BIST 9.717
DOLAR 32,54
EURO 34,90
ALTIN 2.439,78

Sekiz Türk’ü yaktılar!

Türkiye’de, Almanların yaşadığı bir bölgede üst üste anlamsız yangınlar çıkıp, insanlar yanarak can verse Alman hükümeti ne yapar?

Almanya’nın Stuttgart şehri yakınlarında Backnang kasabasında, eski bir deri fabrikası olan, daha sonra işyeri ve konuta dönüştürülen binanın ilk katında yaşayan Türk kökenli ailenin evinde çıkan yangında sekiz kişi hayatını kaybetti.

Aslen Afyonkarahisarlı olan ama Almanya’da doğup/büyüyen anne Nazlı Özkan,yedi çocuğuyla birlikte can verdi.

Konutun tamamen tahta oluşu, evde odun sobası yanması yangının çıkma nedeni olarak gösterilmesi bizleri hiç şaşırtmasa da bu olayın kundaklama ve bir entegrasyon politikası belki de soykırım politikası olduğunu söylemek beni hiç zolamıyor sayın okuyucu…

Durum o kadar vahim ve elim ki, aziz google’ye,‘yangın‘ yazsak, bize direkt Almanya’da yangınlarda ölen Türklerin çetelesini verecek net.

Solingen faciası ve bu faciada ölenler hala unutulmadı. Yananların aileleri hala acılı, hala gözü yaşlı…

Almanya’da Türklerin yaşadığı evlerde çıkan yangınlar, Türk işyerlerinin kundaklanması, dönerci cinayetleri ve bu cinayetlerin sırrını hala koruması, cinayetlerin DNA’sından polis teşkilatının çıkması vesaire vesaire derken bendeniz bu yangınların hiç de ihmalkarlık, elektrik kaçağı gibi komik bahanelerden çıkmadığına adım gibi inanıyor, olan tüm olayları planlı/programlı yapılmış vahşi cinayetler olarak görüyor, devamında kısmi soykırım olarak addediyorum.

Gelelim çok cocuk yaptığı için eleştiri alan, yanarak ölen kadıncağaza…

Almanya’da çocuk parası alabilmek için birçok çocuk yapan Türk ailelerin varlığından oldukça çok bahsediliyor.‘‘Bu doğru bir zihniyettir‘‘ demek doğru olmaz ama eğitimsizlik, vasıfsızlık, işssizlik hayatta ki alternatifleri değerlendirme biçimini bu şekilde etkileyebiliyor.

Okuyucu yorumlarına baktığımda, olayın vahşetinden çok, ölen kadının devletten para yardımı alabilmek için çok cocuk yaptığı iddiaları ve bunun üzerine söylenmiş aşşağılamaları okumak benim içim tam kabustu.

Sayın okuyucu; Türkiye’de yabancı bir kadın öldürüldüğü zaman, ne kadar hassaslaştığınızı taaa buralardan izliyorum.

Elin Sierra’sı, Helga’sı için yırtınıp duruyorsunuz. Bu olayları elbette ben de kınıyorum ama lütfen yurt dışında yaşayan insanlarımızı bu tür olaylarda aşşağılayıp, olanı/biteni hiç anlamadan, besleyip büyüttüğünüz şişkin önyargılarınızla, fikir muhasebesi yapacağınıza, biraz daha empati, biraz daha anlayış diyorum…

Burada tartışılacak ve üzerinde durulacak konu kesinlikle bu yangınların sebepleri ve arkasında kimler olduğudur.

Hadi empati yapın bakalım; Türkiye’de, Almanların yaşadığı bir bölgede üst üste anlamsız yangınlar çıkıp, insanlar yanarak can verse. Alman hükümeti ne yapar? Bunun cevabını verdikten sonra, daha sağlıklı bakış yakalayacağınıza eminim.

The Butterfls’s dream (kelebeğin rüyası)

İzle dediler. Ben de merak ettim ve gittim. Film bittikten sonra, sinema salonundan çıkarken, hala filmin içindeysem film beni çok etkilemiştir ama öyle bir şey olmadı. Aklımda tek kalan Kıvanç Tatlıtuğ’un oyunculuğu. Öyle bir oyunculuk ki, bakışlar, mimikler, vücut dili…‘‘Harikasın Kıvanç‘‘

İki hastalıklı insanın sonlarını bile bile evlenmesi ve o kadar olumsuzluğun içinde mutluluk kırıntılarıyla beslenebilmesi detayında kaldı aklım…Benim mutluluk kırıntısı gözüyle baktığım ama onların yaşam iksiri…Ve şunu bir kez daha belki de daha net gördüm; istenirse tüm olumsuzlukların içinde mutluluk yakalanabilir. Mutluluk,‘an’larda dahi yaşansa bizde yarattığı etki ömrümüze bedel olabilir. Sizi mutlu edenleri asla bırakmayın, zehir de olsa bırakmayın.