BIST 9.645
DOLAR 32,55
EURO 34,89
ALTIN 2.425,76

Rol çalan insanlar sahnesi..

Sahnedeki rol gerçek kimliğimiz zannedildiğinde "sahte bir kimlik" ortaya çıkar.

Hassasiyet sahibi inanmış her bir yürek, karşısındakini olduğu gibi kabul etmek durumundadır.

Hem de değişiklik istemeden.

Hayatımızın görülebilen en önemli anlarını, sınırlı yaşantının dışına çıkamamış, ufuk ve feraset yoksunlarına hasrederek, onların hoşlanacağı tarzda yansıtırsak ilgi ve alaka görebiliriz.

Hoşnutluk karşısında tanımladıkları rol, onların dünyasında bize, saygınlık, teveccüh kazandırabilir ve taltif ile başlayan tanımlamalar zuhur eder.

Yeni yarınlar; dar, kısıtlı gözlerin tanımlamalarına bağımlı olarak yaşamamıza sebebiyet verir. 

Geminin önüne doğru koştuğumuzda hayatımız ilerlemiş olmaz.
Sadece kendimizi yormuş oluruz...

Karakterimizi başkalarının belirlediği bir dünyada, kendimiz olamayacağımıza göre elbette ki onu belirleyen insanlar olmadan da yapamayız.

Başkaları bizi nasıl görüyor ve biliyor ise zihinlerinde buna istinaden bir resim oluşur.

Bizi konumlandırmak istediği yer, kendi iz ‘anı, okuması ve görmesi kadardır. Hele ki toptan seven ve toptan nefret eden toplumumuzda, vasat olmayı sağlayabilmek çok da mümkün değildir.

Siz birilerinin gözünde iyi iseniz iyi, kötü iseniz kötüsünüzdür. Arası yoktur.

Bu toptancı tavrın neticesinde çevremizde bize dair olan tutumların, kimliğimiz olduğuna kendimizi inandırmamız ve bu minval üzere yaşantımızı belirlememiz, sahne rolüne benzer.

Sınırlarını ve hatlarını başkalarının çizmiş olduğu, olunması istenen, arzulanan ya da kaçınılması gereken bir karaktere bürünmüş oluruz.

Sahnedeki rol gerçek kimliğimiz zannedildiğinde "sahte bir kimlik" ortaya çıkar.

Görmesini bilenler, bu duruşun üzerimizde zorlama neticesinde olduğunu ve sırıttığını rahatlıkla fark ederler.

Oscar Wille’nin sözü tam da bunun karşılığı gibidir; “Dünya yanlış rolleri oynayan insanların ortada dolaştıkları sahnedir.” 

Böylesi bir durumun neticesinde, bize biçilen rolün kimliğine bürünüp, sair zaman ve mekânlarda insanlara akıl verir pozisyonda; “sen şu şekilde olmalısın, senin durumun bozuk, düzeltmelisin” diye tavsiye ya da eleştiri ile beraber, haksız yargılama yolunu seçmiş oluruz.

Gerekli olan, Müslüman kimliğimizi doğru merkezden besleyerek oluşturup, haklı zeminde bir yaşam şeklini istememizdir.

Birileri bize karşı taltifte bulunarak hakkımızda “ideal insan, ideal Müslüman” şeklindeki haksız teveccühleri gerçek kimliğimizi yansıtmaz.

Yalnız kaldığımızda, reel değerler ışığında ne olduğumuzu-ne olmadığımızı fark eder; kendi gerçeğimizi görür ve biliriz.

Kendimizi kullara sevdirmenin, kabul ettirmenin sancısı doğrultusunda formüller aramak yerine, Allah'ı kullara sevdirmenin yollarını aramalıyız. 

Aramalıyız ki Efendimiz (s.a.v.)'in Hadisi düsturunca; “Allah'ı kullarına sevdirin ki Allah da sizi sevsin!” sözüne muhatap olalım.

İnsanları Cennet'e yönlendirmenin endişesiyle Müslüman kimliğine boyanırsak, Allah'ı kullarına sevdirmenin formülünü bulmuş oluruz.

Söz cambazlığı ile -teşbihte hata olmaz- müşteri avına çıkmışçasına, merkezde kendi nefsimizden hareketle “bakın Cennet'e böyle gidilir, doğru yoldayım, benim gittiğim yol en hakikî olan yol!” söylemi ve yahut tavrı emin olalım karanlık dehlizlerle dolu çıkmaz bir yola götürecektir.

İbadetlerimizdeki ihtişam ile Müslümanca yaşama sınırlarımızı belirlediğimiz kulluğun neticesinde, insanlardan görmüş olduğumuz ilgi, alâka ve taltif bizi felâkete sürükleyebilir!

Bize gösterilen ilgi ve alâka öyle sınırları zorlar ki, bazen söylemlerimiz ve yaşantımız “kanaat sahibi” olma hissiyatı içerisinde buldurur kendimizi.

Lâkin bu alâkanın ind-i ilâhîde liyakati olmayabilir.

Kendimizi taltif edenlerin hapsinde yaşadığımız bir hayat, hür olamayacağımızın göstergesidir.

Kusursuz bir şekilde dengeyi oluşturur; bunu İslami yaşantımızdaki, ibadet ve muamelâtımıza da yansıtırsak, koruyabilirsek; gösterilen alâka sınır ötesi olur ve karşılığını bulur.

Kendimiz olmak, rol hırsızlığı neticesinde oluşan “sahte biz” 'lerin imkânlarına sahip olmayabilir.

Başkalarının taltif dolu yaklaşımları nefsimizi doyurabilir lâkin bu sahteliğin ötesinde, her şeyin iç yüzünü bilen bir Rabbin varlığını unutmamak gerekir.