BIST 9.722
DOLAR 32,56
EURO 34,86
ALTIN 2.431,82

Polisten cemaatin şirketine skandal operasyon!

Başbakan seçimlerden önce gerek miting meydanlarında, gerekse çıktığı ekranlarda hep bir şeyin altını çizdi.

Başbakan seçimlerden önce gerek miting meydanlarında, gerekse çıktığı ekranlarda hep bir şeyin altını çizdi. "İnlerine gireceğiz" diyerek operasyonun 30 Mart sonrasında kesin olarak yapılacağının sinyalini verdi.

Hal böyle olunca, Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, "Paralel Örgüt" sıfatıyla devletin resmi düşmanı olarak tanımlanan camiaya operasyonların ne zaman yapılacağı merak ediyor. Karşılaştığım herkes, operasyonların ne zaman ve nasıl yapılacağını sorup duruyor.

Peki yapılması beklenen operasyonlar neden gecikiyor? Hepimizin anlayacağı dilde anlatmaya çalışayım.

Devlet, bu konuda aceleci davranıp kurunun yanında yaşın yanmasını istemiyor. Bir başka deyişle Ergenekon ve Balyoz'da yapılan hataların bir tez daha tekrarlanmaması için ince eleyip sık dokuyor. Sonradan üretilmiş sahte belgelerle, camiaya gönül vermiş samimi kesimin zarar görmemesi için ciddi çalışmalar yapılıyor.

Çalışmalar yapılmasına yapılıyor ama yapılan can alıcı hatalar da birbirini izliyor. O hataların ne olduğunu daha iyi anlamanız için, biraz geriye gitmemiz gerekiyor. 

Malumunuz olduğu üzere, 17 ve 25 Aralık operasyonlarının hemen ardından hükümet, yargı ve emniyetin içine sızan paralel yapı elemanlarını jet hızıyla bertaraf etme yolunu seçmişti. Daha sonra hepimizin bildiği üzere, yargı ve emniyete sızan paralel yapı elemanı pek çok polis, hakim ve savcının görev yeri değiştirildi. Bir de göstermelik olarak HSYK'nın yapısı değiştirildi.

Peki bu operasyonlardan sonra yargı ve emniyet teşkilatı içindeki paralel yapılanma tamamen sona erdi mi?

Bu sorunun cevabı, kocaman bir HAYIR!

"Hayır" demekte ne kadar haklı olduğumu, aşağıda sıraladığım örnekleri okuyunca daha iyi anlayacaksınız.

13 Mart 2013 tarihinde medyaya yansıyan o haberi hatırlıyor musunuz? Muhtemelen unutmuşsunuzdur, ben hatırlatayım.

Zaman, Taraf gibi gazetelerin yazar ve yöneticileri, bazı haber sitelerinin yöneticileri hakkında  ‘Aleyhimizde yayın yapıyorlar’ diyerek kendilerine yakın bir savcıya suç duyurusunda bulunmuştu.

Kimdi bu gazeteciler?

Zaman gazetesinin tepe ismi Ekrem Dumanlı, Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu ve Todays Zaman gazetesinin yöneticisi Bülent Keneş.

Savcı bu 3 kişinin şikayeti üzerine, suçlanan gazeteciler hakkında "Yasadışı Örgüt" suçlamasıyla soruşturma başlamış ve bu gazetecilerin dinlenmesine hükmetmişti. O savcı İstanbul Bilişim ve Siber Suçlar Bürosu Savcısı Ömer Solmaz'dı.

Ömer Solmaz şu an nerede ve hakkında nasıl biri işlem yapıldı diye soruyorsanız, merakınızı gidereyim. Solmaz hakkında yapılmış hiçbir işlem yok ve aynı göreve, aynı şubede devam ediyor.

Çok daha çarpıcı bir bilgi vereyim.

hükümetle cemaat arasındaki kavganın, Hakan Fidan'ın gözaltına alınmaya çalışılması sonrası patlak verdiğini artık sağır sultan bile biliyor. O gün Erdoğan ameliyat masasındayken Fidan'ı gözaltına almaya çalışan savcı kimdi?

Sadrettin Sarıkaya!..

O da halen İstanbul'da Anadolu Adliyesi'nde görevli...

Bu kadar atama, bu kadar göre değişikliği olmasına rağmen bugün kilit noktalarda görev yapan camiaya bağlı pek çok hakim ve savcı halen en önemli ve en kritik yerlerde görev başında.

Polisteki atamaları derseniz, orası daha da içler acısı.

Ve bu içler acısı durum,  yaklaşmakta olan yeni ve daha büyük bir tehlikeyi bas bas bağırıyor. Bahsettiğim tehlikenin boyutunu size şöyle anlatayım.

Camianın kasası olarak bilinen Kaynak Holding'e yapılan baskını sanırım hepimiz hatırlıyoruz. İçeriden bir çalışanın, kara para aklanması yöntemiyle vergi kaçakçılığı yapıldığına dair ihbarı üzerine, holdingde "aramalı inceleme" yapılmış, bilgisayarlara ve belgelere el konulmuştu.

Buraya kadar okuduğunuzda çok başarılı bir operasyon diyorsunuz değil mi?

O zaman devamını okuyun!

Arama talebi sıradan bir soruşturmada olduğu gibi müracaat savcılığına yapılıyor. Daha doğrusu baskını yapacak olan ekipler, sıradan bir aramaymış gibi savcıdan arama kararı istiyor. Savcı da normal olarak evrak ile ilgili arama ve elkoyma emrini veriyor.

Ancak, savcıya ayrıntı verilmediği için operasyonun en önemli ayağı olan "kara para aklama"  iddiasına yönelik belge ve kanıt aramasına dair bir izin verilmiyor. Özetle, yapılan operasyondan,  "Örgütlü suçlarla mücadele" eden birimin haberi olmuyor.

20 saatlik arama sonunda bazı bilgisayarlara ve belgelere el konuluyor. İş işten geçtikten sonra  "örgütlü suçlarla mücadele" ile ilgili büronun haberi oluyor ancak arama kararı alınmış ve yerine getirilmiş oluyor. Bu büyük hatayı farkeden Kaynak Holding'in avukatları derhal devreye giriyor ve arama kararının itirazına yönelik başvuruda bulunuyor.

Arama kararı veren sulh ceza mahkemesi bu itirazı reddetmesine rağmen bir üst mahkeme arama kararını iptal ediyor. Şimdi yapılmış bir arama ve ele konulmuş suç delileri göz göre göre şirkete iade edilmek zorunda.

Eli kulağındadır...

Yakında camiaya bağlı yayın organlarının, "Kaynak Holding'e yapılan baskında hiçbir suç unsuruna rastlanmadı ve el konulan belgeler aynen iade edildi" haberlerini bol bol duyarsınız.

Türkiye'nin dört gözle beklediği operasyonun mali ayağı bile bu kadar amatörce, kurumların birbirinden habersiz, özensiz yapıldığını düşünürsek, bir ceza soruşturmasının ne kadar sağlıklı olacağını varın siz hesap edin.

Kaldı ki...

Bu işlemler eksiksiz yapılsa bile, yukarıda da anlattığım üzere, yargı ayağı tamamen temizlenmediği için, yapılacak operasyonların başarıya ulaşma şansı neredeyse yok denecek kadar az.

Görünen o ki eğer iktidarın bu yapı ile böylesi özensiz ve koordinesiz şekilde mücadele etmesi, ileride birçok suçun hukuka aykırı ve temelsiz kalmasına zemin hazırlamaktan başka işe yaramayacak.

Benden uyarması...