BIST 8.748
DOLAR 32,34
EURO 35,16
ALTIN 2.240,79

'Otoriter demokrasi' nasıl olur?

Erdoğan’ın taraftarları ile karşıtları arasındaki "Erdoğan demokrat mı, diktatör mü" atışmalarını aşıp biraz daha rafine düşünmek lazım.

Türkiye toplumu olarak talihsizliklerimizden biri, siyasi tartışmalarımızın seviyesizliği.

Bu problem, en başta siyasi dile hakim olan, kaba, aşağılayıcı, küfürbaz üslubla ortaya çıkıyor kuşkusuz. Ama sadece ondan ibaret değil.

Bir de siyaseti tartışırken kullandığımız kavramların sathiliği problemi var.

Sayın Tayyip Erdoğan’ın taraftarları ile karşıtları arasındaki "Erdoğan demokrat mı, diktatör mü" atışmalarında görüldüğü gibi.

Erdoğan karşıtları, onun otoriterliğine dair örnekler gösterdikten sonra, onu "diktatör" ilan ediyorlar. Erdoğan taraftarları ise onun defalarca halk tarafından seçildiğini hatırlatıyor, buna dayanarak iddianın saçmalığını vurguluyorlar. Üzerine de ekliyorlar: "Diktatör olsaydı bu lafları edemezdiniz zaten!"

Oysa kafayı kaldırıp biraz uluslararası siyasi literatüre bakarsak göreceğiz ki, Erdoğan'a tutarlı eleştiriler getirmek için kullanılabilecek önemli bir kavram var: "İlliberal demokrasi." ("İlliberal", "özgürlükçü" anlamına gelen "liberal" kelimesinin zıttı. Türkçe'ye "otoriter" diye taşınabilir ki, ben de öyle yapmayı tercih ettim.)

Meselenin özü şu: Bizim "demokrasi" derken atıfta bulunduğumuz Batı demokrasilerinin hepsi aslında "liberal demokrasi." Yani, burada, sadece demokrasinin temelini oluşturan "temsil" (yani "sandık") yok. Bunun yanısıra, bireylerin hak ve özgürlüklerini gerektiğinde seçilmişlerden de korumaya yarayan çok sayıda mekanizma var: Özgürlükçü bir anayasa, anayasa mahkemesi, bağımsız ve tarafsız yargı, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, sivil toplumun özerkliği, üniversitelerin özerkliği, idari adem-i merkeziyet gibi.

Dahası, Amerikalıların tabiriyle, seçilmişler üzerinde kurulmuş "denge-fren mekanizmaları" var. Obama canının her istediğini yapamıyor mesela. Kongre'yi ikna etmesi gerekiyor; Kongre üyeleri de onun emir eri değil.

İşte, bir siyasi sistem, ancak "sandığa" ilaveten söz konusu özgürlük garantilerine sahip olduğu zaman "liberal demokrasi" sayılıyor. Yok, tek özellik "sandık" ise, o zaman özgürlük kolayca tehlike altına girebiliyor.

Şöyle bir örnek verelim: Diyelim bir ülkede bir parti yüzde 55 oyla iktidara geldi. Bir süre sonra da, "bütün basın milli menfaatlere uygun yayın yapacak, bu konuda da sayın liderimizin atadığı bir kurulun denetimine tabi olacaktır" diye kanun çıkardı. Bu kanun meclisten geçtiği için "demokratik" olur; ama "liberal" olmaz. Aksine, basın özgürlüğüne yönelik büyük bir saldırı olur.

Daha yakıcı bir örnek verelim. Diyelim bir ülkenin yüzde 70'i beyaz ve ırkçı. Bunların seçilmiş partisi, "beyazlar birinci sınıf, zenciler ikinci sınıftır" diye bir kanun çıkarıp meclisten geçirebilir. Çoğunluk ellerindedir çünkü. Ama bu "demokratik" kanun, birey özgürlüğüne yönelik büyük bir saldırı olur. Karşısına konabilecek tek siyasi ilke de, liberalizmin de temel unsurlarından biri olan "eşitlik" ilkesidir. (Nitekim ABD'nin güney eyaletlerindeki "demokratik" ırkçı kanunlar, ancak Anayasa Mahkemesi'nin liberal hukuk ilkelerini dayatması sayesinde aşılabilmiştir. İstiyorsanız "hukuk vesayeti" de diyebilirsiniz.)

Sözünü ettiğim "otoriter demokrasi" kavramını dünya gündemine getiren en önemli isim, Hint (ve Müslüman) asıllı Amerikalı entelektüel Fareed Zakaria'dır. Zakaria, 2003 basımı The Future of Freedom (Özgürlüğün Geleceği) adlı kitabında serbest seçimlerin özgürlüğün garantisi olmadığını detaylarıyla anlatmıştı. Ona göre günümüzdeki küresel siyasi mesele, sadece "demokrasileri korumak" değil, aynı zamanda "demokrasiler içinde özgürlüğü korumak"tı. 

Bir başka Müslüman yazar Shadi Hamid de bu yıl piyasaya çıkan Temptations of Power (Güç Ayartmaları) adlı kitabında aynı konuya eğiliyor. Otoriter demokrasiye dair de şu ilginç tanımı yapıyor:

"Bu sistemlerde seçimler büyük ölçüde serbest ve adildir. Muhalefet partileri de zayıf ama faaldir. Ancak iktidar partileri siyasi rakiplerini düşman gibi görür, medya özgürlüklerini kısıtlamaya çalışır ve devlet bürokrasisini tamamen kendi partizanları ile doldurur. Demokratik işleyişin kontrolünü, sistemi tamamen kendi çıkarlarına göre yontmaya kullanır."

Ne dersiniz, tanıdık mı?

Shadi Hamid şu eklemeyi de yapıyor:

"Bazı durumlarda bir lider kültünün gelişmesi de illiberal demokrasinin tahkiminde önemli rol oynar. Venezuella'daki Hugo Chávez iktidarında kullanılan 'Chávez Halktır' gibi popüler sloganlarda ifade olduğu gibi."

Türkiye’ye dönersek, bu anlattıklarımızın Erdoğan modeliyle önemli çağrışımlar yaptığı aşikar.

Ama, öte yandan, Erdoğan'ın başta Kürt meselesi olmak üzere "kimlik" konularında özgürleştirici bir misyonu olduğunu da teslim etmek lazım ki, bu paradoksun sebebi ayrı bir inceleme tabi olmalı. Benim yorumum, Erdoğan’ın mağlup ettiği Kemalist ideoloji tarafından bastırılan kimlikleri ve yaşam biçimlerini özgürleştirdiği, bunun da Türkiye’ye büyük bir katkı sağladığı.

Ama ya Erdoğan’ın kendi ideolojisi tarafından bastırılmaya müsait olan kimlikler ve yaşam biçimleri?

Önümüzdeki dönemde sanırım bunu daha çok tartışacağız.

Bu arada hatırlatayım ki, Shadi Hamid'in üstte alıntıladığım kitabının alt başlığı "İslamcılar ve İlliberal Demokrasi." Bu sistemin bilhassa Arap dünyasındaki İslamcı partilere çok cazip geldiğini, çünkü onların toplum mühendisliği hedefine uygun düştüğünü anlatıyor. 

Peki ya aynı sorun bizde de ortaya çıkar mı? Yani, sinyalleri şimdiden görülen “otoriter demokrasi”, bir de İslamcı “toplum mühendisliği” başlatıp daha da otoriter bir geleceğe taşır mı bizi?

Bu soruyu en başta AK Parti kurmaylarının iyi düşünmesi gerekiyor. Umarım, iktidarlarının ilk on yılında tarihe yazdıkları başarıları, Shadi Hamid’in işaret ettiği “güç ayartmaları”na kurban etmekten kaçınırlar.