BIST 9.717
DOLAR 32,54
EURO 34,92
ALTIN 2.439,65

Siyasetçiler ve köşe yazarlarının katıl(ma)dığımız söylemleri….

Fark edilmek için, fark yaratmak lazım…

Siyasetçiler ve köşe yazarları zannediyorlar ki, ülkede herkes siyasetle oturup, siyasetle kalkıyor…Oysa hiç ilgisi yok… İnsanlar;  ailelerinin sorunları ile, torunları ile, geçim derdi ile uğraşıyor ve fırsat buldukça etkinliklere katılıyor. Oysa; siyasiler ve köşe yazarlarına çağrı yapıyoruz, biraz siyasetten sıyrılın, kendinizi kültür ve sanatla dinlendirin diyoruz, mümkün olmuyor, gelmiyorlar ve kısır bir döngü içinde kalıyorlar…

Dolayısı ile farklı yayınları/romanları da okumuyorlar, tiyatroya  gitmiyorlar, sanatçılarla birlikte olmuyorlar. Sabah-akşam aynı kişilerle/aynı düşünceyi paylaşıp, dönüp duruyorlar. Sonra da; “yazılarımız az tıklanıyor, yazdığımız gazeteler okunmuyor, yaptığımız programlar izlenmiyor.” diyorlar. Farklı insanlarla buluşmanın, gerçekleri görmenin ve asıl anket yapmanın yeri etkinlikler!...Oysa, hata kendilerinde, değişmek/gelişmek  istemiyorlar!.... “En iyi ben bilirim” tavırlarıyla –üstelik birkaç programa- ekrana çıkanlar; o kadar heyecanlı, saldırgan, öfkeliler ki!...

Son aylarda, çok hareketli günlerden geçildiği halde gazete tirajları artmıyor, azalıyor…TV tartışma programları izlenmiyor…Neden acaba?!... YSK, 11 Eylül itibarıyla seçmen sayılarını; yurt içinde 54 milyon 75 bin 851, yurt dışında 2 milyon 895 bin 885 olarak açıklamıştı… 55 milyon desek ve 4 kişilik bir aile olsa, o hane günlük bir gazete alsa  yaklaşık 14 milyon gazete satılması lazım….Oysa günlük satış rakamları 3 milyon civarında…Bunda bir tenakuz yok mu? Bu bir uyarı değil mi? Gazeteler neden okunmuyor? Neden tirajları eksiliyor?  TV programları  neden izlenmiyor?

Acaba;

Hepsi “birbirinin benzeri olduğu”  için,

“Aynı görüşleri paylaşıp, farklı yazılar/haberler üretemedikleri” için,

Halkın sorunlarını dile getiremedikleri” için,

Gerçek sanat-kültür-sanatçı haberleri yerine, popüler isimlerin; frikiklerini/aşklarını/boşanmalarını/ kaçamaklarını v.b. yazdıkları” için,

“Büyük aşk diye başlayıp, 5 ay sonra boşananları takip ettikleri ve yer verdikleri” için,

En ciddi basında bile “çıplaklığın, kadın vücudunun kullanılmasına imkan verdikleri”  için desek!…

Ne dersiniz?!...

KATILAMIYORUZ!....

“Uzun yıllar akademisyenlik yapmış biri olarak söylüyorum, Türkiye'de devlet memurlarının siyaset yapma yasağı anlamsızdır. İşçilerin ya da serbest çalışanların siyaset yapıp, devlet memurlarının yapamaması manasızdır. Mühim olan insanların kendi görüşlerini korkusuzca, karşı tarafa hakaret etmeden, ötekileştirmeden söyleyecek cesarete ve olgunluğa sahip olmasıdır. Sporcular, sanatçılar, üniversite hocaları ne söylemek isterse söylesin.” (Prof.Dr.Numan Kurtulmuş, Başbakan Yardımcısı /02.02.2017)

“Genelde Türkiye’nin geleceğini, üniversiteler özelinde yükseköğretim sistemini etkileyecek  bir referanduma ilişkin görüş açaıklamak rektörlerin doğal hakkıdır. ‘Hayır’ kampında yer alanların, görüş açıklayan rektörler suç işliyor gibi, onları  susturmaya çalışmaları kabul edilemez.” (Talip Küçükcan, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Grubu Başkanı AK Parti MV /01.02.2017)

AY: Rektörlerin/hakimlerin/sanatçıların/kaymakamların v.b. oy renklerini belli etmeleri konusunda hükümete yakın köşe yazarları da bölünmüş durumda. Dün akşam Kanal A’daki programda, konuşmacı C.Kazdağlı ve F.Damga;  “bu rektörler, oylarını belli ederek FETÖ’ye destek olmaktadırlar, görüş açıklayamazlar” derken, TGRT’de  F.Uğur ve C.Küçük; “hassas durumdayız, bu görevdekilerin oylarını açıklamaları yanlış olur” dediler. Son günlerde yoğun eleştiri alan Sn.Kurtulmuş’ta; “memura kadar siyaseti indirmek istiyor…. Gündemi bu tür yapma gündemler  meşgul etmemeli…Biz, bu tür üst görevdekilerin, oy renklerini belli etmemelerini, polemiklere konu edilmemelerini  doğru buluyoruz. Aman dikkat, ülkemizin “insan gerçeklerini”  göz ardı etmeyelim..

KATILAMIYORUZ!....

CHP MV’nin, 1 milyon 200 bin liralık “haberleşme faturasıyla” ilgili olarak CHP şöyle diyor: “Siz bizimkinin faturasını bırakın da, asıl Saray’ın elektrik faturasına bakın.” Ve  “Yetkiyi TBMM Başkanlığı vermiş, vermeseymiş!..Verenler suçlu!”

AY: Bana “her şey bedava, bu hakkım”  diye harcama yapılması doğru değil ve  harcamanın da “etik” olanı makbul. O nedenle, Nasreddin Hocanın; “hırsızın hiç mi suçu yok?”  fıkrasını hatırladık. Makam arabalarını kendi özel işlerinde kullanan çok amir görüyor/duyuyoruz…Ama, bir süre sonra onlar yok oluyorlar ve hiç de iyi anılmıyorlar… Bu güzel memleketi,  her alanda korumak görevimiz olmalıdır.

“1996 yılında Başbakan Çiller Kardak’da Yunan gemilerini batırın talimatı verdi. Dönemin korkak deniz komutanı bu emri yerine getirmedi. O gün siyasi talimat yerine getirilmediği için Ege’de Yunan şımarıklığı devam ediyor. Ama Yunan şunu bilmeli. Türkiye 96 Türkiye’si değil. Yunanistan’ı uyarıyorum: 1996’da bir korkak amiralin sayesinde kurtuldunuz. Bizimle Kardak oyunu oynamayın, sizi vururuz.(Hüseyin Kocabıyık, AK Parti İzmir Milletvekili,02.02.2017)

AY: Sn. Başbakan; komşularımızı/dostluklarımızı  artıracağız derken, Sn.Kocabıyık’ın söylemi de kabul edilebilir değil ve olmamış. Ayrıca, “ kullandığı dil” yetkili bir kişinin kullanacağı şekilde,  oysa o sadece bir MV.  Her uluslar arası sorun  –haklı bile olsak- siyasi diplomatik yollarla halledilmeli…

KATILAMIYORUZ!....

TBMM Anayasa Referandum kararının yayımının geciktirilmesi üzerine senaryolar yazılıyor; CHP sözcüleri; “ Saray, anketlerde “evet”lerin arttığını gördü, panik var” diyor, Antalya MV Deniz Baykal, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, “Bu referanduma gerek yok, işi bu noktada bırak” mesajları veriyor. Muhalifler ise; “TBMM Başkanlığı’nın Meclis kararını Cumhurbaşkanlığı’na göndermekte acele etmemesini, ayakların suya ermesi olarak yorumladıklarını belli ediyorlar.”

AY: Demek ki; muhalefettekiler hala -15 yılda- Sn.Erdoğan’ı tanımamışlar…Yeni değişiklikleri/sistemi kim istiyor?,  Sn. Erdoğan ve AK Parti, eeeeee. Tahminimize göre, sadece “takvimsel/taktiksel”  bir bekletme var…

KATILIYORUZ!....

 “Eğitim fakültelerinden mezun olan ama KPSS’de başarılı olamadığı için kamuya atanamamış ya da özel okullara atanamayanlar kendilerini “atanamayan öğretmen” olarak tanımlıyor. İş arayan üniversite mezunu mu bunlar, atanamayan öğretmenler mi? ‘Sen atanamazsın’ dediğimizde zihnen başka alternatiflere kendilerini kilitliyor. Fizik KPSS’de Türkiye birincisi olan biri o sene kamuda alım olmadığı için ‘Türkiye birincisi oldum atanamıyorum’ diyor. Kendi alanında birinci olan kişinin tek alternatifi kamuda memur olmak mı? 10 yıl sadece KPSS’ye giren arkadaşlarımız var. Zihnen arkadaşları ‘öğretmensin başka şey olamazsın’ diye şartlandırdığımız için kötülük yapıyoruz. Kavramsal olarak tanımları değiştirmeliyiz. Eğitim fakültesi mezunu herkes hem reel şartlardan ötürü, ihtiyaç azlığından öğretmen olamaz, hem de eğitim fakültesini bitiren herkesin yapı, altyapı, kişilik olarak öğretmenliğe müsait olmayacağı gerçeğini kabul etmeli.” 653 bin 899 lisans öğrencisinin öğretmen olmak umuduyla beklediğini, önceki mezunlarla 1 milyon civarında öğretmen adayı bulunuyor. Bu arkadaşlarımızın öğretmen olamazlarsa başka sektörlerde istihdamı için seçmeli derslerle transfer edilebilir beceriler edinmelerini düşünmemiz lazım. Felsefe okuyan herkes felsefe öğretmeni olamazsa dört yıllık lisans eğitim sonrası iş ihtiyacı varsa hangi sektörlerde çalışacağının simülasyonunun yapılması lazım’’ (Doç. Dr. Semih Aktekin, MEB Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürü/Basından/02.02.2017)

AY: Genel Müdürün söyledikleri basında farklı yer aldı, “öğretmenlere başka iş bulun” şeklinde köşelerde yer aldı. Oysa; “gelişen koşullara göre, öğretmenliğin yanında seçmeli derslerle yeni sektörlere yöneltebiliriz”  deniyor. Konservatuarı bitiren her öğrencinin, ses ve çalgı sanatçısı olmasının beklendiği gibi!....Oysa, müziği tamamlayan o kadar çok alan var ki, yeter  ki aramayı bilelim…

“CHP’nin  değişikliğini Anayasa Mahkemesi’ne götürerek halkın önüne gitmesini engellemek istiyor. Bu doğru bir şey değil. Türk halkının CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan, ’den, diğer partilerden daha akıllı, halk olanı biteni her zaman doğru okuyor ve yalanla aldatılma imkanı olmuyor.” (Bekir Bozdağ, Adalet Bakanı/ TN NET-01.02.2017)

AY: Sn. Bakan, halkı parti mensuplarından neden ayırmak istemiş anlaşılamadı. Sn.Bakanlar, o kadar çok demeç veriyor ki, arada yanlışlıklarda oluyor doğal olarak!...23 milyon seçmeni olan AK Parti’den akıllı olan hangi halk?!  Sn.Bakan, Sn. K.Kılıçdaroğlu’nun ismini verince, yalnız bırakmayıp ekleme yapmış, ama olmamış. Partileri oluşturanlar zaten Türk halkı değil mi!... Konu ile ilgili üç önemli sözü vermek istiyorum. Büyük Önder; “Türk milleti zekidir, çalışkandır!”, “Ben, sporcunun;  zeki, çevik ve ahlaklısını severim”, “Köylü, bu milletin efendisidir.” demiş…Tabii ki M.K. Atatürk gibi bir deha; bir ülkede yaşayan her kişinin zeki/akıllı olduğunu söylemek istememiştir. Demek istemiştir ki; Ey milletim!...Biz ihmaller ve yanlışlar yüzünden geri kaldık, bizim aklımızda/ zekamızda bir kusur yoktur, ama bilime/sanata ağırlık vermedik.  Batılı insanların bize göre  genetik bir üstünlüğü de yoktur. Sadece; ciddi, sistemli, planlı, projeli, üretici, bilim/sanatı önceleyen, kurallı yapılar/kurumlar oluşturmuşlar…Bir işe; iyi başlıyorlar ve zamanında bitiriyorlar. Bizlerde çalışırsak sorunlarımızı mutlaka çözebiliriz. Sporcu olmanın da kuralları vardır, sadece çevik olmak yetmez; zeki ve ahlaklı olmak gerekir. Köylümüz; bizin özenle üstünde duracağımız insanlardır, tarım onlara emanettir.  Ziraatın yaşaması, doğanın korunması ve ülkemizin gıda ihtiyaçlarını gidermesi için onlara çok  ihtiyacımız var. O nedenle, köylülerimizi; kıyafetler, konuşmaları, folklorik özellikleri ile aşağıda görmeyelim, onlara değer verip gelişmeleri için yol gösterelim...

KATILIYORUZ!....

“…..Devlet Personel Başkanlığı, üniversitelerde görev yapan idari personelin 657 sayılı Kanununa tabi olduğunu ve ilgili kanunda belirtilen şartların oluşması halinde yararlandırılmasının anayasada eşitlik ilkesi doğrultusunda kanuni bir hak olduğuna vurgu yapmıştır…..Görüşün devamında, üniversitelerde görev yapan idari personele başarı belgesi veya üstün başarı belgesi verilmesinde yetkinin Bakan, Vali veya Kaymakamlarda olduğunu, ödüllendirmede ise yetkinin Vali veya Bakan onayı ile yapılmasının, mümkün olduğu ifade edilmiştir…….Bilindiği üzere, 2547 sayılı Yüksek öğretim Kanunu ve ilgili diğer mevzuat uyarınca yüksek öğretim kurumlarında atama yetkili amirlik, ita amirliği, ve her personel üzerinde denetim ve gözetim yapma yetkisi Rektörlere aittir………Yukarıda bahsettiğimiz konu ile ilgili 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda düzenleme yapılması gerekmektedir. Üniversitelerde başarı belgesi verilmesi yetkisi Rektörlere getirilmeli ve üstün başarı belgesi sonucunda ödüllendirilmenin ise Yüksek öğretim Kurulu Başkanı onayı ile yapılmasının halihazırdaki uygulama açısından daha sağlıklı olacağını düşünüyoruz. (Yavuz Selim KAPLAN, )

 

AY: DPB’na konu ile ilgili bir üniversite sormuş ve yukarıdaki cevabı almış. Elbette üniversitenin her şeyinden sorumlu olan rektörün, bir başarı belgesini verememesi şık olmamış. Tıpkı, Konservatuar sanatçı öğretim elemanlarının teşvik ikramiyelerinin –hala- rektörün imzası ile ödenememesi ve 7 imzadan sonra 6 ay gecikmeyle verilmesi ve sanatçıların mağdur edilmesi gibi… Bunlar küçük gibi görünüyor ama, yetkilileri zor durumda bırakıyor. Hemen düzeltmek lazım, zor değil, yeter ki istensin!…

KATILIYORUZ!....

"Sosyal medyayı taradığımızda; bembeyaz saçına, mezara evrilmiş yaşına rağmen insanlara küfür ve hakaret resitali takdim edenleri dehşetle görüyorsunuz!.. Sosyal medyada öyle çirkin küfürler, düşük ifadeler görüyorsunuz ki; nine veya dede olmuş bu insanlar hangi çirkin oksijen ortamında yetişti diye sorguluyorsunuzAllah'ın yazıcı gözetleyici meleklerinin her harfi kaydettiğini biliyor musun? Her yaptığının, her sözünün, her harfinin ahirette eline tutuşturulacak sana ait kitapta yazılı olacağını biliyor musun?" (Nihat Hatipoğlu, )

AY: “Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca (RTÜK) dilin; düzeysiz, kaba ve argo kullanımı ile çocukların ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlaki gelişimine zarar verebilecek nitelikte yayınlar nedeniyle bazı kanallara ceza verildi.”  Nihayet…Teşekkürler RTÜK..Sn. Hatipoğlu’da -kalemine sağlık- güzel yazmış… Özellikle köşe yazarları ve TV’ye çıkanlar; “Güzel Türkçe ve dil”  kullanıncaya kadar devamını dileriz…

Gelecek yazı: İSME ve Sabahattin Ergin Hocamız’ın “tarihi” konferansı… (1)

Bu haftanın dörtlüğü,  Ozan Rahmi Karatay’dan;

 “Biz batakta köprü olduk, başkaları geçti nehri,
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri.
Kutlu olsun gelenlere bu uğursuz konuk yeri
İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri.”

Bunlar da Ömer Söztutan’dan…..

 

(...isim: şevo ...şehir istanbul ...yaş: otuz iki)
Yeni evlenen arkadaşımla yolda yürürken bir falcıya yanaştık...
Falcı kadın, “Beş sene eziyet çekeceksin çocuğum” dedi arkadaşımıza...
“Ya sonra ne olacak” diye ümitlendi çocuk...
“Sonra” dedi kadın; “Alışıyorsun...”

(...KANAL D / Magazin)
METİN ŞENTÜRK: Sanatçı olmak dışında, futbolcu olmak isterdim...
MUHABİR: İyi bir futbolcu olurdunuz!..
METİN ŞENTÜRK: Onu bilmiyorum da, hiç kart  görmezdim!..