BIST 9.722
DOLAR 32,56
EURO 34,85
ALTIN 2.428,58

Protokolde köşe kapmaca garabeti

Bu iş, Cumhurbaşkanı Sezer döneminde başladı. Sezer'in resepsiyonlarına Meclis Başkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanıeşleriyle katılamadılar; çünkü, Sezer kendi resepsiyonlarını kamusal alan diye nitelediği Çankaya'da yapıyor, ona göre kamusal alana da herhangi bir başörtülü bayan giremiyordu. Meclis Başkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı, eşleriyle gelen yabancı devlet başkanları onuruna verilen resepsiyonlara bile eşleriyle katılamadıkları gibi Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarında da, diyelim ana muhalefet liderine “eşli” davetiye gönderilirken Meclis Başkanı, Başbakan veya Dışişlerine Bakanı'na “eşsiz”davetiye gönderildi.
Eminim ki bu uygulama, söz konusu hanımlar için hiçbir noksanlık oluşturmuyordu. Bence Meclis Başkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı için de... Ama Türkiye için garabet söz konusu idi. Cumhurbaşkanı seviyesinde Başbakan eşine kılık – kıyafeti sebebiyle uygulanan ambargo, herhalde dünyanın en acayip işleri arasında sayılmalıydı.
Oysa Türkiye bu garabeti içine sindirdi.
Şimdi bu garabet, başka boyutlarıyla ve traji – komik görüntüleriyle devam ediyor.
Dünlerde halk eşi başörtülü bir başbakanı seçmişti.
Birileri eşi başörtülü kamu görevlisini işten atıyordu ama, eşi başörtülü bir Başbakanı işten atmak mümkün olmadı. Ancak “başörtülü eş” e o acayip boykot uygulandı.
Şimdi Meclis Cumhurbaşkanını seçti, çünkü Cumhurbaşkanını seçmek Meclis'in yetkisindeydi. İşin ilginç yanı şu ki Meclis, eşi başörtülü birisini Cumhurbaşkanı seçmişti. Her şey anayasal zeminde gerçekleşmişti. Şimdi ne olacaktı?
Halka bir şey denemediği gibi Meclis'e de bir şey denemezdi.
Ama şu sıralar, asker adına bir tavır sergileniyor.
Tıpkı Sezer gibi, “başörtüsü” bir yaptırıma maruz bırakılıyor. Üstelik Cumhurbaşkanı seviyesinde...
Cumhurbaşkanı Gül'ün ilk resepsiyonları veya askeri alana ilk ziyaretleri eşsiz olduğu için tavır pek gözlemlenmedi. Resepsiyonlar “eşsiz” verilivermiş, 30 Ağustos Zafer bayramına, askeri tören veresepsiyonlara “eşsiz” gidilivermişti. Buralarda negatif tavır zımni kalmıştı.
Ama bu işi böyle zımni biçimde götürmek mümkün değildi.
Cumhurbaşkanı reel bir insandı. Evliydi. Bir eşi vardı. Hayattaydı.
Askerler reel insanlardı ve yolları sık sık kesişecekti.
Cumhurbaşkanı Gül'ün son Kıbrıs gezisi, garabeti ortaya çıkardı.
Ankara'dan ayrılırken sorun gene zımni planda kaldı. Çünkü Bayan Gül, uçağa vedadan önce binmişti.
Ama Kıbrıs'ta iş koptu.
Çünkü Cumhurbaşkanı ve eşi uçaktan birlikte inecekti. Orada, Korg. Hayri Kıvrıkoğlu alandaki karşılamaya gelmedi, onun için ayrı karşılama yapıldı. Kıbrıs'ta verilen eşli resepsiyonlarda da komutanlar bulunmadılar.
Asıl traji – komik olay Ankara'da yaşandı.
Karşılama için önce diğer resmi karşılayıcılarla birlikte sıraya giren 4. Kolordu ve Garnizon Komutanı Korg. Arslan Güner, uçağın kapısı açılıp orada Cumhurbaşkanı ile Bayan Gül yanyana gözükünce, hemen bulunduğu sıradan ayrıldı, kırmızı halının karşı tarafına geçti ve oradan cumhurbaşkanını selamladı.
Böylece asker tavrı kameralar tarafından kaydedilmiş oldu.
Garipliğe bakın ki, üç – beş saniye refleksi gecikmiş olsaydı, sayın general, boykotu kırmış olacaktı.
Peki acaba o zaman ne olacaktı?
Bunu sormamın sebebi şu:
Bu iş, elbette, korgeneral seviyesinde alınan kararla yapılacak iş değil.
Çok daha üst seviyede bir askeri heyet, böyle bir uygulamayı öngörmüş ve altlara ulaştırmış olmalıdır. O zaman korgeneral seviyesinde meydana gelecek bir refleks kayması, boykot kırıcılığı anlamına gelip cezayı mucip olabilir! Diye düşünüyorum.
Bu, resmen Başkomutanın eşine karşı tavır niteliği taşıyor. Bunu Genelkurmay benimsiyor.
Sormak zorundayım: Başkomutana karşı açık – örtülü bir saygısızlığı meşru gören bir anlayış, yarın Genelkurmay Başkanına karşı bir tavrı da meşrulaştırmış olmuyor mu? Ben, bu ülkenin sade bir insanı olarak, Genelkurmay'ın bu tavra nasıl meşruiyyet sağladığını öğrenmek istiyorum. Böyle bir bigilenme ihtiyacının, şu anda bütün toplumun talebi olduğunu zannediyorum.
İkinci olarak tabii ki, sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a sormak gerekiyor. Askerin bu tavrı hangi devlet yönetimi üslubuna uyuyor ve devam ede geliyor?
Üçüncüsüde, halk adına görev yapan medyaya, bu ülkenin düşünen, yazan, kamuoyu oluşturan kanaat önderlerine sorulmalı: Bugörüntü, demokrasi adına, hukuk devleti adına, devlet hiyerarşisi adına içinizde bir şeylere ters gelmiyormu? Neden suskunsunuz? “Başörtüsüne veya iktidara karşı olmak” gibi bir durum, her türlü garabeti, meşrulaştırma gibi bir işlev mi görüyor? Bu suskunluğun, halk iradesini kolaylıkla ıskalamak gibi bir arka planı var mı? Bu suskunluğun arkasında “askerin iktidarı sizin adınıza dövmesi” mutluluğu mu var?
Bu kesime bir sorum daha var: Yoksa bu işte de siyasetçiyi “gerilim suçlusu” gibi görüp, bedeli siyasetçinin ödemesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Buradan askere bir samimi çağrım olacak:
-Eğer çok daha kötü şeyleri göze almış değilseniz, bu işi sürdürmek mümkün değil. Onun içinde askerin de yıpranacağı bu tavırdan bir an önce vazgeçiniz. Yapılan iş, sonuçta bir insanın eşini aşağılamak anlamına geliyor. Bu yakışmaz. Bu askere hiç yakışmaz. Herhangi bir kişiye karşı olsa bile yakışmaz. Kaldı ki, o bir başkomutan.