Bu iş, Cumhurbaşkanı Sezer döneminde
başladı. Sezer'in resepsiyonlarına Meclis Başkanı,
Başbakan ve Dışişleri Bakanıeşleriyle katılamadılar; çünkü,
Sezer kendi resepsiyonlarını kamusal alan diye
nitelediği Çankaya'da yapıyor, ona göre kamusal alana da herhangi
bir başörtülü bayan giremiyordu. Meclis Başkanı, Başbakan ve
Dışişleri Bakanı, eşleriyle gelen yabancı devlet başkanları onuruna
verilen resepsiyonlara bile eşleriyle katılamadıkları gibi
Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarında da, diyelim ana muhalefet
liderine eşli davetiye gönderilirken Meclis
Başkanı, Başbakan veya Dışişlerine Bakanı'na
eşsizdavetiye gönderildi.
Eminim ki bu uygulama, söz konusu hanımlar için hiçbir
noksanlık oluşturmuyordu. Bence Meclis Başkanı, Başbakan ve
Dışişleri Bakanı için de... Ama Türkiye için garabet söz konusu
idi. Cumhurbaşkanı seviyesinde Başbakan eşine kılık kıyafeti
sebebiyle uygulanan ambargo, herhalde dünyanın en acayip işleri
arasında sayılmalıydı.
Oysa Türkiye bu garabeti içine sindirdi.
Şimdi bu garabet, başka boyutlarıyla ve traji komik
görüntüleriyle devam ediyor.
Dünlerde halk eşi başörtülü bir başbakanı
seçmişti.
Birileri eşi başörtülü kamu görevlisini işten atıyordu
ama, eşi başörtülü bir Başbakanı işten atmak mümkün olmadı. Ancak
başörtülü eş e o acayip boykot
uygulandı.
Şimdi Meclis Cumhurbaşkanını seçti, çünkü
Cumhurbaşkanını seçmek Meclis'in yetkisindeydi. İşin ilginç yanı şu
ki Meclis, eşi başörtülü birisini Cumhurbaşkanı seçmişti. Her şey
anayasal zeminde gerçekleşmişti. Şimdi ne olacaktı?
Halka bir şey denemediği gibi Meclis'e de bir şey
denemezdi.
Ama şu sıralar, asker adına bir tavır
sergileniyor.
Tıpkı Sezer gibi,
başörtüsü bir yaptırıma maruz bırakılıyor.
Üstelik Cumhurbaşkanı seviyesinde...
Cumhurbaşkanı Gül'ün ilk resepsiyonları veya askeri
alana ilk ziyaretleri eşsiz olduğu için tavır pek gözlemlenmedi.
Resepsiyonlar eşsiz verilivermiş, 30 Ağustos
Zafer bayramına, askeri tören veresepsiyonlara
eşsiz gidilivermişti. Buralarda negatif tavır
zımni kalmıştı.
Ama bu işi böyle zımni biçimde götürmek mümkün
değildi.
Cumhurbaşkanı reel bir insandı. Evliydi. Bir eşi vardı.
Hayattaydı.
Askerler reel insanlardı ve yolları sık sık
kesişecekti.
Cumhurbaşkanı Gül'ün son Kıbrıs gezisi, garabeti ortaya
çıkardı.
Ankara'dan ayrılırken sorun gene zımni planda kaldı.
Çünkü Bayan Gül, uçağa vedadan önce binmişti.
Ama Kıbrıs'ta iş koptu.
Çünkü Cumhurbaşkanı ve eşi uçaktan birlikte inecekti.
Orada, Korg. Hayri Kıvrıkoğlu alandaki karşılamaya
gelmedi, onun için ayrı karşılama yapıldı. Kıbrıs'ta verilen eşli
resepsiyonlarda da komutanlar bulunmadılar.
Asıl traji komik olay Ankara'da yaşandı.
Karşılama için önce diğer resmi karşılayıcılarla
birlikte sıraya giren 4. Kolordu ve Garnizon Komutanı Korg.
Arslan Güner, uçağın kapısı açılıp orada Cumhurbaşkanı ile
Bayan Gül yanyana gözükünce, hemen bulunduğu sıradan ayrıldı,
kırmızı halının karşı tarafına geçti ve oradan cumhurbaşkanını
selamladı.
Böylece asker tavrı kameralar tarafından kaydedilmiş
oldu.
Garipliğe bakın ki, üç beş saniye refleksi gecikmiş
olsaydı, sayın general, boykotu kırmış olacaktı.
Peki acaba o zaman ne olacaktı?
Bunu sormamın sebebi şu:
Bu iş, elbette, korgeneral seviyesinde alınan kararla
yapılacak iş değil.
Çok daha üst seviyede bir askeri heyet, böyle bir
uygulamayı öngörmüş ve altlara ulaştırmış olmalıdır. O zaman
korgeneral seviyesinde meydana gelecek bir refleks kayması, boykot
kırıcılığı anlamına gelip cezayı mucip olabilir! Diye
düşünüyorum.
Bu, resmen Başkomutanın eşine karşı tavır niteliği
taşıyor. Bunu Genelkurmay benimsiyor.
Sormak zorundayım: Başkomutana karşı açık örtülü bir
saygısızlığı meşru gören bir anlayış, yarın Genelkurmay Başkanına
karşı bir tavrı da meşrulaştırmış olmuyor mu? Ben, bu ülkenin sade
bir insanı olarak, Genelkurmay'ın bu tavra nasıl meşruiyyet
sağladığını öğrenmek istiyorum. Böyle bir bigilenme ihtiyacının, şu
anda bütün toplumun talebi olduğunu zannediyorum.
İkinci olarak tabii ki, sayın Cumhurbaşkanı ve
Başbakan'a sormak gerekiyor. Askerin bu tavrı hangi devlet yönetimi
üslubuna uyuyor ve devam ede geliyor?
Üçüncüsüde, halk adına görev yapan medyaya, bu ülkenin
düşünen, yazan, kamuoyu oluşturan kanaat önderlerine sorulmalı:
Bugörüntü, demokrasi adına, hukuk devleti adına, devlet hiyerarşisi
adına içinizde bir şeylere ters gelmiyormu? Neden suskunsunuz?
Başörtüsüne veya iktidara karşı olmak gibi bir
durum, her türlü garabeti, meşrulaştırma gibi bir işlev mi görüyor?
Bu suskunluğun, halk iradesini kolaylıkla ıskalamak gibi bir arka
planı var mı? Bu suskunluğun arkasında askerin iktidarı
sizin adınıza dövmesi mutluluğu mu var?
Bu kesime bir sorum daha var: Yoksa bu işte de
siyasetçiyi gerilim suçlusu gibi görüp, bedeli
siyasetçinin ödemesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Buradan askere bir samimi çağrım olacak:
-Eğer çok daha kötü şeyleri göze almış değilseniz, bu
işi sürdürmek mümkün değil. Onun içinde askerin de yıpranacağı bu
tavırdan bir an önce vazgeçiniz. Yapılan iş, sonuçta bir insanın
eşini aşağılamak anlamına geliyor. Bu yakışmaz. Bu askere hiç
yakışmaz. Herhangi bir kişiye karşı olsa bile yakışmaz. Kaldı ki, o
bir başkomutan.
Bu site deneyimlerinizi kişiselleştirmek amacıyla KVKK ve GDPR uyarınca çerez(cookie) kullanmaktadır. Bu konu hakkında detaylı bilgi almak için tıklayın. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.