesi ,

Suskun dünyanın hür sesi,

Mazlumlara sırdaş, gariplere yoldaş olmak bu olsa gerek..

Sultan Abdülaziz’ den Reis-i Cumhur  Erdoğan’a!..